Karar yazarı Hakan Albayrak, Türkiye'deki siyasetçilerin 'çok konuştuklarını' belirterek, "Siyasetçiler çok konuşuyor; en baba laflar ağırlığını kaybediyor, saçmalamaları cabası" dedi.
"Millet bir gün alayımıza 'Bir susun ya!' diye patlar mı acep? Yeri göğü inleten bir haykırışla titretip kendimize döndürür mü bizi?" diyen Albayrak "Sanmıyorum. Millet de sosyal medyalar vasıtasıyla durmadan konuşuyor, yorumlamadığı hiçbir hadise kalmasın diye çırpınıyor, beğeni ve retweet toplamak için akla karayı seçiyor.Bir gün hep beraber kendimizden bıkıp kendimizi yenilemeye karar verene kadar al birimizi vur ötekimize." görüşünü dile getirdi.
Hakan Albayrak'ın Karar'da "Çok konuşuyoruz" başlığıyla yayımlanan bugünkü (4 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Köşe yazarıyız. Haftada dört beş gün ahkâm kesiyoruz. Her konuda. Demek ki her konunun uzmanıyız.
Her konunun uzmanı olunca her konuda televizyon programlarına da çıkıyoruz tabii. Aşkla şevkle anlatıyoruz her şeyi. Çoğu zaman kendimize hayran hayran
anlatıyoruz.
FETÖ’yü de anlatıyoruz, döviz kurlarındaki oynamaları da…
Körfez krizini de anlatıyoruz, Lucescu’nun bu saatten sonra ne işe yarayıp yaramayacağını da…
Anayasa hukukunu da anlatıyoruz, Yeni İpekyolu Projesi’nin artılarını ve eksilerini de…
Macron’un vaat ettiklerini de anlatıyoruz, Maturidiliğin inceliklerini de…
Hepimiz bunların hepsini anlatabiliyoruz maşaallah. “Bilmiyorum”, “Esaslı bir fikrim yok”, “Bu konuda beni mazur görün” filan yazmıyor lügatimizde. Moderatörler her konuyu sırayla her birimize soruyor, biz de şakır şakır anlatıyoruz.
Moderatörlerin hep aynı kişiler olması tabiidir ama işe bakın ki biz de hep aynı kişileriz televizyon ekranında. Anlatıyoruz, gene anlatıyoruz, durmadan anlatıyoruz; bıkmadan usanmadan konuşuyoruz, konuşuyoruz, konuşuyoruz. Kendimizden bıkmıyoruz usanmıyoruz, kamuoyunun da bıkmadığını usanmadığını varsayıyoruz. Öyle şahaneyiz ki, bizden kim usanası?
(Ben şahsen televizyona artık çıkmıyorum pek. Davet eden de pek yok zaten. Ben de pek hevesli değilim. Ama davet edenin pek çok olduğu ve benim de pek hevesli olduğum zamanlarda zırt pırt televizyona çıkıp vahşice konuşurdum. Hatta bir keresinde başbakana soru sormam için gazeteci sıfatıyla çıktığım bir programda başbakana başbakanı anlattım uzun uzun, ballandıra ballandıra. Bunu bile yaptım.)
Bir de sosyal medyalar var şimdi. Twitter var, Facebook var. İyi ki var. Anlatacaklarımız bitmek bilmiyor zira. Gazete sayfaları ve televizyon ekranları yetmiyor muhteşem birikimimizi yansıtmaya. Öyle doluyuz ki, boşalmamıza mecra yetmiyor. Konuşmamıza, anlatmamıza el veren yeni mecralar icat edilemez mi?
***
Çuvaldızı kendimize batırdık, siyasetçilerimiz ve devlet erkânımız iğneyi çok görmesin kendine…
Onların da çoğu çok konuşuyor. Öyle çok konuşuyor ve aynı şeyleri –bazen bir gün içindeki üç beş ayrı konuşmada- öyle çok tekrar ediyorlar ki, en baba laflar bile ağırlığını kaybedebiliyor. Konuşmanın ‘şehvetine’ kapılıp saçmalamalar da cabası.
***
Millet bir gün alayımıza “Bir susun ya!” diye patlar mı acep? Yeri göğü inleten bir haykırışla titretip kendimize döndürür mü bizi? Sanmıyorum. Millet de sosyal medyalar vasıtasıyla durmadan konuşuyor, yorumlamadığı hiçbir hadise kalmasın diye çırpınıyor, beğeni ve retweet toplamak için akla karayı seçiyor.
Bir gün hep beraber kendimizden bıkıp kendimizi yenilemeye karar verene kadar al birimizi vur ötekimize.
***
15 Temmuz şehitlerimizden sevgili Erol Olçok Abi’nin saygıdeğer eşi Nihal Hanım geçenlerde “3 günlük bir susma orucuna gireceğim” dedi.
Yüzüme tutulmuş bir ayna etkisi yaptı bende bu söz. Halimden utanıp gevezeliğimizi dizginlemeye karar verdim ama utancım çabuk geçti maalesef. Gene bıdıbıdı vıdıvıdı konuşuyorum işte.