Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte, Hatay’daki Oğulpınar Sınır Karakolu’nu ziyarete eden ünlüler için “İnşallah bu güzide sanatçılarımız aynı hassasiyeti şeker fabrikaları için de gösterirler. İşçilerimizle beraber emek türküleri söylerler. Biz kendilerini davet ediyoruz. Sanatçılarımızı, işçimizin, emekçimizin, üreticimizin yanında da görmek istiyoruz. Hatay ziyaretleri askerimize nasıl moral olduysa, bir şeker fabrikası ziyareti de emekçilerimiz için moral kaynağı olacaktır. Hem böylece, ‘Külliye’nin değil Türkiye’nin sanatçısı’ olduklarını gösterme imkânı bulmuş olurlar” açıklamasında bulundu.
Haftalık olağan basın toplantısında konuşan Karamollaoğlu, öğretmen performans değerlendirmesi uygulamasını eleştirdi. Hükümetin “öğretmenin performansından önce kendi performansına bakması gerektiğini” söyleyen Karamollaoğlu, “Eğitimdeki performans öğretmenin değil, hükümetin sınıfta kaldığını gösteriyor. Bunun kanıtı ise 15 yılda değiştirilen 6 bakan ile 16 defa değiştirilen eğitim sistemidir” dedi.
Karamollaoğlu’nun açıklamalarından satırbaşları şöyle:
Polisin özlük hakkı düzenlenmeli
2018 yılı başı itibariyle Adalet Bakanlığı’ndan ihraç edilen hâkim ve savcı sayısı 4 bin 118. Emniyetten ihraç edilen polis sayısı ise 23 bini geçti. Elbette suçlu olanlar varsa cezalarını çekmeli. Ancak FETÖ ile hiçbir alakası olmayan, haksız yere ihraç edildiğine inanan, binlerce polis var. Böylesine hassas kurumları sürekli tartışma konusu yapmak, sadece emniyet teşkilatının değil toplumun huzurunu bozar. Ek görevler sürelerinin bile dâhil edilmediği halde 240 saati aşan çalışma süreleri düzenlenmelidir. Gece-gündüz, bayram-seyran demeden çalışan polislerimizin 160 saati aşan her çalışması hak ve hukuk çerçevesinde ücretlendirilmeli, fazla mesai sorunu ortadan kaldırılmalıdır. Canlarını ortaya koyan polislerin emeklilik sonrası maaşlarının yarıya düşmesi ve katsayı başta olmak üzere özlük hakları ile ilgili sorunlar düzeltilmelidir. Bunların dışında bir de polisler, haksız muamelelere maruz kalıyor. Görevini yapan polislere, ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun’, ‘Sen beni nasıl durduruyorsun gibi tehdit ve baskılara maruz kalıyorlar ki bu tür örnekler son dönemde çok sık yaşanmaya başladı. Böyle bir durumda yöneticilere düşen görev polisi ezme, psikolojilerini bozmak değil, bu sorunları ortadan kaldırmaktır. Böyle olması gerekirken peki sonuç ne? Maalesef her 10 günde 1 polis intihara teşebbüs etmektedir.
“Öğretmen performans sistemi”
Uygulamaya göre; öğretmen nasıl öğrenciye not veriyorsa, öğrenci de öğretmene öyle not verecekmiş. Öncelikle böyle bir uygulama öğretmenin öğrenci üzerindeki saygınlığını ortadan kaldırır. Ayrıca bu uygulama hangi sistemle nasıl değerlendirilecek? Buda bir merak konusu. Gerçi onlar alışmışlar her şeyi elektronik ortama havale etmeye ve bunu da öyle yapabilirler. Ancak buradan uyarıyoruz! Siz bir öğretmenin vasfını dijital ortamda değerlendirmeye kalkarsanız bu bir kaosa neden olur. Çünkü öğrenciler böyle bir karar verirken öğretmenin performansına değil, kendi isteklerine uyup uymadığına bakar. Biraz otoriter olan, ciddi olan, öğrenciye bir şeyler verebilmek için yeri geldiğinde disiplin sağlamaya çalışan bir öğretmen, öğrenciler tarafından genelde pek sevilmez. Kendilerin rahat bırakan, yüksek not veren bir öğretmeni severler. Böyle bir durumda sağlıklı verilere kavuşmayı düşünmek mantıksızlıktır.
“Hükümet kendi performansına baksın”
Hükümetin öğretmen performanslarını değerlendirmek yerine kendi performansları ile ilgilenmesi gerekli. Eğitimdeki performans öğretmenin değil, hükümetin sınıfta kaldığını gösteriyor. Bunun kanıtı ise 15 yılda değiştirilen 6 bakan ile 16 defa değiştirilen eğitim sistemidir. Bakın, Nurettin Topçu’nun güzel bir ifadesi var. Der ki, ‘Eğitim sistemimizin iki önemli eksiği vardır. Birincisi eğitimsizlik, ikincisi ise sistemsizlik’ bugün ki durumda aynen bu şekilde. Çünkü yanlış politikalar eğitimi de, sistemi de çökertti. Bu yanlış yüksek öğretim politikaları yüzünden 442 bin öğretmen atanamadığı için açıkta ve araştırmalara göre bu sayı 2023 yılında 1 milyonu geçecek. Planın, düzenin, sistemin, öngörünün olmadığı yerde böyle sorunlar bitmez aksine büyür.
“35 günde bakkal dükkanı satılmaz koca fabrikayı nasıl satacaksınız?”
Bor şeker fabrikası, Çorum Şeker Fabrikası, Yozgat Şeker Fabrikası ve Kırşehir Şeker Fabrikası için teklif verme süresi 3 Nisan itibariyle yani dün doldu. Erzurum, Erzincan, Kastamonu, Turhal ve Ilgın şeker fabrikaları için son teklif verme süresi ise bu ayın 11’inde sona eriyor. Afyon, Burdur, Muş, Elbistan ve Alpullu şeker fabrikaları için son tarihte 18 Nisan. Bu tarihleri niye hatırlatıyorum; Ortada çok ciddi bir tuhaflık var da ondan. Hatırlanacağı gibi 14 şeker fabrikasının satışına ilişkin duyuru 21 Şubat 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmıştı. İhale şartnamelerinin taliplilere veriliş tarihi ise 26 Şubat idi. Yani, ilk dört fabrikayı baz alırsak, teklif vermek için tanınan süre sadece 35 gün. 35 günde sıradan bir mahalle bakkalını bile satamazsınız. Peki, siz Türkiye’nin can damarı 14 tane devasa fabrikayı nasıl satacaksınız! İstekliler bu fabrikaları sadece gezmeye kalksa bu süre yetmez. O zaman insanın aklına bin bir türlü şüphe geliyor. Acaba bu fabrikaların alıcıları şimdiden belli mi? İhaleler formaliteden mi yapılacak? Bütün bu sorular haklı olarak bizi de, milletimizi de endişelendiriyor.
“Sanatçıları emek türküleri söylemeye davet ediyoruz”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlisi olarak Hatay sınır karakoluna giden sanatçıların gösterdiği hassasiyete teşekkür ederiz. İnşallah bu güzide sanatçılarımız aynı hassasiyeti şeker fabrikaları içinde gösterirler. İşçilerimizle beraber emek türküleri söylerler. Biz kendilerini davet ediyoruz. Sanatçılarımızı, işçimizin, emekçimizin, üreticimizin yanında da görmek istiyoruz. Hatay ziyaretleri askerimize nasıl moral olduysa, bir şeker fabrikası ziyareti de emekçilerimiz için moral kaynağı olacaktır. Hem böylece, “Külliye’nin değil Türkiye’nin sanatçısı” olduklarını gösterme imkânı bulmuş olurlar.
“İslam ülkelerinin birliği İsrail’i durdurur”
Kendi iç çekişmelerimizle boğuşmaktan İsrail’in ve emperyalizmin entrikalarına karşı politika üretemedik. Cılız açıklamalarla, kınamalarla yetiniliyor. Ak Parti hükümetinin açıklamaları milletin hoşuna gidiyor ancak yaşanan zulmün son bulmasına çare olmuyor. ‘One minute’ dendi ve bu bütün İslam âleminin övgüsünü kazandı. Ancak geçti gitti. Adı üstünde ‘one minute’ bir dakika doldu geçti. Ondan sonra milyonlarca ‘one minute’ geçti, İsrail’in zulmü de milyonlarca kere arttı. Ne yazık ki hükümet İsrail’i dili ile kınarken, fiiliyatta en büyük desteği verdi. Lafla peynir gemisi yürümez. Herkes bilmeli ki, İsrail, laftan değil ancak güçten anlar. Hamasi söylemler ile değil sonuç getirecek yaptırımlar uygulanmalıdır. Buda ancak İslam aleminde yaşanacak sağlam bir birliktelik sonucu ortaya konacak politikalar ile olur.
“Trolleri kaale bile almıyoruz”
(Sosyal medyada troller tarafından kendilerine ve partilerine yönelik paylaşımlar ile ilgili) Böyle şeyleri kaale bile almıyoruz. Biz ortaya koyduğumuz bütün iddiaların arkasındayız. İnandığımız doğruları da her fırsat ve platformda dile getirmeye devam edeceğiz. Biz uyarılarımızı yapmaya devam edeceğiz. Sosyal medyada ki bazı utanmaz kişilerin arkalarına bazı çevrelerin desteğini alarak bize saldırması da bizi asla yolumuzdan döndüremez.