25 Nisan 2016 14:21
Karaman'da 10 erkek öğrenciye 'cinsel istismarda' bulunduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 508 yıl 3 ay hapiz cezasına çarptırılan Muharrem Büyüktürk Türkiye'nin 1 aydır gündemindeki isim. Davada mağdur sanıkların avukatlığını üstlenen Cihat Gökdemir davanın en hızlı şekilde sonuçlanmasını en başta mağdur ailelerin istediğini belirterek "Olay medyada çıkınca Karaman’daki tanıdıklarımızla konuştuk ve ailelerle irtibata geçtik. Ailelerin tek isteği vardı: Bu kişi suçunun cezasını en ağır şekilde alsın!" dedi. Beş mağdur çocuğun her türlü ihtiyaçlarıyla yakından ilgilendiğini de söyleyen avukat Gökdemir "Ben beş mağdur çocuğumuzun avukatlığını yaptım. Halen de irtibatımız sürüyor, her tür ihtiyaçlarıyla ilgileniyoruz." ifadelerini kullandı.
Avukat Cihat Gökdemir davanın kapatılması için kararı kasten kısa sürede verildiğine ilişkin tartışamalara da yanıt vererek "Tartışmaların kapatılması için davanın kasten kısa sürede karara bağlandığı gibi iddia var ama bunun gerçekle hiç ilgisi yok. Hem, “geç gelen adalet, adalet değildir” diyoruz hem de neden çabuk karar verildi diyoruz. Karar, dosyanın gereğince ve savcının talep ettiği şekilde verildi" dedi.
Cihat Gökmedir'in Star'dan Fadime Özkan'a verdiği röportajdan (25 Nisan 2016) satır başları şöyle:
Karaman’daki tecavüz vakasının birkaç boyutu var. Karaman’da 10 erkek çocuğa cinsel istismar davasında soruşturma 40, duruşma 1 gün sürdü ve karar 508 yıl 3 ay hapis cezası olarak çıktı. Kararın bu kadar kısa sürede çıkması adaletin tecelli edişine zarar vermiş midir?
Hayır. Tartışmaların kapatılması için davanın kasten kısa sürede karara bağlandığı gibi iddia var ama bunun gerçekle hiç ilgisi yok. Hem, “geç gelen adalet, adalet değildir” diyoruz hem de neden çabuk karar verildi diyoruz. Karar, dosyanın gereğince ve savcının talep ettiği şekilde verildi.
Dosya yeterince sağlam mıydı peki? Mahkeme heyeti işin ciddiyetinin ne kadar farkındaydı?
Hem hakim, hem savcı işin ciddiyetinin gayet farkındaydı. Çünkü Karaman küçük bir yer ve bu işi ciddiye almazlarsa halkın tepkisinin, sıkıntının büyüyeceğinin farkında insanlar. Kendi çocukları da, adliyede çalışan birçok insanın çocukları da civardaki okullarda okumuş ya da okuyor. Bir defa olayın adli tıpa, üniversiteye gönderilmesi hem mağdur çocuklarla ilgili, hem sapık sanıkla ilgili raporlamaların hepsi çok hızlı şekilde tamamlanmış. Mahkeme yargılamanın tamamlanması, hükmün tesisi için gerekli tüm teknik alt yapıyı hazırlamış. Dahası zaten sanığın ikrarı var. Sanık poliste de savcılıkta da suçunu bizzat inkâr ediyor. Teknik kısımlar bir yana ikrar olan yerde zaten her şey hazır demektir.
Sanık Muharrem Büyüktürk karakolda ikrar etmiş ama mahkemede şaşmış?
Öyle oldu ama hem çocukların ve tanıkların anlatımları, hem teknik raporlar ve kendisinin daha önceki ikrarları suçun varlığını bariz biçimde ortaya koyuyordu. O yüzden sonradan ben yapmadım dese de tüm ifadeler ve kanıtlar onu değil suçun varlığını ispat ediyordu.
Davayla, duruşmayla ilgili tartışmaları açalım. CHP ve HDP’nin duruşmayı izleme talebini mahkeme heyeti reddetti ve bu eleştiri konusu yapıldı. Temel argüman da “davayı örtbas edecekler” iddiasıydı?
CHP ve HDP’ye parti olarak izin verilmedi ama avukat vekiller duruşma salonundaydılar. Mahkeme Başkanı onlara hitaben sadece “Sayın vekiller, duruşmayla ilgili çocukları korumak amacıyla bildiğiniz gibi bir gizlilik kararı var, ben sizi salondan zorla çıkartamam, bunu sizin vicdanınıza bırakıyorum, sizden tek ricam lütfen davaya müdahale etmeyin” dedi. Onlar da müdahale etmediler ama salondan da çıkmadılar, yani duruşmayı takip ettiler.
Barolar ve belli siyasi çevreler soruşturmanın genişletilmesini talep ediyordu. Bu da gerçekleşmedi. Yine “davayı örtbas ettiler” argümanıyla eleştirildi bu?
Tevsi-i tahkikat kararı deniyor soruşturmanın genişletilmesine. Bu talepte bulunuldu ama mahkeme suça ve suçluya odaklanmış vaziyette. Ve savcı da iddianameyi bu yönden yazmış. Mahkemeye gelen baro avukatları ve siyasi amaçlarla orada bulunan diğer bazı avukatlar davanın çocukların yaşadıklarından ve suçlunun cezalandırılmasından çok, bu suça ortam hazırladıkları gerekçesiyle Kaimder, Ensar Vakfı ve denetimleri yapmadıkları gerekçesiyle Vali, Emniyet Müdürü, Milli Eğitim Müdürü gibi bürokratların da soruşturmaya dâhil edilmesini istediler. Hâkim de haklı olarak dedi ki “Ensar vakfı ve Kaimder ile ilgili zaten ayrı bir soruşturma yürüyor, dava açılmak üzere, talepleriniz şikayetleriniz varsa o davaya yaparsınız, ama biz bugün burada sanığı yargılıyoruz, tevsi-i tahkikat talepleriniz davanın uzamasına ve mağdurların daha fazla mağdur olmasına sebep olacak”. Biz de mağdur avukatları olarak dedik ki “eğer dernek ya da vakfın ihmali varsa, biz oraya da müdahil oluruz, ama biz bu davanın bir an önce yapılmasını istiyoruz. Çünkü hem mağdur çocuklar hem aileleri suçlunun mahkûm edilmesini bekliyorlar sabırsızlıkla.”
“ENSAR KAPANACAK, TAYYİP ALTINDA KALACAK”
Bahsi geçen barolar ve siyasi çevreler, gerçeğin ortaya çıkmasını ve cezanın hemen verilmesini değil de ötelenmesini neden istemiş olabilirler ki?
Vardığım kanaate göre, davanın uzamasını isteyenlerin amacı suçlunun yargılanması değil davanın uzamasıydı. Duruşma öncesinde ve sonrasında mahkeme salonu dışında “Ensar yıkılacak, Tayyip altında kalacak” gibi bir slogan atıyorlardı. Biz avukatız, onlar da meslektaşlarımız. Bir davaya böyle yaklaşırsanız siyasileştiririsiniz. Halbuki davanın amacı gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Dosyada gerçeğin ortaya çıkarılması için her tür teknik rapor ve ifade tanımlanmış, mağdur aileleri başta olmak üzere herkes karara varılmasını bekliyorken bunu geciktirmenin ne anlamı olabilir? Gerçeğin ortaya çıkarılmasının çocuklara ne faydası olabilir ki.
SİYASİ ŞOV YAPANLAR DAVAYLA İLGİLİ DEĞİLDİ
“Dosya bize gösterilmedi, davaya hazırlanamadık” diyen avukatlar da vardı. Çocukların zarar görmemesi için gizlilik kararı verilmiş bir davada usul nedir?
Bazı avukatlar evet “iddianamede neler var bakmadık, bize süre verilsin bakalım hazırlanalım” dediler. Bunun üzerine Karaman Baro Başkanı kalktı ve “arkadaşlar, ben Karaman baro başkanıyım, ne Ensar Vakfı’nın, ne Kaimder’in avukatlarıyla hiçbir irtibatım yok, artı aslen MHP il yönetimindeyim, bu yüzden tartışmaya girmeden şunu söylemek istiyorum, bu davanın soruşturması bir buçuk aydır devam ediyor ve ben sizi ilk kez burada görüyorum. Hiç biriniz gelip bu dosyayla ilgili araştırma yapmadınız. Sadece İstanbul Barosu’ndan bir kişi geldi, inceledi, şu anda da burada gerekli şeyleri söylüyor. Siz dosyayı incelemedik deyip süre talep ediyorsunuz” diyerek herkesi susturdu, “bir anlamda o sizin tembelliğiniz” demiş oldu.
“KARAR İLK DURUŞMADA ÇIKAR” DENİYORDU
Aslında bir buçuk aydır konuya sadece siyasi anlamda ve malum iddialarla yaklaşıyor belli bir çevre. En az on gündür de konvansiyonel ve sosyal medyada büyük bir hazırlık vardı duruşmaya dair?
Şu bir gerçekti ki hazırlıkları tamamen siyasi imiş. Madem önemsiyorsunuz davayı, o zaman bir avukat gönderin Karaman’a, olayı bir araştırıp soruşturun. Çok belli ki biraz da olayın kamuoyunda yarattığı infial nedeniyle mahkeme heyeti dosyaya iyi hazırlanmış ve karar ilk duruşmada çıkacak. Benim Karaman’a gitmeden önce İstanbul’da görüştüğüm ceza davaları konusunda üstat seviyesindeki avukatlar “bu dosyada karar ilk duruşmada çıkar” diyorlardı.
Peki, suçlunun yargılandığı dava dışında, yürüyen diğer soruşturma ne soruşturması?
Olayın ortaya çıkmasının ardından Ensar’la ilgili yüzden fazla suç duyurusu yapılmış. Bu şikayetlerden bazıları izinsiz yurt açma iddiasıyla ilgili. Hem kurum olarak, hem şahsi olarak Ensar Vakfı yöneticilerinin yargılanması yönünde bir soruşturma yürütülüyor şu an. Zaten Ensar da buna karşı çıkmıyor. Ensar’ın avukatları mahkemede de söylediler: Hakkımızda yürüyen bir soruşturma var, şikayeti olanlar o davaya müdahil olsunlar, hatalarımız kusurlarımız varsa biz buna açığız.”
Ensar Vakfı Başkanı Cenk Dilberoğlu da duruşmaya avukat cübbesiyle geldi, “çocuklar adına buradayım” dedi, şeklinde bir anti-tezvirat vardı?
Beş çocuğun vekiliydim ben. Ve davaya gelmek isteyen, bu tarihi bir dava, biz böyle bir davada çocukların yanında olmak istiyoruz diyen pek çok avukat arkadaşımı yetki belgesiyle yetkilendirdim. Cenk Dilberoğlu da öğrenciliğinden beri tanıdığımız, hukukçuluğu iyi olan bir arkadaşımız. Kendisi yetki belgesiyle duruşmaya “mağdur çocukların avukatı olarak” gelmiştir. Çünkü mağdur aileler bize “biz burada çok mağdur edildik, Ensar Vakfı kimliğiyle olmasa bile biz Cenk beyi yanımızda görmek istiyoruz” demişlerdi. Cenk de çocuklara sahip çıkmak için oradaydı.
Sanığın avukatı kimdi?
Karaman Barosundan hiç kimse sanığı savurmak istememiş. Bize aktarılan şey, Baro mecbur kalmış kura çekerek avukatı görevlendirmiş. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim; Bir mecburiyetle görevlendirilmişti ama savunmanın hakkını da verdi doğrusu.
Gizliliğin hakkı verildi mi peki gerçekten? Çocuklar mahkeme salonuna getirildi mi, ya da başka bir sistemle dinlendi mi?
Hayır. Asla. Hakim bu konuda çok hassas davranmıştı. Duruşmaya başlamadan önce de taraflara çok güzel bir biçimde açıkça söyledi: “Arkadaşlar bu konu çok hassas. Burası küçük bir yer. Bu çocuklar burada yaşamaya devam edecekler. Ailelerin maddi durumu iyi olan, şehir değiştirme gücü olan aileler değil. Çocuklar burada büyüyecek. Gizlilik kararını o yüzden verdim. Sizden ricam duruşmadan dışarıya onlarla ilgili en ufak bir bilginin dahi çıkmaması. Ben hastanede muayeneye çocukları ve aileleri birbiriyle bile karşılaşmayacak şekilde gönderdim. Adliyeye geldikleri günleri de ona göre ayarladım. Her birinin gününü saatini ayırdım onları karşılaştırmadım. Farklı kapılardan girip çıkmalarını sağladım. Mağdur çocuklar birbirini bile bilmiyor”.
İsim, soyisim, kimlik bilgileri açıklandı mı duruşmada?
Evet mecburen. Kimlik bilgileri, TC noları, adres bilgileri…
Ama ben şundan endişe ederim. Türkiye’de ne yazık ki vahşi bir medya var, benzerleri daha önce defalarca görüldü. Diyelim ki orada bulunan “siyasi emelleri olan” bir avukat, o bilgileri alıp yandaş medyasına sızdırabilir ve vahşi bir gazeteci sırf Ensar aleyhine bir şeyler söyletebilmek için o çocuklardan bir ikisine ulaşabilir, çocuğu ifşa edebilir… Çocuklar bu riske açık mı şu an?
Hem iddianamede hem kararda hem de davayla ilgili pek çok belgede çocukların kimlikleri, adresleri ve nüfus bilgileri açıkça var. Onları düşünmeden onlara ulaşmak isteyen birileri olabilir elbette. Hatta orada mağdur avukatlarından biri duruşma devam ederken sosyal medyayı da takip edenlerden biri kalktı dedi ki mahkeme heyetine “Efendim, duruşma giren avukatlardan bir kısmı dışarı çıkarak medyaya açıklamalar yapıyor, aynı anda Sözcü gazetesi de bunları yayınlıyor, lütfen buna engel olun” dedi. Ama Hakim bir yaptırımı olamayacağını, bu konuda ancak ricacı olabileceğini ve avukatların vicdanına kaldığını ifade etti.
Yeterli değil bu, o çocukların hiç değilse bundan sonra gerçekten ve her tür kötülükten korunabilmesi için isimlerinin bir şekilde gizlenmesi gerekiyor!
Maalesef durum suistimale açık. Karar çıktı ve kararlar avukatlara açık olmak zorunda. Ama biz duruşmadaki avukatların bir kısmının çocukları düşünmediğini net olarak gördük aslında.
O zaman izninizle ben buradan Adalet Bakanlığı’nı uyarmak ve olur ya böyle bir haber için çocukları deşifre etmeye kalkan bir gazeteci olursa da onu şimdiden lanetlemek istiyorum!
İnşallah olmaz. Ben beş çocuğumuzun avukatı, mağdur vekili olarak, orada salonda da söyledim aslında. Kararı alanlar bu bilgileri paylaşmasın diye ama bu tamamen vicdanlara kalmış bir şey.
45 çocuk deniyordu, davada 10 çocuk vardı. Fark ne?
45 rakamı olayı duyuran Birgün gazetesinde bu şekilde yer aldığı için öyle yayıldı ama doğru değil. 10 çocuk var. 10 çocuğun tamamında da böylesi bir durum söz konusu değil. Kimisinde müstehcen yayın seyrettirme var. Kimisinde sadece tasaddi (teşebbüs) var. Ben böyle bir şeye maruz kaldım(tecavüze uğradım) diyen çocuk sayısı iki.
Cumhuriyet gazetesi suçlu Muharrem Büyüktürk’ün davanın sonunda “Ensar ve Kaimder istediğini aldı, beni de kurban ettiler” demiş. Doğru mu bu, aslı nedir?
Sanık şunu söyledi, bir şekilde atlamışlar: “Bir tarafta Ensar Vakfı ve mağdur avukatları, öbür tarafta baro avukatları var. Ben arada kurban edildim” dedi.
Duruşmadan dışarı sızan ve tartışmaya sebep olan ifadelerden biri de sanığın “Devrimci gelenekten geliyorum” dediği yönündeydi. Nedir bu ifade, bağlamı nedir?
Şöyle. Savcı iddianamesini hazırlamış. Sanığın suçlarıyla ilgili TCK maddeleri tek tek yazılmış. Bu maddelerden biri de TCK 103, D bendi. TCK 103-D der ki “Çocuğun cinsel istismarına sebep olan kişi eğer çocuğun eğiticisiyse ceza yarı oranında artırılır.” Burada amaç çocuğun üzerinde etki gücü bulunan birinin bu güce dayanarak suçu işlemesi halinde cezayı artırmaktır. Suçlunun avukatı bu maddenin sanık için uygulanamayacağını anlatırken “benim müvekkilim bu çocukların Kuran hocası ya da bir derste, bir konuda hocası falan değil” diye sanık lehine bir savunmada bulunurken ve “Kuran hocası falan değil” dediği esnada suçlu “ben zaten devrimci gelenekten geliyorum” dedi! Ben bunu duydum ve hemen Mahkeme başkanından kayda geçirmesini istedim. Ben sadece bu kısmını duydum ama arkadaşlarım devamını da duymuş. Sanık Muharrem Büyüktürk meğer devamında “benim Kuran’la falan işim yok, ben İvriz Okullarından mezunum…” (Köy Enstitüsükökenli bir okul olan İvrizÖğretmen Okulu) Ama o esnada sanık avukatı savunmasına devam ettiği, zaten salon küçük ve uğultulu olduğu için bu ifadeyi duymamış Hakim Bey.
Bu ifadeyi davayı takip eden gazetecilerden Halime Kökçe kamuoyuna aktardı ve bu nedenle linç ediliyor şu an.
Halime Kökçe gibi diğer medya mensupları da salonda değildi ama ben dahil onlarca avukattan bu ifadeye dair bilgiyi aldığı için aktarmıştır. Ama hakim duymadığı için tutanaklara geçirilemedi. Ama şu var. Duruşmaya dair tüm konuşmalar SEGBİS sistemiyle (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi)kaydediliyor. Zaten sanığın önünde de mikrofon olduğu için bu ifade video kaydının tape edilmesiyle ortaya çıkacaktır.
508 yıl 3 ay hapis cezası 32 yıl olarak infaz edilecek! Bu da çok dengesiz, çok anlamsız ve çok haksız!
İnfaz yasamızda böyle bir durum var. Cezalar insan ömrü üzerinden düşünülüyor ve bu rakam çıkıyor ortaya. Ömür boyu ceza dediğimiz şey 32 yıl. O yüzden burada başka bir durum var. Biz mağdur avukatları olarak –ki Ensar Vakfı avukatları da bunu söylüyor- bu kişinin idam edilmesini istiyoruz.
İdam cezasının geri gelmesine yönelik toplumsal bir talep de var aslında, tecavüz davaları, Özgecan cinayeti gibi benzeri infial uyandıran davalarla ilgili?
Alev Alatlı Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde bir konuşma yapmıştı: “Meşru olanla hukuki olan artık bir araya gelmeli”. Biz bunu aslında Özgecan davasında çok yakında da gördük. Katil cezaevinde öldürüldü ve bu ölümle ilgili toplumun hiçbir kesiminden tepki gelmedi. Cezaevlerinde güvenlik sorunlarını sorun edenler bile tepki vermedi. Mezar bile bulunamadı, kimse istemedi kendi yakınlarının yattığı mezarlıkta gömülmesini. Niye? Çünkü herkesin kafasında “bu suçu işleyen kişi öldürülmeli” fikri vardı. Devlet bunu yapmalıyken birileri yaptı. Ve ne medya ne siyaset itiraz etmedi. Adaletin tecelli etmediği bir durum var çünkü.
Sizin bu davayla nasıl bir ilişkiniz var?
Olay medyada çıkınca Karaman’daki tanıdıklarımızla konuştuk ve ailelerle irtibata geçtik. Ne yapabiliriz, çocuklara ve ailelere nasıl yardımcı olabiliriz diye. Ailelerin tek isteği vardı: Bu kişi suçunun cezasını en ağır şekilde alsın! Ben beş mağdur çocuğumuzun avukatlığını yaptım. Halen de irtibatımız sürüyor, her tür ihtiyaçlarıyla ilgileniyoruz.
Çocuklar nasıl şimdi, bütün bu süreç nasıl etkiledi onları?
Bu konuya hiç girmek istemem.
Onların isimleriyle, kişilikleriyle ilgili bir şey konuşmayacağız. Kamuoyu onların iyi olduğunu, geleceklerinin iyi olacağını bilmek istiyor. Herkes için öğretici bir tarafı da var.
Aslında çocukların pedofili konusunda bilinçlendirilmesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördüm. Psikologların söylediğine göre, çocukların cinsel istismarında en kötü olan “vampir sendromu” dedikleri şey. Vampir kimi ısırırsa o kişinin de vampir olması gibi bir döngü korkutuyor. Şu an Bakanlık uzmanları, psikologlar çocuklara ve ailelere her anlamda olduğu gibi bunu önlemek için de yardımcı olmaya çalışıyorlar. Ben buna şahit oldum.
Devletin ve kurumların sorumluluğuna gelelim. Olay yaşandıktan sonra değil de yaşanmadan önce, yaşanmaması için neler yaptıklarına. Şimdi Ensar Vakfı vakıf olarak, Kaimder dernek olarak bir mevzuata bağlı. İlgili kurumların ve valiliğin kusuru, ihmali nedir tam olarak bu olay örgüsünde?
Önce şunu net olarak söyleyeyim. Ensar’ın da, Kaimder’in de burada bir ihmali varsa sorumlular kimse ortaya çıkması lazım. Ailelerle görüştüğümde, evlerin statüsünü anlamaya çalıştığımda ve orada aslında ne olduğuna baktığımda durum biraz farklı.
Nedir farklı olan?
Şöyle: Köylerde ortaokul yok ve çocuklarını okutmak için Karaman’a göndermek zorunda kalan, şehirde çocuğunu yanına bırakabileceği bir yakını, akrabası da olmayanlar için çocuğun kalacak yer sorunu çok büyük. Karaman ise küçük bir yer ve ortaöğretim çocukları için yurt yok. Aslında sadece Karaman’da değil Türkiye’nin pek çok şehri aynı durumda. Üniversite öğrencileri için az çok yurt olsa da ortaöğretim için yurt yok ya da çok kısıtlı. Bu yüzden aileler öteden beri birlikte ev tutup üç beş on çocuğun bir evde kalmasını sağlıyorlar. Başka çareleri yok.
Bu olayda da böyle olmuş. Çocuklar için aileler ev tutuyor. Muharrem Büyüktürk de çevrede iyi bilindiği, öyle sanıldığı için “Hocam çocukların başında durur musunuz” diyorlar. Bu kişi de Karaman’ın bir köyünden ve yeni boşanmış, kalacak yeri yok. Çocuklarla kalmaya başlıyor bu kişi. Aynı aileler bu defa Ensar Vakfı’na “bizim burada bir evimiz var, sahip çıkın, göz kulak olun” diye rica ediyorlar. Bu esnada Ensar Vakfı’nın o zamanki il başkanıyla bu kişi arasında da bir mevzuda tartışma çıkıyor.
ADAM TAM BİR PSİKOPATTI!
Bu konuyla ilgili mi?
Hayır, bambaşka bir konuda. Bunun üzerine Muharrem Büyüktürk ailelere “ben ayrılıyorum, buradan gideceğim” deyince aileler “aman hocam, çocuklar açıkta kalır, biz bina tutalım, bir katını sen kullan, öbür katlarda çocuklar kalsın, sen de onların başlarında durmaya devam et” diyorlar. Bu esnada bu kişiyi biriyle evlendiriyorlar. Üç katlı binanın ilk katına eşiyle birlikte o yerleştiriliyor.
Hatta eski eşi olan hanımefendi duruşmaya geldi ve “bu adamın tam bir psikopat olduğunu, iki ay evli kaldıklarını ve hiç birlikte olmadıklarını, aynı odada bile yatmadıklarını, daha sonra korkusundan o evde yokken gizlice evden kaçtığını” anlattı.
Bu esnada baro avukatları sordular “siz evde psikopattı diyorsunuz ama buraya gelen tüm öğretmenler, müdürler, müdür yardımcıları bunun çevresinde sayılan sevilen biri olduğunu, öğrencilerin onu çok sevdiğinden bahsettiler” dediler. Kadın şu cevabı verdi: Evet kapıdan içeri girdiği anda psikopattı, dışarı çıktığında bambaşka biriydi.
Çift kişilikli biri olduğunu, dışarıda kendini farklı yansıttığını, insanları aileleri de bunun yanılttığı anlaşıldı.
O EVDE “GÖNÜLLÜ” OLARAK KALIYORDUM
Olaya dönersek…
Bu üç katlı binaya bu şekilde yerleştiriliyor. Bu esnada sanığa soruldu: Bu evin masraflarını kim karşılıyordu, ne kadar maaş alıyordu diye. Sanık da “ben 2 bin 700 lira maaş alıyorum, bu evin masraflarını benim karşılamam mümkün değil, aileler karşılıyordu diye cevapladı. Sonra yine soruldu Baro avukatlarınca. Ensar’dan herhangi bir maaş alıyor muydun” diye. Cevap: “Hayır hiçbir maaş almıyordum, ben zaten orada kalıyordum ve orada tamamen gönüllü olarak bulunuyordum”.
VAKIF VALİLİĞİN YARDIMINI TRANSFER İÇİN DEVREYE GİRMİŞ
Bir iddia var, ciddiye alınması gereken: Karaman Valiliği, İl Özel İdaresi aracılığıyla bu eve 25 bin lira yardım yapıyor. İddia “Valiliğin yasa dışı bir yurda yasal yoldan kaynak aktardığı” yönünde. Bu neyin nesidir, valilik resmi olarak var olmayan, denetleyemediği, ailelerin çocukları için tuttuğu bir eve nasıl ve ne için yardımda bulunmuş?
O da şöyle: İstanbul’da ya da pek çok şehirde öğrenci evleri vardır. Bu evlere vakıflar, dernekler, STK’lar, belediyeler çeşitli yardımlarda bulunur. Evin kapısını çerçevesini, boyasını badanasını, çekyatını ranzasını çalışma masasını karşılarlar. Nasıl olur bu? Üniversite ise öğrenciler, orta öğretim ise aileler bu vakıflara derneklere gelirler ve bizim şuna, şuna ihtiyacımız var derler. Öğrenci evlerinin resmi statüsü olmadığı için de valilik vakıflara bağış yapar, vakıflar da öğrenci evlerine bağış yapar, yardımı aktarır.
BELEDİYELER PARTİLER ÖĞRENCİ EVLERİNE YARDIM GÖNDERİR
Ensar Vakfının ve Kaimder’in bu evle kurumsal bir ilgisi yok, sadece bağışların transferi için aracı oluyorlar, öyle mi?
Aynen öyle. Bu aslında her yerde halen böyle devam eder. Bunu herkes bilir. HDP’li belediyeler HDP’li öğrenci evlerine, CHP’liler CHP’ye yakın öğrencilere, yani herkes kendine yakın gördüğü öğrencilere bu tür yardımlar yapar. Kurumsal bir yapıya dahil olmadığı için de denetim açığı böylece devam ediyor.
ZAMAN GAZETESİ DE SAPIĞIN MAKALESİNİ YAYINLAMIŞ
Peki. 2013-2015 arasında yani uzun süren bir istismar var, üstelik çok sayıda çocuk söz konusu. Nasıl anlaşılmıyor? Daha sonra Konya Ereğli’ye giderken de 7 çocuğu yanında götürmüş bu sapık?
Sadece Ereğli de değil, Kayseri’ye ve başka yerlere de götürüyor. Çanakkale’ye götürüyor, sömestr tatilinde gezdiriyor. Ve herkes bunu bir öğretmenin çocukları bir tür faaliyet kapsamında gezdirdiğini düşünüyor. Çocukları bu amaçla gezdirirler çünkü. Zahire göre hareket edildiği için insanlar çocuklara iyilik yaptıklarını düşünerek bu kişilere yardımcı da olabilir. Kimsenin aklına aksi bir durum gelmiyor. Nitekim Zaman gazetesi Muharrem Büyüktürk’ün bir yazısını yayınlamış. (Kupürden okuyor): “Zaman içinde kaybolmuş kimseleriz. Peki bu vakitler taşra için ne ifade ediyor, diyerek Muharrem Büyüktürk’ün yazdığı bir yazıdan alıntı yapılarak bu alıntı Zaman gazetesinde yayınlanıyor.
BİRİKMİŞ İRİN PATLADI!
İddia edildiği gibi sistematik istismardan söz edilemez, kurumların evlerle kurumsal değil konjonktürel ilgileri olabilir ama yine de sonuçta büyük bir açık var ve bunda siyasi ideolojik ayrımı olmaksızın herkesin büyük kusuru var! Birikmiş irin patladı!
Şüphesiz öyle. Ama bu dünün bugünün açığı değil. Şunu görmek zorundayız. 30-40 yıldır hatta cumhuriyetten bu yana var olan bir açık ve kapatılamadı hala. Sonuçta çocuklarını milli manevi değerlerle yetiştirmek isteyenler seçeneksiz bırakıldı. Dini eğitim kurumlarının olmaması merdivenaltı bir düzene yol açtı. İmam hatip ve Kuran Kursu öğrencileri için sosyal ve fiziki şartlar oluşturulamadığı için aileler çocuklarına yer bulmakta zorluk çekti. Eğer bu ihtiyaçlar vaktiyle karşılansa ve ailelere imkanlar sunulsaydı bu sıkıntılar yaşanmayabilirdi. Bu sorun sadece bir çevrede oluyor da değil. Çocukların yatılı kaldığı pek çok yurtlarda, evlerde, spor ve kültür kulüplerinde her yerde ne yazık ki bu problem oluyor. Devletin denetimi kadar, ailelerin, çocukların, öğretmenlerin, antrenörlerin… bilinçlendirilmesi de çok önemli. Yüzme havuzlarında, spor kulüplerinde, seküler kesimlerin vakıflarında yurtlarında da oldu maalesef.
© Tüm hakları saklıdır.