Radikal Gazetesi yazarı Altan Öymen, bugünkü yazısında son yaşanan küresel ekonomik kriz sonrasında kapitalizmin geleceğiyle ilgili ortaya atılan tezleri ele aldı.
Dünya, ekonominin durumunu konuşuyor. Soru basit:
“Ne olacak bu işin sonu?”
Dünya basınında da, bizim basınımızda da ‘dünya kadar’ yazı yazılıyor, konuşma yapılıyor. Öne sürülen tezler çok çeşitli. Fakat başlıca iki tez var:
1) 1990’da komünizm çökmüştü. Şimdi de kapitalizm çöküyor. Bundan sonra artık, ne eskisi gibi tam liberal ekonomiler kalır, ne de şimdiye kadarki gibi bir ‘küreselleşme’ kalır.
2) Hayır kapitalizmin çöktüğü falan yok. Liberal ekonomiye bir süre devlet müdahaleleri gelir. Ama, sistem daha sonra kendini tamir eder. Liberalleşme de, küreselleşme de, yenileşip düzelerek devam eder.
Evet, iki ana tez bu...
Tabii, bunun alt başlıkları da var:
‘Kapitalizm çöktü’ diyenler arasında, onun yerine sosyalizmin -tabii yenilenmiş ve yanlışlarını düzeltmiş şekilde- yeniden ‘in’ olabileceğini söyleyenler de var.
“Hayır sosyalizm de bitti. Artık o da gelemez. Ama bugünkü düzenin yerine, ekonominin kamusal kontrolünün çok daha kuvvetli olacağı yeni sistemler ortaya çıkar” diyenler de...
‘
Kapitalizm çökmez’ diyenlerden bazısı da Çin örneğini gösteriyor. ‘Kapitalizm değil ama, demokrasi çöker’ diyor.
Çünkü, malum, bu krizde en sağlam kalan ülke Çin... Hatta gelecekte onun, kapitalizmin metotlarını uygulayarak, Amerika’yı da dize getirebileceği öne sürülüyor.
Amerika’dan farkı, adı ‘komünist’ olan bir ‘tek partili’ rejim olması... Demokrasinin klasik ilkelerini ülkesinden içeri sokmaması...
Tabii, bu ve benzeri tezler ile bunların alt başlıkları, daha çok tartışılacak... Bu sütunlarda, üç yazı içinde özetlemeye çalışmıştık: 1929 krizinden sonra da, krizin yakın bir gelecekteki etkilerinin tahmin edilmesi çok kolay olmamıştı.
Amerika’da ‘Liberal ekonomi kendi kendini tamir eder’ diyen Başkan Hoover’in politikaları iflas etmiş, ABD’nin yeniden belini doğrultması ancak, 1932’de Başkan seçilen Roosevelt’in devlet müdahalelerine dayalı uygulamalarından sonra, o da ancak altı-yedi yıllık bir zaman içinde, mümkün olmuştu.
Amerika’nın milli gelir istatistiklerine göre, ‘gayri safi milli hasıla’sı, 1929-1932 yılları arasında tam yüzde 27 oranında düşmüştü. Yani Amerikan halkı üç yıl içinde o oranda fakirleşmişti.
1932’den sonraki dört yılda ise, ancak, ABD’nin 1929’daki gelir düzeyine ulaşılabilmişti. O düzeyin üstünde yeni bir gelişme sürecinin başlaması da, ancak İkinci Dünya Savaşı yıllarında -gene devlet kontrolü altındaki- savaş ekonomisi koşulları altında gerçekleşmişti. (Yani, liberal piyasa ekonomisi koşulları altında değil.)
Tabii, sonra, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin arkasından, ABD, savaş sonrası dünyanın ihtiyaçları karşısında yeniden kapitalizmin şampiyonu haline geldi. Sadece kendini değil, etkisi altındaki ülkeleri de piyasa ekonomisi koşulları altına soktu. Hele, Batı Bloku’nun çöktüğü 1990’yılından sonra, ‘küreselleşme’ ilkesi etrafında, tüm dünyanın ekonomisini yönlendiren ‘patron ülke’ oldu. Evet, ABD’de 1929’da çöken kapitalizm, sonuçta dizlerinin üstünde yükselip yeniden canlandı, kuvvetlendi.
Ama şunu sormak gerekli: Ne kadar zaman sonra oldu bu iş?..
İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcını alırsak tam 10 yıl sonra...
ABD’nin güçlenmesi sürecinin devamına bakarsak, buna, savaş sırasında devlet kontrolünün daha da etkili şekilde devam ettiğini görmek ve buna 6 yıl daha eklemek gerekir.
Tabii, şunu da unutmamalı: ABD kapitalizmi?İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızla güçlendi, ABD dünyanın başka ülkelerini de etkiledi, kendi ekonomik rejimi içine soktu ama,o ülkeler, 1990’a kadar, ‘Batı bloku ülkeleri’nden ibaret kaldı.
Dünyada o vakte kadar bir de, sosyalist rejim altındaki ülkeler vardı.
O da hesaplanırsa, kapitalizmin 1929’dan sonra, bugünkü ölçüsündeki küreselleşmesine kadar geçen zaman, 61 yılı bulur...
Şimdi, dünyanın genel manzarasının ortaya koyduğu bir gerçek daha var:
Bugüne kadarki kapitalist küreselleşme koşullarının içine giren devletlerin önemli bir kısmı, kendi başlarının çaresini aramaya başlamıştır.
Avrupa Birliği ülkeleri arasında bile, ortak politikalar izlenmesi, giderek daha güçleşiyor.
Bazıları şimdiden, ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ deyişini daha gerçekçi bulmaktadır.
Bu durumda, ABD ile birlikte, şimdiye kadar ‘tam liberal’ piyasa ekonomisini benimsemiş olan ülkelerin hepsinin birden, krizin sıcak dönemi geçtikten sonra da, aynı yola geri dönmeleri zordur.
Klasik deyimiyle: Dünya ekonomisinde ‘kartlar yeniden karılmakta’dır. Yeni bir dağılımdan sonra, ne olacağını kestirmek kolay değildir.
Gene 1929 sonrasına bakalım:
ABD, krizle baş etmesi uzun da sürse, gene sorununu, demokrasi içinde çözmeyi başardı. İngiltere gibi, İsviçre gibi, İskandinav ülkeleri gibi bir kısım başka ülke de öyle... Onlar da başardılar.
Almanya, onu başaramadı. Başta işsizlik olmak üzere krizin getirdiği felaketlerden kurtulmanın yolunu, Hitler’in “nazizm”de aradı. Onun gibi, başka bazı Avrupa ülkeleri de benzeri rejimler altına girdi.
İtalya zaten Mussolini’nin ‘faşizm’i içindeydi. 1929 krizini, kendi diktatörlüğünü perçinleştirmenin vesilesi olarak kullandı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinde de, 1929 krizinin, “Maksizmin ne kadar haklı olduğu”nu kanıtladığı vurgulandı. Kriz orada da Stalin’in işine yaradı.
Özetle: Tabii, bugünün koşulları, 1929’un, 1930’ların, 1940’ların koşullarından çok farklı. Bu krizin arkasından neler olabileceği yolundaki tezler, o zaman olup bitenlere dayatılamaz.
Ama o tezleri gene de yabana atmamalı... Çünkü o tezler üzerinde yapılan tartışmaları izledikçe bir “ortak payda” ortaya çıkıyor. Tartışanların, hepsi kabul ediyorlar ki, yarının dünyasında herşey, eski haline birden bire gelemeyecek... Dünya düzeninin kısmen de olsa- ister o şekilde ister şu şekilde yeni bir “istikrar”a kavuşması için, hayli zaman geçmesi gerekecek.
Ve o zaman içinde tartışma konuları arasına daha birçok şey girecek.