20 Eylül 2017 16:47
Kapital’in önemi yalnızca 'kapitalizmin bilimsel incelemesi' olarak sahip olduğu kuramsal başarıdan kaynaklanmaz. Aynı zamanda insanlığın özgürleşmesi için dünyayı bilinçli bir şekilde değiştirme mücadelesinin kılavuzu olarak tasarlanmıştır.
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muammer Kaymak'ın Gazete Duvar'da yayımlanan yazısı şöyle:
Karl Marx’ın başyapıtı Kapital 150 yaşında… 14 Eylül 1867’de Hamburg’da yayınlanan ilk cildin üzerinden geçen bir buçuk asır boyunca bu eser, kapitalizmin işleyişini anlamanın temel kaynaklarından biri oldu. Bugün de, ortaya koyduğu analizin entelektüel gücü ve çarpıcı sunumuyla, Marx’ın en keskin ideolojik hasımlarının bile yüzleşmek zorunda kaldıkları bir zirveyi temsil etmeye devam ediyor. Kapital’in önemi yalnızca ‘kapitalizmin bilimsel incelemesi’ olarak sahip olduğu kuramsal başarıdan kaynaklanmaz. Aynı zamanda insanlığın özgürleşmesi için dünyayı bilinçli bir şekilde değiştirme mücadelesinin kılavuzu olarak tasarlanmıştır. Marx’a göre bu görev kapitalizmin ‘mezar kazıcısı’ olan modern işçi sınıfının omuzlarındadır.
Kapital, bir üretim biçimi olarak kapitalizmin oluşumunu, işleyiş mekanizmalarını ve bu mekanizmaların neden kapitalizmin sonunu getirecek dinamikleri hazırladığını anlatır. Kapital’de konu edilen tarihsel malzeme ve kuramsal tartışmalar, büyük ölçüde kapitalizmin doğduğu ilk ülke olan İngiltere ile ilgilidir. Marx, Almanca kaleme aldığı eserin önsözünde Romalı şair Horatius’un bir şiirinden alıntıyla, Kapital’de anlatılanların Almanya’daki koşullarla ilgisi olmadığını düşünebilecek Alman okuyucuyu şöyle uyarır: De te fabula narratur. (Anlatılan senin hikâyendir.)
Marx’ın Alman okuyucu için yaptığı uyarı, bugün eserin çevrildiği çok sayıdaki dünya dilinde yankılanmaktadır. Anlatılan hepimizin hikâyesidir. Bugün kapitalizmin üzerinde yükseldiği toplumsal ilişkiler dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılmıştır. Bangladeş’in ve Kamboçya’nın tekstil işçileri, Somalı madenciler, Shenzhen’in elektronik işçileri, Antep ve Adana’nın Suriyeli mülteci işçileri, lüks plazalardaki beyaz yakalılar, Marx’ın Kapital’de İngiliz fabrika sistemi üzerine yazdıklarında kolaylıkla kendi hikayelerini bulacaktır.
Kapital, muarızları tarafından sıkça 19. yüzyıla ait modası geçmiş bir kitap olarak damgalanmıştır. J.M. Keynes, 1925’de SSCB gezisinin ardından yazdığı makalede Kapital’den “sadece bilimsel olarak yanlış olduğunu değil fakat modern dünya için hiçbir ilgi çekici veya uygulanabilir yanı olmadığını bildiğim modası geçmiş bir iktisat ders kitabı” diye bahseder. Ama Kapital kapitalizmin yıkıcı doğasının ürettiği her sorunda yeniden insanlığın gündemine girmiştir. Örneğin 2008 krizi sonrasında Kapital’e yönelik popüler ilgide büyük bir patlama yaşanmıştır. O yıl içerisinde gazetelere yansıyan bir haberde, Kapital’in Almanya’daki yayıncılarından birisi Kapital satışlarının 2008 krizi sırasında bir önceki yıla göre 7-8 kat arttığını, işadamlarının bile olup biteni anlamak için Kapital satın aldığını” söylemektedir.
Kapital, Marx’ın politik ekonomi üzerine uzun yıllara dayanan araştırmalarının en olgun sonuçlarını bir araya getirdiği bir eserdir. Üç cilt olarak hazırlanan eserin yalnızca 1867 yılında yayınlanan ve üretim sürecinde sermaye ücretli emek ilişkisini ele alan I. cildi, Marx’ın sağlığında yayımlanabilmiştir. Marx, eserin II. ve III. cildini oluşturacak ham taslaklar ve notları I. cildin tamamlanmasından önce kaleme aldığı halde, kötü beslenme ve aşırı çalışmanın yol açtığı ağır sağlık sorunları nedeniyle bunlara son şeklini verememiştir. Bu ciltler, ölümünün ardından yoldaşı ve yakın çalışma arkadaşı Friedrich Engels tarafından yayıma hazırlanmış, sermayenin dolaşım sürecini ele alan II. cilt 1885’de, kapitalizmin pratik işleyişinin temel mekanizmalarına odaklanan III. cilt 1894’de yayınlanmıştır. Kapital’de ele alınan devasa iktisadi literatürün eleştirel incelemesini içeren ve genellikle “IV. cilt” olarak anılan “Artık Değer Teorileri” ise tam olarak 1950’lerde yayımlanmıştır.
1857-1858 yıllarında Kapital’de ve Kapital’i de içeren daha geniş bir çalışmada yer almasını planladığı konuları içeren ve kısaca Grundrisse diye bilinen el yazmaları da Kapital’in bir parçası olarak değerlendirilebilir. 1859 yılında yayınlanan Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı adlı eseri de, her ne kadar Marx bu eserin içeriğinin Kapital’in I. cildinde kapsandığını’ söylese de özgün bir kaynak olarak Kapital’in önemli bir tamamlayıcısıdır. Aslında Kapital’in üç cildi ve andığımız diğer çalışmalar Marx’ın, politik ekonominin incelenmesi için tasarladığı planın çok küçük bir bölümünü oluşturur. Ne var ki bu kapsamlı plan Marx’ın kötüleşen sağlık koşulları ve erken ölümü nedeniyle hayata geçememiştir.
Kapital, “Politik Ekonominin Eleştirisi” alt başlığını taşımaktadır. “Var olan her şeyin acımasızca eleştirisi” Marx’ın komünizme yöneldiği ilk gençlik yıllarından itibaren yöneldiği araştırma gündeminin esasını oluşturur. Marx’ın insanlığın özgürleşmesi için ortaya koyduğu “eleştiri programı” başlangıçta, entelektüel formasyonunun da etkisiyle hukukun, devlet kuramının ve felsefenin eleştirisine odaklanmıştır. 1842-43’te Rheinische Zeitung adlı ilerici bir gazetenin başyazarı olarak, Ren Eyalet Parlamentosu’ndaki orman kaçakçılığı, toprak mülkiyetinin parçalanması ve serbest ticaret ve korumacılık üzerine tartışmalar dikkatini iktisadi sorunlara yöneltmiştir. İktisadi sorunlara yöneldikçe, “devlet ve hukuk biçimlerinin kaynağının, dönemin önde gelen düşünürleri tarafından ‘sivil toplum’ olarak kavramsallaştırılan toplumun maddi varlık koşullarında bulunduğunu ve sivil toplumun anatomisinin de, politik ekonominin içinde aranması gerektiği sonucuna” ulaşmıştır. Marx, politik ekonomi üzerine yoğunlaştıkça, kendi adıyla anılan, Engels’in de oluşumunda önemli katkıları bulunan tarih ve toplum kuramını olgunlaştırmıştır.
Burada kısaca politik ekonomi terimini açmak yararlı olacaktır. Politik ekonomi 1890’lara kadar bugün iktisat (ing. economics) olarak adlandırılan bilimin adıdır. Türkçe’nin söz dizimine uygun olmadığı halde daha yaygın olarak kullanılan Fransızca kökenli “ekonomi politik” ile eşanlamlıdır. Politik ekonomi, çoğu kez sanıldığı gibi iktisadi sorunların politik boyutları ile ilgili değildir. Antik Yunanca’da ev ya da hanenin idaresi anlamını taşıyan “oikonomia” kavramının 17. yüzyılda modern burjuva devletin oluşum sürecinde devletin idaresi şeklinde genişletilmesinden doğmuştur. Burada politik kavramı devlet ya da ülke anlamını taşır. Politik ekonomi bilimi bugünün iktisat bilimi ile temel sorunsalı ve dayandığı kuramsal çerçeve bakımından hiçbir ortak yön taşımaz. Marx’ın “politik ekonomi” derken kastettiği esas olarak Adam Smith ve David Ricardo gibi İngiliz düşünürlerin temsil ettiği klasik politik ekonomi okuludur. Klasik politik ekonomi, Hegel’de en yüksek ifadesini bulan klasik Alman felsefesi ve Fransız sosyalizmi ile birlikte Marx’ın entelektüel mirasının temel bileşenlerinden birisidir.
Marx’a göre bu okul, 1830’lardan itibaren kapitalist sınıfın dar, günlük çıkarlarının savunulmasına yönelen yüzeysel (vulgar) politik ekonomiden farklı olarak “burjuva toplumundaki gerçek üretim ilişkilerini araştıran bir ekonomi bilimi”ni temsil eder. Bu okulun bilimsel başarıları, o dönemde burjuvazinin feodalizme ve feodalizmin kalıntısı sınıflara karşı verdiği iktidar mücadelesi içinde ilerici bir rol oynamasından kaynaklanır. Marx klasik politik ekonominin hem en büyük eleştirmeni hem de önemli bir izleyicisidir. Kapital’de geliştirdiği artık değer kuramı, klasik politik ekonominin değer ve bölüşüm kuramından hareket eder.
Marx, tüm bilimsel başarılarına karşın, bu okulun, kapitalizmin tarihte oynadığı ilerici rolden hareketle kapitalist ilişkilerin tarihsel karakterini göz ardı etmesini, özel mülkiyet, sermaye ücretli emek ilişkisi gibi kapitalizme özgü toplumsal ilişkileri evrensel ve ebedi ilişkiler olarak görmesini eleştirir. Ona göre klasik politik ekonomi, kapitalist üretimi, insanlığın geçim araçlarını doğayı dönüştürerek sağlamaya başladığı günden beri var olan genel olarak üretim ile özdeşleştirerek, kapitalizme özgü ilişkileri doğallaştırır. Genel olarak üretim, bütün üretim biçimlerinin ortak paydasıdır. Her türden üretim için bazı araç gereçler, hammaddeler/yardımcı maddeler ve emek süreci gerekir. Ancak sermaye [kapital] yalnızca, üretimin piyasada kâr elde etmek amacıyla meta üretimi temelinde örgütlendiği kapitalizme özgü bir kategoridir. Sermayenin var olabilmesi için, sahip olduğu üretim araçlarından koparılmış ve hayatta kalabilmek için sermayeye kendi emek gücünü satmak zorunda olan işçilerin varlığı zorunludur. Sermaye ancak, serbest işçinin ürettiği artık değer sayesinde var olabilir. Bu tür bir ilişki yalnızca kapitalizme özgüdür. Bu çerçevede sermaye (kapital) para ya da üretim araçları değil bir toplumsal ilişkidir. Marx’ın politik ekonominin eleştirisi için kaleme aldığı esere Kapital başlığını koyması tam da bu noktayı vurgulamak içindir.
Bugün neden güncel
Marx’a göre özgül bir üretim tarzı olarak kapitalizmin doğduğu Batı Avrupa toplumları, sırasıyla ilkel komünizm, kölecilik, feodalizm aşamalarından geçmiştir. Son olarak kapitalizm feodalizmin dölyatağından doğmuştur. Marx, sermaye ilişkisinin belirleyici hale gelmesini sağlayan feodalizmden kapitalizme geçiş sürecini sermayenin “ilk birikim” süreci diye tanımlar. Bu süreç, İngiltere’de köylülerin topraklarından zorla koparılmalarıyla ve buna eşlik eden devlet şiddetiyle gerçekleşmiştir. Bugün kimi yazarlar, neoliberal döneme damgasını vuran dünyanın azgelişmiş bölgelerindeki köylü yığınlarını mülksüzleştiren serbest ticaret politikalarını, özelleştirme ve ticarileştirme uygulamalarını, doğanın ve kentsel alanların yağma ve talanına dayalı birikim stratejisini Marx’ın ilk birikim analizi temelinde açıklamaktadır. Bu analizler tartışmalı olsa da Kapital’in günümüz dünyasının sorunlarını açıklamaktaki güncelliğinin önemli göstergelerinden birisidir.
Kapital’de geliştirilen merkezi temaların günümüz kapitalizminin anlaşılmasında taşıdığı önemi tartışmak bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşacaktır. Elbette, kapitalizmin hareket yasalarını açıklayan Kapital’in kapitalizm var oldukça güncel bir eser olmaya devam edeceği tartışma götürmez. Yine de Marx’ın günümüz kapitalizminin ‘küreselleşme’ ve ‘finansallaşma’ gibi yanıltıcı başlıklar altında incelenen eğilimlerini, Kapital’de kapitalizmin hareket yasaları temelinde keskin bir öngörüyle ele aldığını anımsatmak gerekir. Keza son olarak 2008’de yaşanan kapitalizmin dönemsel krizlerini anlamak için Kapital’in farklı ciltlerinde geliştirilen çözümlemeler, her ne kadar Marksist kuramcılar arasında Marx’ın tartıştığı kriz öğelerinin göreli önemleri ve krize yol açan nedenselliklerin yönü konusunda tartışmalar olsa da alternatifsizdir. Resmi iktisadın krizlere getirebildiği yegane açıklamanın kaba bir davranışçı psikoloji olduğu dikkate alınırsa, Kapital, kapitalizmin neden kaçınılmaz olarak krize sürüklendiğini anlamak için vazgeçilmez bir kaynaktır.
Kapital yalnızca bir iktisat kitabı değildir. Kapital, kapitalist toplumun üzerinde yükseldiği maddi temeli anlatır. Bunu yaparken bilgiyi kompartımanlara ayıran günümüz akademik kültürünün asla ulaşamayacağı bir şekilde gerçekliğin bütünsel bir resmini sunar. Marx’taki sosyoloğu siyaset bilimciden, iktisatçıyı antropologdan ayırmak mümkün değildir. Marx, Kapital’in her sayfasında insanlığın o güne kadar ürettiği ilerici birikimin her yönüne hakimiyeti ile okuyucuyu şaşkına çevirir. Tarih, felsefe, şiir, roman, din, fizik, kimya, matematik, biyoloji, istatistik, antropoloji ve daha birçok alandan örneklerle argümanlarını zenginleştirir.
Kapital genellikle zor bir kitap olarak algılanır. Bu nedenle çok sayıda Kapital okuma-anlama kılavuzu kaleme alınmıştır. Kapital’i hiç eline almayan bir müstakbel okuyucu kılavuzların çokluğuna bakarak Kapital’in zor bir kitap olduğuna kolayca ikna olur. Elbette bu kılavuzlarından bazıları oldukça yararlıdır. Kapital’i okumanın zorluğu özellikle eserin meta ve paranın incelenmesine ayrılan I. kısmının oldukça soyut bir dille kaleme alınmış olmasından kaynaklanır. Marx, eserin Fransızca çevirisini periyodik fasiküller halinde yayımlamayı düşünen Fransız yayıncıya 1872 yılında yazdığı mektupta şunları söyler: “Benim kullandığım ve daha önce iktisadi sorunlara uygulanmamış olan inceleme yöntemi, ilk bölümlerin okunmasını hayli güçleştirmiş bulunuyor ve bu durumun sonuca ulaşmak konusunda her zaman sabırsızlık gösteren ve genel ilkelerle kendilerini dolaysız olarak harekete geçiren sorunlar arasındaki bağlantıyı hemen anlamak isteyen Fransız okuyucuların, bu arzularına hemen ulaşamayacakları için, hayal kırıklığına uğramasından endişe ediyorum”. Ve ekler: “Bilime giden düz bir yol yoktur ve yalnızca onun dik patikalarını tırmanmaktan çekinmeyenler, aydınlık doruklarına ulaşma şansına sahip olabilir.”
Marx’ın Kapital’de kullandığı yöntem kapitalizmin bilimsel incelemesini yaparken hem tarihsel değişimin ayrıntılı bir incelemesine hem de değişim içindeki ilişkilerin soyutlanmasına dayanır. Marx, politik ekonominin incelenmesinde esas aldığı yöntemi ‘soyuttan somuta yöntemi’ olarak açıklar. Çünkü “iktisadi biçimlerin analizinde mikroskoptan ve kimyasal ayıraçlardan yararlanılamaz. Bu ikisinin yerini, soyutlama gücünün alması gerekir”. Marx’ın soyuttan somuta yönteminin özü, görünüşten öze, gerçek somuttan düşüncede inşa edilmiş somuta ulaşmak için bir dizi soyutlama aracılığıyla çalışmaktır. Çünkü Marx’a göre “dış görünüş ile şeylerin özü doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu”.
Kapital’de kullanılan soyutlamanın hareket noktası metadır. Çünkü “burjuva toplumu için emek ürününün meta biçimi ya da metanın değer biçimi, iktisadi bütünün hücre biçimidir”. Marx, Kapital’de metanın oldukça soyut bir analiziyle işe başlayarak, ‘kullanım değeri’, ‘değişim değeri’, ‘değer biçimi olarak para’, ‘artık değer’, ‘sermaye birikimi’ gibi kategorileri geliştirir. Soyutlama sürecinin her bir aşamasında her bir kategorinin doğasında var olan içsel bağlantılardan ve çelişkilerinden hareketle daha karmaşık kategorilere sıçrar. Böylece başlangıçta soyut görünen kavramlar çok daha zengin bir çözümleme içerisinde kendi kişiliklerine kavuşurlar.
Bir gazete yazısının sınırlarını fazlasıyla zorlayan bu yazıyı bitirirken Kapital’in 150. yıldönümüyle bağlantılı iki önemli yıldönümüne değinmeden geçmeyelim.
Bu yıl aynı zamanda Marx’ın entelektüel mirasının önemli bileşenlerinden birisini oluşturan klasik politik ekonomi okulunun kuramsal açıdan en güçlü ve son temsilcisi olan David Ricardo’nun 1817’de yayınlanan Politik Ekonominin İlkeleri ve Vergilendirme adlı kitabının 200. yıldönümü. Ricardo’nun temel eserinin yıldönümü, Kapital’in yıldönümü kadar dikkat çekmedi. Eğer internet taraması bizi yanıltmadıysa bir grup Japon iktisatçının kurduğu “Ricardo Society”nin bugünlerde yaptığı konferans dışında bu yıldönümü üzerine başka bir bilimsel toplantı yapılmadı. Bunun dışında bazı ekonomi gazeteleri, Ricardo’nun eserinin merkezi konusu olmayan serbest ticaret kuramına atıfla “Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramı’nın 200. yılı” şeklinde haberler yaptı. Ricardo’da anımsanmayan şey kitabın üzerine kurulduğu kuramsal çerçevenin ta kendisiydi: Emek değer kuramı ile bu temelde inşa edilen ve sınıf gelirleri arasındaki çatışma biçiminde tezahür eden bölüşüm kuramı.
Bir diğer yıldönümü ise, Kapital’in çok başarılı öğrencileri olan Rusya Marksistlerinin önderlik ettiği tarihteki ilk işçi sınıfı devriminin, Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümü. İnsanlık bugün kaybettiği birçok şeyi doğrudan ve dolaylı olarak bu devrimle kazanmıştır.
Her üç yıldönümü de 1789’da başlayan uzun ve ilerici 19. yüzyılın birbiriyle bağlantılı üç sembolik dönüm noktası. 1817, tüm zaaflarına karşın politik ekonomi biliminin artık daha öteye gidemeyeceği zirve noktasını, 1867, politik ekonominin pratik yönelimli kuramsal eleştirisini ve 1917 de kuramsal eleştiriden hareketle pratik eleştirisini temsil ediyor. Bugünün karanlık dünyasının kuramsal ve pratik eleştirisi için üçünden de öğreneceğimiz çok şey var. Hepsi de kutlu olsun.
© Tüm hakları saklıdır.