Demokrat Parti’nin ABD Başkanlık seçimlerindeki olası adayı Kamala Harris, Joe Biden’ın çekilmesiyle adaylığını açıklamasının hemen ardından kamuoyu önüne çıktığı ilk konuşmasında Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’ın karmaşık adlî durumunu kastederek, “Ya bir savcı olan beni ya da bir suçluyu seçeceksiniz” diyordu.
ABD Başkanı’nın yan koltuğundaki ilk Siyah ve ilk kadın olan Kamala Harris; annesi Hindistanlı, babası Jamaikalı; kariyerine siyasi açıdan birçok ilki sığdırmış bir siyasetçi. Kendisi özellikle California’daki başsavcılık dönemiyle çok konuşuluyor. Kendisi ve çevresinin ona atfettiği “ilerici savcı” etiketi, ABD tarihinin hüküm giymiş ilk eski başkanı olmakla nam salmış Donald Trump’a karşı girdiği başkanlık yarışında da öne çıkarılacak gibi görünüyor.
Harris’in San Francisco’da bölge savcısı olarak görev yaptığı dönemde okuldan kaçmayı suç sayması ve suçlulara karşı sert tutumu da dahil olmak üzere hapishane nüfusunu azaltma davasındaki rolü, başarısızlıkla sonuçlanan 2020 kampanyasının gerisinde kaldı. Ancak şimdi, “bir suçluya karşı bir savcı” retoriği, onun ceza adaleti konusundaki sicilini yeniden önümüze getiriyor.
Kamala Harris
Yüksek Mahkeme kararına nasıl direndi?
Washington merkezli The American Prospect gazetesinin incelediği yasal belgeler, Kamala Harris’in California’nın başsavcısı olarak görev yaparken eyaletin hapishanelerindeki aşırı kalabalığı azaltmak amacıyla ABD Yüksek Mahkemesi tarafından verilen kararlara defalarca karşı geldiğini ortaya koyuyor.
ABD Yüksek Mahkemesi, “yeniden suç işleme riski ya da kamu güvenliğine tehdit oluşturmadığına karar verdiği” yaklaşık 5 bin mahkûmun serbest bırakılmasını istemiş ve Harris’in ofisi de Yüksek Mahkeme’nin bu kararına yıllar boyunca direnmişti.
California kendine özgü hapishane sistemiyle ABD’nin eşine pek de rastlanmayan eyaletlerinden biri. Zira federal mahkemeler, mahkûmların tahliyesine nadiren başvuruyor olsa da California örneğinde bu durum biraz karmaşık bir hal alıyor. 39 milyondan biraz fazla nüfusuyla ülkenin en kalabalık eyaleti California’daki en yoğun mahkûm sayısının olduğu dönemde, hapishane kapasitesinin yüzde 200 üstüne çıkılmıştı. Yeterli yatak, tıbbi personel yoktu. Bir hapishanedeki 54 mahkûmun bir tek tuvaleti paylaştığı biliniyordu. Beş ya da altı günde bir hapishane koşulları öyle olmasaydı önlenebilecek olan ölümler yaşanıyordu. İntihara meyilli mahkûmlar telefon kulübesi büyüklüğündeki kafeslerde 24 saat “önlem için” tutuluyordu.
Harris’in başsavcılığı döneminden önce yeni hapishaneler inşa etme sözleri verilmişti ancak hem 2008 krizi hem de California’nın sınırlı mali koşulları nedeniyle bu başarılamadı. Bölge mahkemesi, eyaletin iki yıl içinde hapishane nüfusunu kapasitesinin yüzde 137,5'ine düşürmek için birçok “hapsetmeme önlemi” almasını zorunlu kıldı. Eyalet, bölge mahkemesinin kararını temyiz etti ve 23 Mayıs 2011 tarihinde Yüksek Mahkeme Brown v. Plata davasında California hapishane sisteminin mahkûmların haklarını ihlal ettiğine karar verdi; tahliyelerini, bu ihlali sona erdirmek için “en etkili yöntem” olarak tanımladı.
Harris’in kararı, "hapishanelerin önemli bir işgücü havuzunu kaybedeceği" gerekçesiyle reddettiği söyleniyordu
“Hapishaneler işgücü havuzunu kaybeder” iddiası
Bu karar verildiğinde Kamala Harris, dört aydan biraz fazla bir süredir eyaletin başsavcısıydı ve California’nın en üst düzey hukuk yetkilisiydi. Bu kararı uygulaması gereken Harris’ti ve çok geçmeden yargı kararına direneceği anlaşıldı. Harris’in kararı, "hapishanelerin önemli bir işgücü havuzunu kaybedeceği" gerekçesiyle reddettiği söyleniyordu. Harris daha sonra bundan haberi olmadığını ve gazetede bunu okuduğunda "şok olduğunu" iddia edecekti.
Her altı ayda bir aşamalı mahkûm azaltma öngörülse de 2012 yılına gelindiğinde eyaletin aslında bırakın nüfusu azaltmayı hapishane nüfusunu artırmayı amaçladığını gösteren bir rapor ortaya çıktı. Hiçbir ilerleme görülmemesi üzerine Yüksek Mahkeme süreyi 2013 yılı sonuna kadar uzattı.
Nisan 2013'e gelindiğinde, yani Yüksek Mahkeme kararında belirtilen son tarihten iki ay sonra, California’da hâlâ mahkemenin belirlediği tavandan 9 bin 636 fazla mahkûm bulunuyordu.
Yüksek mahkeme ve eyalet arasındaki bir dizi yazışmanın ardından üç yargıçlı bölge mahkemesi heyeti, “şiddete bulaşmamış suçlular için iyi hal kredilerinin genişletilmesi, kalış sürelerinin birkaç ay kısaltılması” gibi bir “orta yol” buldu. Oysa eyaletin kendi uzmanları bile iyi hal indirimi önlemlerine karşı çıkmadıklarını ve kalış süresi ile yeniden suç işleme arasında bir ilişki olmadığını özetle halkın risk altında olmadığını ifade ediyordu.
Mahkeme, iyi hal kredilerinin tek başına açığı kapatmak ve sorunu temelli çözmek için yeterli olacağına karar verdi ve böylece yaklaşık 5 bin 385 mahkûm iyi hal indirimi kapsamında tahliye edilmeye hak kazandı.
The Atlantic dergisi, Harris’in tutumuna “Birinci sınıf bir avukata bile yakışmıyor” diye tepki gösterdi
Ancak Harris'in ofisi, Yüksek Mahkeme'nin talebine uymak için neden düşük riskli, şiddet içermeyen mahkûmların tamamını serbest bırakamayacaklarını yanıtlamayı reddederek bütünüyle bir karşı duruş sergiledi. Hatta daha da ileri giderek Yüksek Mahkeme’nin böylesi bir tahliye talebinde bulunmaya yetkisi olmadığını iddia ettiler; Yüksek Mahkeme kararını nasıl uygulayacaklarına ilişkin soruları da yanıtlamadılar.
Harris, yalnız Yüksek Mahkeme tarafından değil döneme tanıklık edenler tarafından da gösterdiği bu direnç nedeniyle eleştirildi. The Atlantic dergisi, Harris’in tutumuna “Bırakın ülkenin en kalabalık eyaletinin baş avukatını, birinci sınıf bir avukata bile yakışmıyor” ifadeleriyle tepki gösterdi.
Bölge mahkemesi de "davalıların (yani Harris ve ofisinin) mahkemenin emirlerini boşa çıkarmak için defalarca yeni ve beklenmedik yollar bulduklarını" ve "mahkemenin sabrını ve bir çözüme ulaşmak için iyi niyetli girişimlerini, bu yasal işlemleri hayal bile edilemeyecek bir zamana kadar uzatmak için bir bahane olarak kullandıklarını" belirtti.
Tüm bu krizin içinde eyalet, nihayet 2014 yılında kararına uymaya karar verdi ve hapishane nüfusu öngörülen ve hükmedilen şekilde azaltıldı.
Devamsızlığa ceza, polis şiddetinin soruşturulmasına ve vücut kamerasına itiraz
Harris’in başsavcılık geçmişiyle ilgili eleştirilen tek konu, Yüksek Mahkeme kararını tanımadan mahkûm azaltmaya karşı çıkmış olması değil. Harris, 2010 yılında San Francisco Bölge Savcısı’yken “uyuşturucu çalmak ve işini kasıtlı olarak sabote etmek”le suçlanan bir polis laboratuvarı teknisyeni hakkında sessiz kaldığı için bir yargıç tarafından kınandı.
Ayrıca, düşük gelirli siyahları etkileyeceği uyarılarına rağmen çocukları ilkokulda “alışkanlık olarak” kaçtığı ebeveynlerin kovuşturulabilmesini öngören yasayı savundu.
Harris, San Francisco Bölge Savcısı olarak idam cezası istemeyeceğine dair yemin etti, ancak California Başsavcısı olarak ofisi bunun geçerli olması gerektiğini savundu. Aslında “bireysel olarak” idam cezasına karşı çıksa da “profesyonel olarak” yani California Başsavcısı olarak bu cezanın uygulanmasını sağlamak için harekete geçti.
2015 yılında polis memurlarının karıştığı silahlı saldırıların soruşturulmasını öngören bir yasa tasarısına karşı çıktı. Ayrıca polis memurları tarafından vücuda takılan kameraların kullanımını düzenleyen eyalet çapındaki standartları desteklemeyi reddetti.
Joe Biden ve Kamala Harris
Kevin Cooper dosyası ve Harris’in değişen pozisyonu
1983 yılında, 41 yaşındaki Doug ve Peggy Ryen, 10 yaşındaki kızları Jessica ve 11 yıllık komşuları Chris Hughes korkunç bir şekilde bıçaklanarak öldürüldü. Ryen ailesinin diğer çocukları Josh’un da boğazı kesilmiş ve ölüme terk edilmişti. O sırada 8 yaşında olan Josh başlangıçta birkaç beyaz kişiyi katil olarak teşhis etti. Birçok tanık da saldırıdan sonra Ryen'ların çalıntı olduğu anlaşılan arabasında üç beyaz kişi gördüğünü söyledi. Teşhis edilenler yerine, 25 yaşındaki siyah bir adam olan Kevin Cooper'ı tutuklayan polisler, Cooper'ın parmak izlerini ya da saç tellerini suç mahallinde bulamayınca delil yerleştirmeye başladı. Cooper, açık ırkçılıkla lekelenmiş bir yargılamanın ardından idama mahkûm edildi. Olayın ayrıntılarını ve yargılamayla ilgili detayları The New York Times sayfalarında Nicholas Kristof, defalarca yazdı ve konuyu gündemde tutmaya çalıştı.
Cooper’ın avukatları, masumiyetini kanıtlayabilecek DNA testinin yapılmasını ve hayatının yüzde 80’inden fazlasını parmaklıklar ardında geçiren bu Siyah adamın o gece olay yerinde olup olmadığının kanıtlanmasını istiyordu. O dönem Papa Francis bile dönemin California Valisi Brown’a -ki Kamala Harris ile romantik ilişkisiyle de biliniyor- mektup yazdı ve DNA testine izin vermesi çağrısında bulundu.
O dönem DNA testine karşı çıkanlar arasında California Başsavcısı Kamala Harris de bulunuyordu. Harris daha sonra senatör olduğunda, teste izin vermediği için pişmanlık duyduğunu bildirdi. Harris, o dönemde yaptığı bir Facebook paylaşımında “Bir savcı olarak kariyerim, ölüm cezasına şiddetle karşı çıkarken bir yandan da yasaları uygulamak ve bozuk bir ceza adaleti sistemini düzeltmeye çalışmakla geçti. Uzun zamandır sistemimizi iyileştirecek ve daha adil hale getirecek tedbirlerin savunucusu oldum. DNA testine inanan biri olarak, valinin ve eyaletin Kevin Cooper davasında bu testin yapılmasına izin vereceğini umuyorum” diyordu.