Gündem

Kadir İnanır: Öcalan, yasaklanan 'İsyan' filmimdeki Apo'dur

Kadir İnanır: 'Barış hasreti, Türk veya Kürt hassasiyetinden büyüktür. Barış sürecinden döneni halk affetmez' dedi

11 Şubat 2013 11:10

Başbakan'ın BDP vekillere söylediği sözlerini eleştiren Kadir İnanır, 'Dağdakilere özgürlük ve hak vereceğim deyip, ondan sonra onlarla kucaklaştı diye bir milletvekiline terörist diyorsan… Ne diyorsun ben anlamıyorum, samimiyetle. Bu tür çelişkilere mahal vermemeli çünkü son derece hassas bir süreçten geçiyoruz.' ifadesini kullandı.

Yasaklı olan 'İsyan' filminde canlandırdığı 'Apo' karakterinin PKK lideri Abdullah Öcalan olduğunu belirten İnanır'ın, Radikal Gazetesi'nden Ezgi Başaran'la yaptığı söyleşinin tamamı şöyle:

Abdullah Öcalan size göre kimdir?

Öcalan bana göre bir Apo. Benim ‘İsyan’ filmimdeki Apo. Film şöyledir:
Feodal yapı içerisinde ağanın baskısıyla kaçakçılığa sürüklenen bölge halkını “Ben kaçakçılığa gitmiyorum” diyerek isyana teşvik eden ve özgürlüğe kavuşturmak için dağlara çıkaran adamı anlatır. Bu filmi çektiğimde Öcalan henüz ortada yoktu. Ama film hâlâ yasaklı. Çünkü filmdeki adım Apo… Hiçbir yerde benim ‘İsyan’ filmimi gördünüz mü?

Görmedim…

Eh işte… 1986’da ‘Katırcılar’ diye de bir film çekmiştim. Bana kalırsa sinematografimin en güçlü filmidir. Hatasızdır, özgündür. Orada neyi anlatıyorduk? Uludere’de katledilen o kaçakçıların hikâyesini… ‘Katırcılar’ filmini yasaklamamışlardı, meğer sonra filmde anlattığım insanların üstlerine bomba atacaklarmış. Yazıklar olsun. 1986 nere, 2012 nere… Bazen hiçbir şey değişmiyor, sadece ben, yani insanlar eskiyor gibi geliyor.

Bıkkınlık mı var?

Hayır asla. Benim yapımda vazgeçmek, hayata küsmek, umutsuzluk yoktur. Ama mücadeleciyim, umudumu koruyorum diye bazı gerçekleri görmeyeceğim, gördüğümü söylemeyeceğim anlamına gelmez.

Öcalan’a dönersek… Verdiğiniz örnek itibariyle onu özgürlük savaşçısı olarak gördüğünüzü mü anlamalıyım?

Bakın… Siz eğer bir ülkede yaşayan insanların bir bölümünü o ülkenin ‘öteki’ vatandaşı gibi iteler, hor görür, adaletsiz bırakırsanız, birileri de gelir bu işlerin böyle olmadığını söyler ve bunun kavgasını yapmaya başlar. Bu temelde Kürt meselesi olarak başlamadı. Marksist bir görüşün bölge halkının haklarını almak için başlattığı mücadelenin adıydı. Sonra o halkın kimliğiyle biçim değiştirdi. Ben bunları birisinden duymadım, orada bir ömür tükettiğim için biliyorum. Yani Kürt sorunuyla ilgili bilgilerim, birebir şahit olduklarımın sonucunda oluştu.

Filmlerinizden söz ediyorsunuz…

Evet. Bizi orada bunca film çekmeye iten, halkın üzerindeki baskıyı göstermekti. Çünkü bu baskıdan müthiş insan çatışmaları, hikâyeleri çıkıyordu. Sayıları 200’ü geçmeyen ağaların milyonlarca insanı sömürmesiyle ilgili o filmler çok ilgi gördü.

Türk sinemasının Kürtleri stereotipleştirme konusunda yaptığı katkılara ne diyeceksiniz?

Türk sinemasının avukatlığını yapamam ama benim filmlerimde asla o tür kalıplar olmamıştır. Elbette birçok filmde Kürtler komik unsur olarak yer almıştır. Lazlar da aynı konumdadır mesela. Bizim sinemacılarımız böyle işler yaparlar. Fakat sonuçta ne oldu, iş geldi hiçbir kalıba sığmaz oldu. Bıçak kemiğe dayandı. Kürtlerin kimliklerinin, dillerinin, kültürlerinin hatta geleceklerinin peşine düşmeye başlamasına hepimiz anbean şahit oluyoruz artık. Öcalan da onların liderlerinden birisi ve ülkenin geri kalanı olarak onu yeni yeni tanıyoruz bence.

“Kürtlere ne zulüm yapıldı, onlar devlette de özel sektörde de yükseldiler” argümanına cevabınız ne olur?

Bir kere buna argüman denmez. Çünkü baştan aşağı mantıksız. İki… Birilerinin devlet katında yer bulması yahut sanayi yapması bir halkın refah, hak, hukuk çerçevesinde yaşadığına dair kanıt oluşturamaz. Bölgedeki Kürtlerin hep sömürülen olduğunu kim inkâr edebilir? Bu söylediğiniz cümleyi argüman diye sunanların gözleri mi yoktu acaba? Oradaki insanların sadece dilleri ve kimlikleri değil, tarımı, hayvancılığı da ellerinden alındı. Böylelikle büyük göç başladı. Geldikleri şehirlerde, yattıkları odalarda ben insanım diyen kimse kalamaz yahu! Hiçbirisi severek ve isteyerek gelmedi şehirlere. Evet içlerinde ticaret yaparak palazlananlar olmuştur ama kalabalık olarak hep kenarda köşede itilen insanlar oldular. Diyarbakır Cezaevi’ni, faili meçhulleri hiç hesaba katmasanız bile manzara budur. Ekonomik, sosyal yoksulluğun üstüne katliamlar, işkenceler yapıldı bu insanlara.

İmralı sürecine ne diyorsunuz?

Eğer sen halkların özgürlüğü ve kardeşliği diye bir vicdana sahipsen, kazandığımız her şeyi adilce bölüşelim diye demokratik yapıdan yanaysan, Kürtlere haklarını vereceksin. Bu siyasal bir konudur. Dolayısıyla müzakere masasında çözülür. Süreci destekliyorum ama hataları da söylemek zorundayım.

Ne gibi hatalar?

Dağdakilere özgürlük ve hak vereceğim deyip, ondan sonra onlarla kucaklaştı diye bir milletvekiline terörist diyorsan… Ne diyorsun ben anlamıyorum, samimiyetle. Bu tür çelişkilere mahal vermemeli çünkü son derece hassas bir süreçten geçiyoruz. Bugün artık Kürt sorununun çözülmesi için herkes elini taşın altına koyacak. Aslında taşın altına koymak da yetmez. O eller ezilecek! Her iki tarafta da. Bu taviz vermek değildir.

“Kürt kardeşlerim ayrı, PKK ayrı” şeklinde sınıflandırma var mı sizde?

Hayır yok. PKK nedir? Bir Kürt partisidir. PKK kimlerden oluşur? Kürtlerden. O Kürtler neden bizim kardeşimiz değil? Ne zamandan beri kardeşimiz değil? Niye o dağa çıkmışlar? Bu sınıflandırmalar da siyasi. Ben siyasetçi değil sanatçıyım. Daha da önemlisiyim, sadece insanım. Şunu da unutmayalım: Bugün ne PKK ne Öcalan ne BDP ne de Kürt halkı Türkiye’den ayrılma gibi bir hayalin peşinde. Bunu istemiyorlar ve istemediklerini de söylediler. O yüzden yalandan yere politikalar üretip gerginlikler yaratmayalım. Barış sürecinden kim dönerse, çok canı yanar. Çünkü halkın heyecanını ve desteğini boşa çıkarmış olur. İşte o zaman bu cennet ülke, olur sana cehennem.

Bu süreçte bir de ‘Türk hassasiyeti’nden söz ediliyor. Sizce nedir o hassasiyet?
Şimdi bu sözü dillendiren Ertuğrul Özkök benim dostumdur fakat yanlış düşünüyor. Ben kendisine kısa bir sohbette niye yanlış düşündüğünü anlatabilirim. Sohbetimizde şarap da olabilir!

Nasıl anlatırsınız?

Gerçek Türk milliyetçisi, bu topraklarda yaşayan herkesin eşit haklara sahip olmasını ister. Türk olmaktan ‘ne mutlu’ ise Kürt sorununun çözülmesini ister. Bazı şeyleri çok büyütmemeli. İmralı’yla görüşme başladı, kıyamet mi koptu? Hayır. Demek ki bu ülkede artık Türk veya Kürt hassasiyetinden daha büyük bir şey var. Barış hasreti. Kimse artık kavga istemiyor.

Kürt sorununu çözen lider her türlü siyasi ödülü hak eder mi?

Halka hizmet için geldik diyen bir liderin bu sorunu çözmesi zaten doğal olarak yapması gerekendir. Benim bir sanatçı olarak o lidere vereceğim ödül, destektir. Ama bu süreç oyunsa, siyasi menfaatler elde edildiğinde, tamam oynamıyorum denilecekse… Bunu bu halk affetmez. Sadece devlet için söylemiyorum bunu, sorunun tüm tarafları için oyunbozanlığın tehlikelerinden söz ediyorum. Bakın artık benim 35 yıl önce filmlerimde konu ettiğim feodal yapının ezdiği köylüye benzemiyor bölge halkı. Çok daha eğitimli, bilinçli ve maalesef öfkeli.

Eğer Kürt sorunu hakkıyla çözülürse AK Parti’ye oy verir misiniz?

Bir partiye oy verirken bütüne bakarsınız. Bu sorunu çözerse AK Parti’yi alkışlarım ama bazı sorularımın cevaplarını da ararım. Vergi ödemeyen, bir anda ortaya çıkan bu zenginler kimdir? Hiçbir dönemde böylesi bir yapılaşmayı, bu kadar agresif biçimde görmedik. Bunların da hesabını sormak bir vatandaş olarak hakkımızdır.

 

Şimdi de sinema salonu tekeliyle uğraşıyoruz

 

Son filminiz ‘Elveda Katya’nın güzelliği gişeye yansımadı. Neden?

Yansımaması gayet doğaldır çünkü çok az salonda gösterildi. Bugün resmen sinema salonu tekeliyle uğraşıyoruz. Evet, her yere salon açtılar ama salon sahipleri sadece para getirme ihtimali olan kalitesiz filmlere yer açıyor. Olmaz ki.

Adam ticaret yapıyor, para kazanmak istiyor…

Anlıyorum, sinema salonu işletmeciliği neticede bir yatırım. Parayı yatıranın kâr etmek istemesi de gayet doğal. Fakat kârlı işletmecilik ile sorumsuzluk ve açgözlülükle harmanlanmış tekelleşme ayrı kavramlardır. Eğlence niteliği olmayan hiçbir film kendine yer bulamıyor. Bulsa da sınırlı sayıda salonda ve en fazla bir-iki hafta gösteriliyor. Usta yönetmen Michael Haneke’nin Cannes ödüllü muhteşem filmi ‘Amour’u İstanbul, biri Ankara’da olmak üzere üç salonda gösterildi koca ülkede. Düşünebiliyor musunuz! Herhalde artık kimse film seyretmesin ve salonlar sadece eğlence kültürüne ayrılsın istiyorlar.

Çözüm öneriniz nedir?

Yasa çıkacak. Örneğin sinema salonları gösterdiği filmlerin yüzde 30’unu sanat filmlerine ayıracak.

Ama bunun kriteri zor ve neoliberal ekonomiye de aykırı değil mi?

Bravo Sayın Ezgi Başaran… Bugün çok liberal bir gününüzdesiniz herhalde. Bu yaşta… Pes doğrusu! 842 sinemada ‘Fetih’ veya ‘Recep İvedik’ filmini gösteriyorsun. Tamam da… 18 sinemada da Haneke göster. Bu gerçekler ışığında benim filmimin 31 bin seyirci bulması vallahi başarıdır. Komik ama gerçek.