08 Ocak 2017 18:42
Sibel Hürtaş
Ankara
Ben Gazeteciyim Platformu, geçen yılı harika bir organizasyonla kapattı. 28 Aralık Çarşamba akşamı cezaevindeki meslektaşlarına selam göndermek için bir araya gelen 100’ü aşkın gazetecinin oluşturduğu kalabalık, umudun ve dayanışmanın en güzel görüntüsü olarak 2016’nın son günü kayıtlarına geçti. Objektife bakarken yüzümüzde oluşan o gülümsemeden bugüne; kadraja giren gazetecilerden Ahmet Şık’ın ertesi gün tutuklanmasıyla oluşan bir hüzün var şimdi elimizde.
İki gün sonra ‘kutlanacak’ olan 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü Ahmet Şık’la birlikte 145 gazeteci cezaevinde karşılıyor, bazı gazeteci arkadaşlarımız ise keyfi bir biçimde tutuldukları gözaltı nedeniyle Emniyet merkezlerinde.
Hükümetin darbe girişimini bahane ederek başlattığı OHAL sürecinde kapattığı 200’e yakın basın yayın kuruluşunun çatısı altındaki gazeteciler bu günü işsiz geçirecek, hali hazırda çalışanlar ise çeşitli soruşturmalar nedeniyle ceza tehdidi altındalar.
Geride kalan az sayıdaki meslektaşımız ise sonsuz bir sansür mekanizması içinde ‘çalıştırılmayarak' Çalışan Gazeteciler Günü’ne giriyor…
Evrensel Gazetesi kadın servisinden arkadaşlar, Çalışan Gazeteciler Günü için sayfalarını çeşitli alanlardaki kadın gazetecilere açtı. Her biri Hükümetin darbe girişimini bahane ederek ilan ettiği OHAL sürecinden doğrudan etkilenen ve keyfi uygulamaların hedefinde olan kadın gazeteciler…
OHAL ilanının hemen ardından tutuklanan Zehra Doğan, bölgede çalışma koşulları daha da ağırlaşan Serpil Berk, haber verme haklarına HABERSİZSİNİZ üzerinden sahip çıkan Nergis Demirkaya, OHAL kararnamesiyle kapatılan işyeri nedeniyle 13 yıl sonra işsiz kalan Sabiha Temizkan ve bu koşullarda çalışmaya devam eden Özlem Akarsu Çelik OHAL’in gazetecilik hallerini anlatıyor.
* Ben ve eşim gözaltına alındığımız gün Evrensel haberi verirken bu başlığı atmıştı.
Sabiha TEMİZKAN
OHAL kararnamesiyle işsiz bırakıldı
Türkiye’de basın özgürlüğünden bahsetmek hiçbir dönem tam anlamıyla mümkün olmadı ancak şu anda gazetecilere yönelik baskı ciddi boyutta arttı. Ben OHAL kararnamesiyle kapatılan İMC TV’de editörlük yapıyordum ve şimdi işsiz gazeteciler kervanında yer alıyorum.
Haber verme hakkım engellenmek istendi, çalışabileceğim hiçbir mecra bırakılmayarak ekonomik olarak da mağdur edildim. Manevi boyutu daha yaralayıcı elbette. Doğru habercilik yaptığı için ekranı karartılan İMC TV’ye büyük dayanışma ile çalıştığımız arkadaşlarımla gözyaşları içinde veda ettik. Çünkü bu sadece bir TV kanalının kapatılması değil, gerçekleri duyurduğumuz sayılı mecralardan birinin daha kapatılması demekti.
13 yıldır muhalif medyada çalışan bir gazeteciyim. Yine baskı vardı ama nefes alma kanalları yaratıyorduk. OHAL’den sonra dönüp baktığımda tüm bu kanalların bir gecede kapatıldığını görüyorum. Ama bu baskılar bugüne kadar olduğu gibi doğru habercilik arayışımızı engellemeyecek. İşsiz bırakarak, aç bırakarak sesimizi kısamazlar, çünkü gerçek olduğunda yalan susar.
Nergis DEMİRKAYA
HABERSİZSİNİZ editörü
İşyerimin kapanması, kadro daralması gibi nedenlerle daha önce de işsiz kalmıştım. Ama bir Bakan “olur”u ile KHK işsizi olmak farklıydı. 23 televizyon ve radyonun kapısına kilit vurulması sadece bizi işsiz bırakmamış, toplumu da farklı seslerden, renklerden mahrum bırakmıştı. Bir yandan haber yapma/verme hakları elinden alınan bizler, diğer tarafta haber alma hakkı elinden alınanlar, hepimiz tepkiliydik. Bir araya gelmemiz de uzun sürmedi. Gazeteciler, farklı sivil toplum kuruluşlarından aktivistler, “yurttaş gazeteciler” toplandık. “Daha somut ne yapabiliriz” sorusuna yanıt ellerimizden düşürmediğimiz cep telefonları oldu. Kendi programlarımızı yapıp, bunları periscope, facetime gibi anlık canlı yayın sistemleri üzerinden paylaşmaya karar verdik. OHAL süreci, Ankara katliamı davası, Cumhuriyet Gazetesine operasyon ve Aladağ’daki yurt yangını gibi sıcak gelişmeler üzerine yaptığımız programlarımız binler, onbinler derken 100 binlere ulaştı. Ankara’da başlayan çalışma kısa sürede İstanbul’a oradan Londra’ya uzandı. Telefonlarımız mühürlenene kadar yayın yapmayı sürdüreceğiz. Olağanüstü hal keyfi uygulamalarla basın yayın organlarının kapısına kilit vursa da biz haber verme ve haber alma kanallarını sonuna kadar açık tutmakta kararlıyız.
Serpil BERK
Evrensel Gazetesi Diyarbakır Muhabiri
OHAL’in uygulamaya koyulduğu Ağustos ayında gezmek için gittiğimiz Diyarbakır’daki On Gözlü Köprü yakınlarında polis aracına dönük bombalı saldırı sonrasında 3 gazeteci arkadaşımla beraber gözaltına alındım. Haber yapmamız suç sayıldı ve bombacı şüphesiyle 3 gün gözaltında tutulduk. Başımıza silah doğrultarak, “Siz de gazeteci misiniz” diye sözlü saldırıya maruz kaldık. Kadın gazeteci olmak bu atmosferde tüm küfürlerin bedeniniz üzerinden söylenmesi, yaşınız, giyiminiz, mesleğinizi küçümseyen anlayışla burun buruna gelmeniz demek. Öyle ya kadın olarak evde oturmam gerekiyor niye gazetecilik yapıyorum ki! Haber yaptığımız için gözaltına alındık ama o süre zarfında da haber yapmaya devam ettik. TEM şubesinde günlerce kimseyle görüştürülmeyen, neyle suçlandığını dahi bilmeyen kadınların sesini duyurmak gerekiyordu, öyle de yaptık.
Bugün OHAL koşullarında bölgede gazetecilik yapmak her zamankinden daha zor. Dışarıdayız ama sürekli engellemelere, tehditlere maruz kalıyoruz. Haber verme hakkımız engelleniyor. Dışarısı da büyük bir hapishaneden farksız. Bizim serbest bırakılmamızı sağlayan dayanışma çok değerliydi, bugün de tutuklanan bütün gazeteci arkadaşlarımız için dayanışmayı sağlamak zorundayız çünkü gittikçe artan bu karanlığı yarmanın, tek sese biat etmek için yaratılan bu baskıyı kırmanın yolu dayanışmadan geçiyor.
Zehra DOĞAN
Geçtiğimiz yıl 10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününde, böylesi bir sürece gazeteci olarak tanıklık etmek, bölgeden haber geçmek ve tanıklıklarımı da ayrıca bir çizgi romanla anlatmak için Nusaybin’deydim. Tam da o gün gazeteci Hatice Kamer aramıştı beni. Bölgede çalışan gazetecilerin yaşadığı zorluklara dair bir haber hazırlıyordu. O zaman gazeteciler olarak çok ağır bir dönemden geçtiğimizi, can güvenliğimizin dahi olmadığını ve ayrıca her an gözaltına alınabileceğimizi söylemiştim. O günü hiç unutmam, ben bunları telefondan anlatırken Nusaybin’de bir mahallede insanlarla birlikte çay içiyorduk. Sokakta çocuk sesleri... Şimdi o mahallenin yerinde yeller esiyor. O gün birlikte oturduğum birçok annenin çocuğu yaşamını yitirdi, onlarca kişinin mezarı dahi yok. Bizler ise tutuklandık.
Tutsaklığım boyunca o koğuştan sayısız Nusaybinli geldi geçti. Hepsi de tanık ifadeleriyle tutuklanmıştı. Bir çoğu ağır işkencelerden geçmişti. Bunlardan biri 50 yaşındaki Nurşa Demir. Gözaltında sayısız işkenceden geçmişti. Önce tazyikli suda ıslatılıp sonrada başına çuval geçirilerek hortumla işkence gördüğünü anlatıyordu. Tek nedenin mahallesini terk etmemesi olduğunu söylüyordu ama aylar oldu neden yargılandığını dahi bilmiyor, birçoğu gibi onun da dosyası henüz açılmış değil.
Ben de tanık ifadeleri gerekçesiyle önce gözaltına alındım, yaptığım haberler nedeniyle örgüt üyesi olduğuma karar verilerek tutuklandım. Çizdiğim resimler ise örgüt üyesi olduğumun delili olarak gösterildi. Bu kadar basit! Üstelik hakkımda ifade veren tüm tanıklar dahi gazeteci olduğumu söylemelerine rağmen tutuklandım. Zaten dert o ya, gazeteci olmam büyük suçtu!
Hakkımda ifade veren bir kadınla aynı koğuşta kalıyormuşuz meğer. Beni tanımıyordu. Günlerce süren sohbetlerin ardından birbirimizin ismini öğrendikten sonra “Biliyor musun sen benim hakkımda gözaltında ifade vermişsin” dediğimde, “Ne! Senin hakkında da mı konuşmuşum” diye şaşırmıştı. Benimle ilgili söylediklerinden dahi haberi yokmuş meğer. Çünkü işkence altında önlerine gelen her kağıdı imzalamışlar. Şimdi siz buna güler misiniz ağlar mısınız bilemem ama birçok insan bu yüzden yıllarca ceza aldı. Benim de ceza almam muhtemel.
Gündüz ortası elinde fener insan arayan Diyojen gibi elimizde fener adalet arar olduk. Şimdi serbestim ama özgür değilim. Her sokak başında kontrol noktasının kurulduğu bu topraklarda açık bir cezaevinde gibi hissediyorum kendimi. Kapısı mühürlenen gazetelerin, televizyonların abonesi olduğu kapısı mühürlenen bir ajansın tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan bir çalışanıyım. Öyle ya da böyle kendi mesleğimi devam ettirmek zorundayım, yaza yaza meslektaşlarımızın içinde tutulduğu o duvarları kırmak zorundayız. Bu yüzden çalışan gazeteciyim. Evet bence ben ve tüm mücadeleci gazeteci arkadaşlarım biz hala özgürlük için harıl harıl çalışan gazetecileriz.
Özlem AKARSU ÇELİK
Bir toplumda şiddet bir kez meşru kabul edildi mi, gerisi çorap söküğü gibi gelir. 15 Temmuz öncesinden başlayan ve şiddet dilinin sıradanlaştırıldığı, meşrulaştırıldığı bir süreç yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. İtirazın suç kabul edildiği bir siyasetin içine hapsedilmeye çalışılıyoruz. Bu sürecin sonunda geldiğimiz yer, artık herkes ‘dokunulabilir’, herkes şiddete maruz kalabilir. Her birimiz açık hedefiz. Şiddet dilinden, biz gazeteciler de payımıza düşeni en ağır biçimde alıyoruz ne yazık ki!
Polis, gözaltına aldığı Dicle Haber Ajansı haber müdürü Ömer Çelik’in annesine “Oğlunu niye gazeteci yaptın” diye sorabiliyor. “Gözaltı sırasında küfür ve hakarete maruz kaldım” diyen İMC televizyonu muhabiri Gülfem Karataş, polis tarafından tecavüzle tehdit edilebiliyor. Yetmiyor, iktidara kendini beğendirmek için yapmadığı kalmayan bir erkek gazeteci bu olay üzerine sosyal medyadan yüz kızartıcı şu paylaşımda bulunabiliyor, “Çözemedim ne çekicilikleri ve özellikleri var bunların? Uzun süredir izliyorum, yakalanıp gözaltına alınan PKK yandaşları genellikle ‘Polis beni tecavüzle tehdit etti’ diyor…”
Ve son olarak şiddetin pervasızca gazetecilere de yöneldiği bu ortamda, her dönemin mağdurlarından Ahmet Şık’a cezaevinde 3 gün su verilmediğini öğreniyoruz. Gazeteciliğin bizim için anlamı, ölümü değil yaşamı, şiddeti değil barışı savunmak olmalı. Ölümlerin, yıkımların, bizi savuracağı yeri görüyoruz, biliyoruz. O dipsiz kuyuya inmemek için biz elimizden geleni yapacağız. Bu kötülükle mücadele etmenin en iyi yolu da dayanışma! Cezaevlerindeki meslektaşlarımıza bin selam…
© Tüm hakları saklıdır.