Ekonomi

Japonya'nın gelişmesi faizlerin sıfır ya da negatif olmasına mı bağlı?

Mahfi Eğilmez: Nasıl ki enflasyon ve faizin yüksek olması kötü bir durumsa bunların sıfır düzeyinde olması da iyi bir durum değildir

02 Haziran 2018 20:12

Mahfi Eğilmez*

Türk insanının ekonomik konulardaki kafa karışıklığı bugünlerde sık sık sorulan bir soruyla yeni bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Soruyu kabaca şöyle formüle edebilirim sanıyorum: “Japonya’da faizler negatif, Japonya gelişmiş bir ülke olduğuna göre acaba Japonya’nın gelişmesi faizlerin sıfır ya da negatif olmasına mı bağlı?”  

Aşağıdaki tablo Japonya’nın bazı ilgili ekonomik göstergelerini özetliyor (kaynaklar: IMF, Dünya Ekonomik Görünümü veri tabanı ve BOJ, İstatistik veri tabanı.)

1990’lara kadar ciddi bir ekonomik başarıyla gelen Japonya o tarihlerde durgunluğa girdi ve bir daha da çıkamadı. 2000 – 2009 yılları arasındaki 10 yılda Japonya’da enflasyon yıllık ortalama olarak yüzde – 0,7 olurken Japonya Merkez Bankası’nın yıllık ortalama faizi de yüzde 0,3 olarak gerçekleşmiş görünüyor. Yani Japonya Merkez Bankası bu on yıllık dönemde bankaları düşük faizle fonlamış. Bu on yıllık sürede Japonya’nın ekonomik büyümesi yıllık ortalama olarak yüzde 0,6 olmuş. Sonuçta Japonya 2010 yılında 5,7 trilyon Dolarlık bir GSYH’ye, 41 bin doların üzerinde bir kişi başına gelire sahip olurken kamu kesimi borcunun GSYH’ye oranı da yüzde 208’e yükselmiş.

2010 – 2017 yılları arasındaki 7 yılda Japonya’da enflasyon yıllık ortalama olarak yüzde 0,7 olurken Japonya Merkez Bankası’nın yıllık ortalama faizi de yüzde 0,3 olarak gerçekleşmiş. Bu 7 yıllık sürede Japonya’nın ekonomik büyümesi yıllık ortalama olarak yüzde 2,2 olarak gerçekleşmiş. Faizin düşüklüğü kamu kesiminin borçlanmasını teşvik etmiş ve daha da artarak yüzde 236’yı aşmasına neden olmuş.  

Görüleceği gibi enflasyonun düşük, reel faizin de negatif olması Japonya’ya bir yarar sağlamamış tam tersine zarar getirmiştir. Bunun nedenini daha önce ‘Sıfır Faiz Sıfır Enflasyon’ başlıklı yazımda yazmıştım: “Keynesyen Likidite tuzağı para arzındaki artışların faizleri daha fazla düşüremeyeceği bir aşamayı ifade eder. Bu aşamaya gelindiğinde ekonomiye enjekte edilen likidite, atıl birikim biçiminde elde tutulmaya başlanır ve dolayısıyla para arzındaki artış ekonomiyi canlandırmaya yaramaz. Keynesyen likidite tuzağı ortaya atıldığında doların altın karşılığı bulunuyordu. Dolayısıyla insanların düşük faiz ortamlarında ellerine geçen parayı tıpkı altın gibi elde tutmaları ve tahvil fiyatlarının düşmesini (yani tahvil faizlerinin yükselişe geçmesini) beklemeleri doğaldı.

Artık hiçbir paranın bu tür altın karşılığı olmadığı dikkate alınırsa günümüzde likidite tuzağının farklı bir yere oturmuş olduğu ortaya çıkıyor. Başlıca üç farklı görünümden söz etmemiz mümkündür:

(1) Likidite tuzağına girildiği aşamada para arzının ya da para bazının genişletilmesine ve faizin en düşük düzeye inmesine karşın insanlar ellerine geçen parayı mümkün olduğunca az harcayıp kalanı tasarruf ederek geleceği beklemeye başlıyorlar. Böyle bir ortamda bankalarda mevduat artsa bile bunlara yönelik kredi talebinde artış olmuyor. Çünkü tüketimin kısıldığı bir yerde yeni yatırımlar yaparak üretim kapasitesini artıracak eylemlere girilmesi anlamlı görünmüyor. Hiç kuşkusuz bu eğilimin elektronik eşyada olduğu gibi yeni teknolojilere yönelik alanlarda bazı istisnaları da olabiliyor.

(2) Faizlerin çok düşük olduğu ekonomilerde ortaya çıkan parasal genişlemeden yararlananlar ellerine geçen parayı daha yüksek faiz getirisi veren ekonomilere yolluyorlar. Bu olgu, günümüzde sermaye hareketlerinin serbestliğinin Keynes’in yaşadığı döneme göre çok daha fazla olmasının yarattığı bir başka farklılık olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumda ABD ya da Avrupa’da piyasaya sürülen likiditeyi ellerine geçirenler bu paraları faiz oranının yüksek olduğu ekonomilere yatırarak daha yüksek getiri elde etmeyi planlıyorlar. Bu durumda piyasaya sürülen likiditenin yerel ekonomiye katkısından çok başka ekonomileri canlandırmaya yararı ya da oralarda yerli paranın değerlenmesine yol açarak o ekonomilere zararı söz konusu olabiliyor.

(3) Özellikle otomobil, buzdolabı, televizyon seti vb gibi dayanıklı tüketim mallarını belirli sürelerde değiştirmeye alışmış olan insanlar, enflasyonun ve faizin sıfır olduğu bir dönemde bunları değiştirme, yenileme gereği görmüyorlar. Çünkü faizin ve enflasyonun sıfır düzeyinde devam etmesi bunların sonraki dönemlerde değiştirilmesiyle şimdiden alınması arasında fark kalmamasına yol açıyor.  

Özetle söylemem gerekirse nasıl ki enflasyon ve faizin yüksek olması kötü bir durumsa bunların sıfır düzeyinde olması da iyi bir durum değildir. Enflasyonun yüzde 2 dolayında olması ve faizin de örneğin yüzde 2,5 – 3 düzeyinde olması yani 0,5 – 1 puan arasında bir reel getiri içermesi en iyi durumdur. Yüksek enflasyon ve yüksek faiz, bunların ileride daha da yükseleceği beklentisi yaratarak talebi artıran ve dolayısıyla enflasyonu da faizi de yükselten bir ortama yol açıyor. Sıfır dolayında bir enflasyon ve faiz ise bu durumun devam edeceği beklentisi yaratarak insanların harcama yapmasını, talebin artmasını ve dolayısıyla ekonominin büyümesini engelliyor.” 


*Bu yazı mahfiegilmez.com'dan alınmıştır