İsviçre halkının Pazar günü sandık başına giderek, ülkelerine yapılacak göçün sınırlandırılmasını istemesi başta Almanya olmak üzere AB ülkelerini büyük hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü sağcı populist İsviçre Halk Partisi SVP’nin referanduma taşıdığı yasa tasarısı asıl olarak AB’nden gelen göçe kota koymayı hedefliyor. Her ne kadar %50,3’lük bir çoğunluk olsa da İsviçreliler ülkelerine kitleler halinde göç eden İtalyanlar, Almanlar, Fransızlar ve diğerlerine “artık gelmeyin”, “ücretlerimizi düşürmeyin”, “evlerimizi, caddelerimizi işgal etmeyin” dedi.
Her dört kişiden biri yabancı
Katılım oranı %56 gibi az olan referandumun sonuçlarına göre, yabancıları istemeyenler, yabancıların yoğun olarak yaşadığı şehirlr değil daha çok kırsal kesimde oturanlar. Doğal olarak gelir seviyesi yüksek değil, daha düşük olanlar. Ayrıca en fazla evet oyu da Almanca en düşük evet oyu da Fransızca konuşan kantonlardan gelmiş. Aslında 2006 yılında düzenlenen referandumla Bulgaristan ve Romanya ile serbest dolaşıma halkın %60’ı olur deyince AB ve İsviçre arasında bu konunun kapandığı düşünülmüştü. Ancak 2007’den bu yana, nüfusu 8 milyon olan İsviçre’ye her yıl ortalama 80 bin kişi geliyor. Neredeyse İsviçre’de yaşayan her dört kişiden biri yabancı. Bu da göç konusunda somut kurallar olması gerektiğine inanan ve kimliğini kaybetmekten çekinen İsviçrelileri endişelendiriyor.
AB ile ilişkiler gerildi
Birleşmiş Milletler’e bile 2002 yılında katılan, Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi’nin kurucularından olan ama 1992 yılında yapılan referandum ile AB üyeliğine başvurmuş olsa da Avrupa Ekonomik Alanı’na girmeyi reddeden İsviçre nev-i şahsına münhasır bir ülke. Doğrudan demokrasi ilkesiyle yönetildiği için pek çok kararı referandum yoluyla alıyor. En çok oy oranına sahip olan bir parti kendi isteği ile muhalefette kalabiliyor. Halkın çıkarı ön planda tutulduğu için bakanlar partilere göre değil, yeteneklerine göre belirleniyor. Yani sağcı bir bakan ile liberal ya da sosyal demokrat olan yan yana çalışabiliyor. AB’ne üye olup parlamenter demokrasiyle yönetilen ülkelerin bazen gıpta bazen de nefret ettiği bir idare biçimi. AB ile İsviçre arasında Pazar gününden bu yana oluşan siyasi gerilim 1992 yılındaki referandumdan sonra yaşananı aratmayacak kadar büyük.
Yasa üç yıl sonra yürürlüğe girecek
Çünkü İsviçre ile AB arasında imzalanmış pek çok ikili anlaşma var. 1999 yılında imzalanan serbest dolaşım anlaşması da bunlardan biri. Buna göre İsviçre, AB vatandaşlarının serbest dolaşımına karşılık AB Pazar ağına girme hakkını elde etmişti. Pazar günkü referandumdan sonra İsviçre serbest dolaşım anlaşmasını tek taraflı olarak feshetmiş oluyor. Referandumla kabul edilen göçün sınırlandırılması yasası parlamento ve eyalet temsilciler meclisinde onaylandıktan sonra üç yıl içinde yürürlüğe gircek. İsviçreli politikacılar üç yıl içinde, kontenjanla göçmen almayı öngören, otomatikman aile birleşimini reddeden ya da İsviçrelilere işe alınmada öncelik sağlayan tasarıyı AB’nin canını acıtmadan yürürlüğe sokmanın yollarını arıyorlar.
AB’den İsviçre’ye göz dağı
AB’nden İsviçre’deki halk oylamasına çok ama çok sert tepkiler geldi. Avrupa Parlamentosu’nun Dış Politika Komisyonu muhafazakar Alman siyasetçi Elmar Brok, bu kararın cezasız kalmaması gerektiğini ima etti. AB’nin vereceği ceza bütün ticari sözleşmeleri yeniden gözden geçirmek olacak. Hatta enerji ile ilgili olanı askıya aldılar bile. Avrupa Komisyonu da referandum sonucunun serbest dolaşım ilkesini zedeleyeceği ve bunun ağır sonuçları olacağını vurguladı. Parlamento Başkanı sosyal demokrat Martin Schulz da referandum sonucunun iki tarafa da zorluk getireceği hatta sınır kontrollerinin yeniden uygulanmaya başlayabileceğini vurguladı. Almanya Başbakanı Angela Merkel, biraz daha dikkatli konuştu ama Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier, en büyük mağlubun İsviçre olacağı uyarısında bulundu.Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius ise, “İsviçre ile olan ilişkilerimizi gözden geçireceğiz” diyerek gözdağı verdi. İsviçre’yi Avrupa içinde duvar örmekle suçlayan AB, kolları sıvadı karşı saldırıya hazırlanıyor.
AB karşıtı partiler alkışladı
AB’nin referandum konusunda bu kadar tepkili olmasının bir nedeni de aslında İsviçre’nin AB’ne ayna tutması. Çünkü Almanya, Hollanda, Avusturya, Fransa ya da İngiltere’de göçün sınırlandırılması ile ilgili bir referandum yapılması durumunda sonucun çok da farklı olmayacağını herkes biliyor. Aşırı sağcı ve milliyetçi partiler çoktan seslerini yükseltmeye başladılar. Fransa’nın aşırı sağcı partisi Ulusal Cephe’nin başkan yardımcısı Florian Philippot, ilk tepkisini Twitter’e yazdığı “ Aferin İsviçre ! İşte bu gerçek bir demokrasi” sözleriyle verdi. İngiliz AB karşıtı UKIP partisi lideri Nigel Farage, İngiltere’de yapılacak bir referandumdan büyük bir zaferle çıkacaklarını ifade etti. Aynı çizgideki Alman AfD partisi de İsviçre’dekine benzer bir referandumun Almanya’da yapılmasını istemekte gecikmedi. Tabii AB’nde Mayıs’ta seçim yapılacak. Bu yüzden büyük kitle partileri seçim öncesi, küçük radikal partilere oy kaptıracakları her türlü tartışmadan bucak bucak kaçıyor.
İstenmemek ağır geldi
Referandum sonucu açıklandıktan sonra Alman medyasında yapılan ilk yorumlar ve bu yorumlardaki incinmişlik duygusu özellikle dikkat çekiciydi. Hemen her köşe yazarı, Almanlar’ın birkaç yıldır İsviçre’ye daha az göç ettiği, Alman ekonomisindeki canlanmanın, işsizlik oranındaki düşüşün göçü azalttığına dikkat çekiyordu. Ve istisnasız hepsi, göçmenlerin yoğun olarak yaşadı şehirlerdeki sandıklardan göçün sınırlandırılmasına hayır oyu çıktığının altını çiziyordu. Ertesi gün ise akıl üstün geldi ve yorumcular, aslında Almanya’nın da İsviçre’den hiç farklı olmadığını, hatta İsviçre’ye örnek teşkil ettiğini anımsadılar. Çünkü daha bir ay önce Bulgaristan ve Romanya’dan gelecek işgücü göçüne karşı başlatılan propagandayı unutmak biraz ayıp olurdu. İsviçre’deki referandum, Almanya ve Fransa gibi AB’nin lokomotifi daha doğrusu birinci sınıf üyesi olan ülkelere ve vatandaşlarına ilk defa “istenmemek” duygusunu yaşattı. Öteki olmayı, yabancı olmayı hatırlattı. Bu da herkese ağır geldi.
Bir pot da İsviçre’den
İsviçre’de sandıktan çıkan sonucu, halkın AB’nden gelen göçmenlere değil AB’nin kendisine hayır dediği şeklinde de yorumlayabiliriz. Aslında aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık. İsviçre halkı AB vatandaşlarına hangi ülkeden geldiğine bakmadan hayır derken, kapısı aşındırılmaya alışmış AB kurumunu da istemedi. Yani bu reddin en dibinde basit bir mesaj yatıyor. Amerikalı diplomat gibi İsviçreliler de pot kırdı; “Fuck the EU” Ups!!!