Gündem

'İstifa konusu gündemimize dahi gelmemiştir'

Genelkurmay Başkanı istifa iddialarına yanıt verdi: Böyle bir şey kesinlikle ne konuşulmuştur, ne tartışılmıştır, ne yansıtılmıştır.

14 Mart 2010 02:00

T24 - Genelkurmay Başkanı istifa iddialarına yanıt verdi: Böyle bir şey kesinlikle ne konuşulmuştur, ne tartışılmıştır, ne yansıtılmıştır. Balyoz planı konusu ise şöyle değerlendirdi: Olay ciddidir ve bugüne kadar belki yaşanan olayların en önemlilerinden birisidir...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’la Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila bir görüşme yaptı. Karargâhta dün yapılan görüşmede Org. Başbuğ, aylardır TSK’ya ilişkin olarak ortaya atılan ve Türkiye’nin gündemini işgal eden konularla ilgili soruları cevapladı. Görüşmeye Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Arslan Güner, İkinci Başkan Yardımcısı Hava Orgeneral Bilgin Balanlı ve Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu da katıldı. Org. Başbuğ, teknik konularda sözü zaman zaman Güner’e ve Çubuklu’ya da bıraktı.


Fikret Bila'nın Orgeneral Başbuğ'la "İstifayı hiç düşünmedi" başlığıyla (14 Mart 2010) yayımlanan
yazısı şöyle:


‘Ön inceleme de yapabilirdik’

Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu öne sürülen İrtica İle Mücadele Eylem Planı ilk gündeme geldiğinde “kâğıt parçası” olarak nitelemeniz çok eleştirildi. Kısa süre önce imzanın Dursun Çiçek’e ait olabileceğine ilişkin yeni deliller bulunduğu gerekçesiyle soruşturma yeniden açıldı. Genelkurmay Başkanlığı bu bilgiyi kamuoyuyla paylaştı. Bu belge için bugün ne düşünüyorsunuz?

Başbuğ: Şimdi bu konuya girmeden önce iki noktayı vurgulamak istiyorum: Birincisi, konuşmalarımda “ben” sözcüğünü kullanmayı sevmem. Belki burada ilk defa kullanacağım. Beni yakınen tanıyanlardan biri sizsiniz. Yakınen tanıyanlar bilirler ki ben hakikaten bir konu üzerinde bir şey söyleyeceksem konuyu bütün boyutlarıyla inceleyerek hareket ederim. Dolayısıyla her zaman söylediklerimin arkasındayım. Bir kere bunu net olarak ifade etmek isterim.

İkincisi, son dönemde çeşitli çevreler ve kişilerin, özellikle bizleri tahrik ederek bizi yanlış yapmaya zorladıklarının farkındayız. Bu nedenle her zaman basiretli, itidalli ve soğukkanlı hareket etmek mecburiyetindeyiz. Ancak tabii ki bu davranışımız, gerektiği zaman ve yerde TSK’nın ve TSK personelinin hak ve hukukunu korumak için bizlerin gerekeni yapmamızı engelleyemez.

Dediğiniz gibi, bu iddia edilen belge olayı neredeyse 9 aydır Türkiye’nin gündeminde yer aldı. Bir açıdan da bu belge olayının gereğinden fazla gündemde yer aldığını değerlendiriyorum. Olayı kronolojik olarak anlatma ihtiyacı duyuyorum. Ancak şunu da unutmayalım, hâlâ bir soruşturma safhası da devam ediyor. Dolayısıyla hem bilgi vermek mecburiyetindeyiz ama bunun yanında soruşturmanın gizliliğine de zarar getirmememiz lazım. İddia edilen belge, 12 Haziran 2009 tarihinde bir gazetede yayımlandı. Aynı gün saat 10.50’de Genelkurmay Askeri Savcılığı’nda soruşturma başlatıldı.

Şimdi bu sürat çok önemli. Bir kere kamuoyunun bunu iyi anlaması lazım. Bakın Genelkurmay Başkanlığı aynı gün, neredeyse bir kaç saat içerisinde bir adli soruşturma açıyor. Belki de bu ilk. Bilmiyorum daha önce bu kadar süratli acilen açılan başka soruşturma var mı?

Bu aslında Genelkurmay Başkanlığı’nın kurum olarak kendisine duyduğu güvenin göstergesidir. Herkesin bu noktaya da dikkat etmesi lazım.

Şöyle de yapılabilirdi; ilk önce bir ön inceleme yapılabilirdi. Bu da gayet hukuksal bir sistem, öyle değil mi? Burada bir ön inceleme yapılması düşünülmedi. Direkt olarak soruşturma açıldı.


‘Bütün yetki askeri savcıda’

Adli soruşturma açtığınız zaman artık soruşturma açtıktan sonra bütün yetki, sorumluluk askeri savcıya aittir. Artık bundan sonra kimsenin soruşturma safhasında askeri savcıya herhangi bir şekilde müdahale etmesi mümkün değil, kanunen de suç. Doğru mu söylüyorum? (Adli Müşavir Çubuklu’ya soruyor)... Evet.

Ön inceleme ise komutanın görevlendirdiği karargah personeli tarafından yapılır. Burada çok ince bir fark var.

O halde bu olay 12 Haziran 2009 saat 10.50’den beri bugün, şu an dahil, askeri savcının konusudur. Bunu herkesin iyi anlaması lazım.

Dolayısıyla 12 Haziran 2009 tarihinden bugüne kadar -şu an içinde bulunduğumuz an da dahil- yapılan bir adli işlemdi ve bu çalışmaların Genelkurmay Karargâhı ile ilgisi yoktur. Askeri Savcılık elbette Genelkurmay Karargâhı’ndan da veya diğer yerlerden de bilgi talebinde bulunabilir, onunla yetkilidir. Bilgi, belge herşey ister. Ama şimdi askeri savcılar aynen cumhuriyet başsavcıları gibi anayasal teminat altındadırlar. Bağımsız şekilde hareket ediyorlar. Kimsenin askeri savcılar tarafından yapılan işlere müdahale etmesi söz konusu değil. Bu bence önemli.

Bakın, olay 12 Haziran’da çıktı. Aynı tarihte askeri savcılık soruşturmaya başladı. Olay Türkiye’nin gündemine oturdu. Ve askeri savcılık gecesini gündüzüne katarak çalıştı. Soruşturmayı 12 gün içerisinde tamamladı. Bu aslında çok iyi bir sonuçtur. Bizim askeri savcılarla sivil savcılar arasında bir fark var. Sivil savcıların emrinde adli kolluk kuvvetleri var. Bizim savcı tek başına çalışıyor. Bütün her şeyi yapıyor.

Savcılık 24 Haziran 2009’da soruşturmasını tamamladı. O 12 günde neler söylendi hatırlayalım. Lütfen gazeteleri açın “Genelkurmay niye cevap vermiyor, niye uzattınız, ne duruyorsunuz”, öyle mi? Çok kimseler o 12 günlük süreye bile tahammül edemediler. Bir an önce açıklanması için bize çok eleştiriler yaptılar. Şimdi Genelkurmay Askeri Savcılığı yaptığı soruşturma neticesinde kovuşturmaya yer olmadığı kararına vardı. Ve bu kararı aynı gün 24 Haziran’da bir basın açıklaması ile kamuoyuna duyurdu. Bunu hiç kimse dikkate almıyor. Askeri savcının açıklamasından sonra, Genelkurmay Başkanı olarak ben bir basın toplantısı yapma ihtiyacı duydum 26 Haziran’da.

Neden basın toplantısı yapma ihtiyacı duydunuz?

Başbuğ: Çünkü o konu iki hafta Türkiye’nin gündemine çok oturdu. Önemli bir konuydu. Ne dedim? O günkü bilgiler, iddia edilenin bir belge olmadığını bize göstermektedir. Belge değil, dedim. Neye dayanarak söyledim, Yargıtay içtihadına. Onu da o gün söyledim aslında. Dedim ki; Yargıtay içtihatına göre belge hukuki hüküm ifade eden bir hakkın doğmasına ve bir olayın ispatına yarayan bir yazıdır. O gün itibarı ile bu belge olmadığını bize gösterdi.

Ondan sonra ne dedim; Genelkurmay Askeri Savcılığı kovuşturmaya yer olmadığı kararını vermiştir. Ama kovuşturmaya yer olmadığı kararı kesin değildir. Biz hukuk devletiyiz, hukuk devleti ilkelerine sadığız. Bu belgenin doğru olduğuna ilişkin yeni bilgi, delil, emare çıkarsa elbette soruşturma tekrar açılır. 26 Haziran’da söylediklerimin bugün de aynen arkasındayım.


‘Fotokopiye belge mi deseydim? Değil ki...’

O basın toplantısında “kâğıt parçası” ifadesini kullandınız ve bu sonradan çok eleştirildi?  

Başbuğ: Olabilir. Fotokopiye belge mi deseydik? Fotokopi gayet tabii ki belge değil. Peki ne diyeceğiz ona? Bilmiyorum yani. Bulun uygun bir tabir. Ne diyeceğiz, belge değil. Şimdi yaklaşık 4 ay geçti. Geldik 23 Ekim 2009’a. Bu 23 Ekim’den itibaren iddia edilen belgeye ilişkin haberler tekrar bir ihbar mektubuna dayanarak basında yer almaya başladı. Meşhur ihbar mektupları. Bunun üzerine 3 gün sonra 26 Ekim 2009 tarihinde Genelkurmay Askeri Savcılığı tekrar soruşturmayı açtı. Esas konusu belge, Askeri Savcılık tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan hemen istenildi. Ne zaman, iki ay içerisinde. Ancak bu belge yaklaşık 4 ay sonra yani 16 Şubat 2010 tarihinde geldi. 4 ay kaybettik, bu süreçte bunu söylemek lazım. Bir, bu süreç ne zamandan başladı, 12 Haziran 2009’da, değil mi? Bugün 13 Mart 2010. Bu süreç tamamen askeri savcılık tarafından yürütülüyor doğru mu? Bu süreç Genelkurmay Karargahı tarafından yürütülen bir süreç değildir. Bir kez kamuouyunun bunu doğru algılaması lazım. Hal böyleyken kalkıp ben bir şey söylemiyorum.  Türkiye’de konunun aslı okunmuyor, incelenmiyor.

Bir-iki cümle sağdan soldan duyarak konuşmak farklı bir şey. Eksiğimiz bu. Aslında konunun aslını içeren konuşma, belge tam okunarak incelenerek konuşulsa her türlü eleştirilere saygımız var. Hal böyle iken deniliyor ki, Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay Karargâhı tarafından eksik ve yanlış bilgilendiriliyor. Ama bunun Genelkurmay Karargâhı ile ne ilgisi var? Genelkurmay Karargâhı gelip de bu konuya niçin girsin? Bu konu askeri savcının yetkisinde yürütülüyor.


‘Karargâhı karıştırmayın’

“Sizi karargâhınız yanıltmış olabilir mi” sorusu gündeme geldi. Genelkurmay Karargâhı, harhalde bu belgenin hiç aslı yoktur kanaatine vardı, siz de ona göre konuştunuz düşüncesiyle ben de dile getirmiştim.

Başbuğ: Evet, siz de yazdınız. Bakın, karargah ifadesini kullanmayın. Yetkili olan Askeri Savcılık. Bu karargahın işi değil. Savcının işi. Adli makama vermişim ben. Benim askeri savcım incelemiş, bu sonuca ulaşmış. “Genelkurmay Başkanı eksik bilgilendirildi efendim.” Böyle bilgiler çıktı. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Benim kişiliğimi de bilirsiniz, ben öyle kolay kolay önemli konularda söylenenlere de kolay inanacak biri değilim. Açıkça da bunu söyleyeyim. Burada karargah ifadesi doğru değil, lütfen bu işe karargâhı karıştırmayın.

Basın toplantısını 26 Haziran’da yaptım. İki gün sonra. Şimdi şöyle deniyor; “Genelkurmay Başkanı erken davrandı, çabuk açıklama yaptı.” Ben hiç bir açıklama yapmadım ki. Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın basın açıklamasından sonra önemli bir konu olduğu için basın toplantısı ile bu konuların değerlendirmesini yaptım. Burada 12 Haziran’dan 24 Haziran’a kadar geçen 12 günlük süreye kimse tahammül edemiyor.
 
Şimdi burada tabii doğruları görmek lazım. Sayın Bila, ben her zaman şunu söylüyorum. Önyargıya dayanmayan, doğruya dayanan eleştirilere saygımız var. Ama tamamen ön yargıya dayanan, eksik ve yanlış bilgilere dayalı eleştirilere de tabii ki itibar etmemiz sözkonusu değil.

Burada gözden kaçan şu. 12 Haziran’dan 24 Haziran’a kadarki süreçte delil olarak iddia edilen konu, iddia edilen belgenin fotokopisi, aslı yok ki! Bazıları görmüyor bunu. O anda unutulan, bir fotokopi olayı var. Yani belgenin aslı yok.


‘Aslı var mı bugün de bilmiyoruz’

Aslı İstanbul Başsavcılığı’na verildi ve Adli Tıp, sonra da Jandarma Kriminal Laboratuvarı “İmza benziyor” dedi. Askeri savcılık yeniden soruşturmayı açtı. Bugün belgenin aslı elinizde mi?

Başbuğ: Ha bugün var mı, yine bilmiyoruz. Yine ayrı bir konu. Yargı ortaya koyacak onu. Bilemiyoruz, iddia edilen belgenin fotokopisine dayanıyor bu süreçteki soruşturma.
İlave delilden neyi kastediyorsunuz? Yaptığınız açıklamada öyle demiştiniz.
Başbuğ: Şimdi Askeri Savcılığın ve benim, yani fotokopiye belge dememiz mi bekleniyordu? Bunu mu diyecektik yani? Bakın bu nedenlerle 26 Haziran 2009 günü konuya ilişkin söylediğim sözlerin kelimesi, noktası, virgülü elimde. Çok net ve açık. Bu süreçle ilgili sorunuz varsa cevaplarım, yoksa adli müşavir Tuğgeneral Çubuklu’ya sözü bırakacağım. O son durumla ilgili neredeyiz, onu anlatacak. Genelkurmay Karargâhı değil artık, Askeri Savcılık, aman bunu karıştırmayın.

Çubuklu: Belge 16 Şubat 2010 tarihinde askeri savcılığa ulaştıktan sonra hemen aynı gün askeri savcılık tarafından kriminal inceleme yapılmak üzere Jandarma Kriminal Başkanlığı’na gönderilmiştir. Yani askeri savcılık buradan tekrar devam ediyor. Tabii ilk aşamada bir çok talep var bununla ilgili olarak, ama ilk aşamada imza tetkiki ile ilgili araştırma yapılıyor. En önemli konu o, imza ona mı aittir, değil midir? Eli mahsulü müdür, değil midir? Bu rapor gelince 25 Şubat 2010 tarihinde Askeri Savcılık bunun üzerine daha önce vermiş olduğu kovuşturmaya yer olmadığına yönelik kararını geri alıyor. Buna da yetkisi var. Jandarma kriminal raporu geldikten sonra; ama bu dediğim gibi ilk aşaması.

Şimdi bunu geri aldıktan sonra yine askeri savcılık 1 Mart 2010 tarihinde askeri mahkemeden tutuklama talebinde bulunmuştur. O ilk rapora göre 1 Mart 2010 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nca, askeri savcılık tarafından yürütülen faaliyetlere ilişkin kamuouyunu bilgilendirmeye yönelik bir açıklama yapılmıştır.


‘Genelkurmay değerlendirmiyor’

Başbuğ: Orada şimdi önemli olan şu; bu husus karıştırılıyor. 25 Şubat 2010 tarihinde Askeri Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına yönelik kararı geri alıyor. 1 Mart’ta da askeri mahkemeden tutuklama talebinde bulunuyor. Reddediliyor. Aynı gün Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklama, savcılık tarafından yürütülen faaliyetler için kamuouyunu bilgilendirilmesidir. O açıklama Genelkurmay Başkanlığı’nın bir değerlendirmesi değildir. Bazıları bunu karıştırıyor. “Genelkurmay bu hükme varmıştır” diyor. Hayır. Genelkurmay Başkanlığı karargahı olarak biz bu olayın dışındayız.
Çubuklu: Islak imzasını taşıdığına ilişkin bazı delillerin mecvut olabileceğine binaen -bu da bir ihtimaldir, kesin değil çünkü-...  Askeri Savcılık tarafından belgeye ilişkin sadece imza konusu değil, diğer bir çok suç delili incelemesi sürdürülmektedir. En önemli konulardan bir tanesi bu.

Başbuğ: Kamuoyu net değildi. Bugün yavaş yavaş bazı bilgiler var. Onu çok net ifade etmek lazım.

Çubuklu: En önemli konu askeri savcılığın yapmış olduğu soruşturma da kanun gereği çok gizli yürütülüyor. Gerçekten kolay kolay bir şey sızmıyor, dikkat ederseniz. Bu nedenle bunlar bilinmediği için bir şey yapılmadığı gibi zannedilebiliyor. Bunlar şunlar: Belgenin sayfaları üzerindeki tüm izlerin tespiti ve analizi. Parmak izi dahil.
Başbuğ: Şimdi birinci olarak bu. Yani diyor ki bakın: Belge üzerindeki bütün izlerin tespit ve analizi. Şimdi burada kritik bir nokta var.

Çubuklu: Kritik nokta şu: Kriminal Başkanlığı diyor ki, parmak izi araştırması belge üzerinde bazı hasarlar yaratabilir. Bu nedenle de askeri savcılık soruyor. Kime soruyor? Yargının elinde asıl bir tane belge var.

Başbuğ: Yani jandarma kriminal askeri savcılığa diyor ki “belge üzerindeki parmak izlerini araştırırım ama bunu yaptığım zaman belge üzerinde bazı hasarlar olabilir.” Çünkü kimyasal şey kullanıyorlar.

Çubuklu: Askeri Savcılık da bunu İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na soruyor. Ayrıca da şüphelinin avukatlarına soruyor, “Ne diyorsunuz?” diye. şimdi bu cevaplar bekleniyor. Aldığım bilgiye göre avukatlar “Yapılsın” diyorlar. Ama öbür taraf önemli olan burada. Savcılık daha cevap yazmadığı için.

Askeri savcılık kendinden bir karar veremez mi? Niye İstanbul Savcılığı’na soruyor?
Çubuklu: Belge esas oradan geldiği için İstanbul Başsavcılığı’na soruyor.
Başbuğ: Yarın öbür gün belgede bir hasar olursa o zaman askeri savcılık itham altında kalır.

Çubuklu: Göndermeme gerekçelerinden bir tanesi de aşağı yukarı buydu.
Başbuğ: Ben kanaat sundum diyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da artık olumlu bakmalı, değil mi?


Mürekkep ve imza makinesi

Çubuklu: İkinci olarak imzanın taklit makinesi ile atılıp atılmadığı konusu. Araştırılıyor şu anda. Üçüncü olarak imzanın atılmış olduğu tarihin tespiti, ne kadar süre önce atıldığı konusu. Dördüncü olarak yazı ve imza mürekkeplerinin Genelkurmay Başkanlığı birimlerinde kullanılan ürünlerle uyum durumu. Beşinci olarak zarf ve ihbarcı subayı tarafından gönderildiği ileri sürülen diğer belgeler üzerindeki yazı ve parmak izlerinin incelenmesi. Daha önce talep edilen konular bunlar. Takdir edersiniz ki bu yöndeki incelemeler bir müddet daha devam edecektir.


‘İstifa ne konuşuldu, ne yansıtıldı’

O iki gün tabi Türkiye’de çok dikkatli izlendi. Komutanların istifa kararı aldıkları ya da istifa edecekleri gibi haberlere de rastladık. Öyle bir eğilim yansıtıldı mı Çankaya’daki üçlü zirvede?


Başbuğ: Hayır kesinlikle böyle bir şey söz konusu değil. Kesinlikle ne konuşulmuştur, ne tartışılmıştır, ne yansıtılmıştır.


‘Gerçek ortaya çıkacak, buna inancım tam’

Başbuğ: Geldiğimiz nokta bu. Sonuç olarak konuyu toparlamamız gerekirse iddia edilen belge ile ilgili olarak Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından soruşturma devam ediyor. Bu soruşturma çok kapsamlı ve çok boyutlu. Şimdi tabii neyi kastediyorsun, bunun detayına girmemiz uygun değil. Ama bu soruşturma kapsamlı ve boyutlu olarak devam ediyor. Artık bu konuyla ilgili bize ve herkese düşen görev sorumlu hareket edilmesidir. Yargı sürecinin sonunu sabırla beklemektir. Eksik bilgilere dayanarak bu konu üzerinde yorumlar yapılması bu sürece fayda vermez. İnanıyoruz ki yargımız, gerek askeri yargımız, elbette gerçeği ortaya çıkaracaktır. Benim buna inancım tamdır.


‘Çok kapsamlı, çok boyutlu soruşturma’

Eğer belge gerçekse sadece albay rütbesinde birinin böyle bir belge hazırlayamayacağı, üstlerinden emir almış olabileceği de kuşkular arasında. Soruşturma albayla sınırlı mı kalacak ?


Başbuğ: Ne dedim, çok kapsamlı ve boyutlu. Elbette çok kapsamlı ve boyutlu olarak bakılıyor.


Görevi kötüye kullanmak

Albay Çiçek’le ilgili olarak yürütülen askeri soruşturmanın görevi suistimal ve üstlerinde güveni sarsıcı hareketlerde bulunmaya dayandırıldığı yansıdı kamuoyuna. Bu bilgi doğru mudur ?

Çubuklu: Askeri mahalde işlendiği iddia edilen bir suç varsa böyle bir görevi olmayacağına göre bu görevi kötüye kullanma olur. Varsa böyle bir belge, olması düşünülemiyor... O da astlık - üstlük münasebetlerini bozucu bir durumdur ve 95. maddedeki hükümlere girebilir.

“Dava açılmadan, bir subayın açığa alınması olmaz” diye bilgilendirilmiştik; buna da bakanlık yetkilidir ama davanın açılmış olması gerekir gibi. O halde Albay Çiçek’in Deniz Kuvvetleri’ndeki görevi sürüyor mu?


Başbuğ: Kanunun 65. maddesi var. 65. madde “askeri personelin açığa alınması için usul kamu davasının açılması lazım” diyor. Kamu davasının açılması bir iddianın ilgili mahkeme tarafından kabul edilmesi demektir. Daha henüz öyle bir şey yok. Ama böyle bir şey olsa da ilgili makamların takdirine bağlı.

O da Milli Savunma Bakanı’nın yetkisine bağlı değil mi?

Başbuğ: Evet.


Baykal’ın eleştirisine saygı

Sayın Baykal’ın eleştirileri oldu. Buna ilişkin yorumlarınızı almak istiyorum. İki eleştiri oldu temel olarak. Birincisi, Çankaya Köşkü’nde yaptığınız üçlü toplantıdan sonra orada bir uzlaşma sağlandığı, uzlaşma gereği iki gün sonra Genelkurmay‘ın yeni bilgiler olduğuna dair açıklama yaptığı, bu bağlamda eski kuvvet komutanlarının serbest bırakıldığı, ordu komutanı ve diğerlerinin gözaltına alındığı, bunun bir uzlaşmaya dayalı olarak yürütüldüğü... Hatta çıkan yorumlar arasında, bu toplantının Dolmabahçe görüşmesine benzediği gibi eleştiriler vardı. Bu bağlamda bir yanıtınız olur mu?


Başbuğ: Bu konuya da açıklık getirmeye çalışayım. Böyle bir soru geleceğini tahmin edebiliyorum. Bir kere şunu izah edeyim, ben Sayın Baykal’ın değerlendirmelerine saygı duyuyorum. Ancak Sayın Baykal’ın doğal olarak bu değerlendirmeleri kendisinde bulunan bilgi ve verilere dayanarak yaptığını düşünüyorum. Bu nedenle de tabii Sayın Baykal’ın değerlendirmeleri üzerine benim tarafımdan yorum yapılmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Şunları söyleyebilirim:

Birincisi, şimdi bakın özellikle, bu iddia edilen belgeye ilişkin, bugün sizinle yaptığımız bu görüşmenin bu belge konusuna ilişkin bazı kişilerin aklında olan bu gayet doğaldır, onu da saygıyla karşılıyorum. Bazı sorulara açıklık getirdiğini düşünüyorum veya getireceğini. İkincisi, bakın 1. Ordu plan semineri kapsamındaki gelişmeler. Neyi kastettiğimi biliyorsunuz. (Balyoz iddialarını kastediyor...)


‘En ciddi olaylardan biri’

1. Ordu plan semineri kapsamındaki gelişmelerle özellikle iddia edilen belge konusuna ilişkin gelişmelerin arka arkaya gelmesi zamanlama olarak tamamen tesadüftür. Yani bu, iki olay arasında özellikle ikili ilişki kurulması doğru değildir. 1. Ordu plan semineri kapsamındaki gelişmeler ne zaman oldu? 22 Şubat 2010 Pazartesi günü. Olay ciddidir ve bugüne kadar belki yaşanan olayların Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki etkisi açısından en önemlilerinden birisidir. Ve en ciddilerinden birisidir.

Şimdi aynı gün öğleden sonra, Başbakan Vekili Sayın Çiçek ile bir görüşme yapılmıştır. Ertesi gün de, yani 23 Şubat günü de TSK’da görevli orgeneraller ve oramirallerin katılımıyla Genelkurmay Karargaâhı’nda bir durum değerlendirmesi yapılmıştır. Tabii ki olay ciddidir. Niçin? Bir; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne uzun süre üstün, değerli hizmet vermiş arkadaşlarımız, komutanlarımız var. Emekli olmuş. Ama bu kişiler gerçekten TSK’ya uzun süre üstün hizmetler vermiş, yakinen tanıdığım, beraber omuz omuza mücadele ettiğimiz arkadaşlar, emekli olanlar. Yani şimdi bunları ben, ismen hangi birini sayayım? Baktığınız zaman benden devre olarak, yaşça büyük. Bir Orgeneral Çetin...

Çetin Doğan mı?

Başbuğ: Büyük benden. Ama diğerleri benim yaşıtım, arkadaşlarım. Emrimde çalışan, görev yapanlar. Emekli olanlar. İki; muhatap sensin. General, amiral, subay var aralarında. Bir suçlama ile karşı karşıyalar. Sonra ne oldu? 25 Şubat Perşembe günü...


‘Üçlü zirvede olumsuz durumları anlattım’

Sayın Başbakan vekili kendisi mi görüşme teklif etti, yoksa siz mi davet ettiniz?

Başbuğ: Kendisi zannediyorum talep etti. 25 Şubat Perşembe günü Çankaya Köşkü’ünde bir toplantı oldu. Bu toplantıya Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ve ben katıldım. Bu toplantı ile ilgili tabii ki tüm konuşulanı, tüm detayıyla anlatmamız zaten devlet adamlığıyla uyuşmaz. Ancak bu toplantıda, iki ana noktayı da ifade etmek durumundayım.
Bir; bu toplantıda Sayın Cumhurbaşkanına ve Sayın Başbakan’a, 1. Ordu plan seminerine, yani oynanan plan seminerine ilişkin olarak elimizde TSK’da mevcut olan, bilinen, bulunan bilgileri sunduk. İkinci olarak da bu olayın TSK üzerinde oluşturduğu olumsuz duruma ilişkin değerlendirmelerimi sundum. Olumsuz durumu biraz evvel açıkladım.

Bakın temel konular değil mi? Bir; 2003 Mart’ında oynanan plan seminerine ilişkin olarak elimizde olan, bulunan bilgilerle ilgili kendilerini bilgilendirdim, iki bu olayın TSK üzerinde oluşturduğu olumsuz bir durumdur. Herhalde bu duruma çok mutlu durum diyecek hal yok. Fevkalade olumsuz bir durum. Biraz evvel ifade ettim. Emekli generaller var. Beraber görev yaptığımız, yakın arkadaşımız var. İki, şu anda emrimde olan personel var. Onların sorumluluğu da bana ait.


‘Cenazemiz gömülene kadar’

Burada iki konu var. Bir; o dönem sizin Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı olduğunuz...
Başbuğ: Bakın bu toplantıda 1. Ordu plan semineri dışında başka konulara ilişkin bir şey konuşulmamıştır. Bakın bizim emeklilerimiz olsun, muvazzaf personelimiz olsun tüm mensuplarımız görev ve rütbe ayrımına tabi tutulmadan hepsi aynı değerdedir, aynı önemdedir. TSK’nın zaten diğer mesleklerden farkı bu. Bazı meslekler de var tabi, ondan mutlu olurum. Yagrıtay’da falan diyorlar ya... Yine kopmuyorlar güzel bir şey ama ama Silahlı Kuvvetler’de bu elbiseyi giydiğiniz anda bu mesleğe ve yaşam tarzına adım atıyorsunuz. Ne zamana kadar? Cenazeniz gömülene kadar. Cenazenizi de yine bu ordu gömüyor. Bizim böyle bir yapımız var.


‘Emeklilerden de sorumluyuz’

Mezara kadar mı diyorsunuz yani?

Başbuğ: Evet, bir de bizde silah arkadaşlığı kavramı vardır. Silah arkadaşlığı demek erden orgenerale kadar bir bütündür. Silah arkadaşlığında derecelere göre farklılık yok. Dolayısıyla bizim emeklilerimiz olsun, muvazzaf personelimiz olsun bunların arasında görev ve rütbe farklılıklarına muvazzaf ya da emekli olmasına göre farklılık yapılmaz, mümkün değil. Hepsinin sorunu ve üzüntüleri bizim sorunumuz ve üzüntümüzdür. Ve ayrıca da ben bunun bir sorumluluk yüklediğinin de bilinci altındayım burada. Bu nedenlerle daha fazla detaya girmem tabii ki doğru değil.


‘Pazarlık olur mu!’

Çankaya’daki toplantıda uzlaşma ve pazarlık yaptığınız iddialarına ne yanıt veriyorsunuz?

Başbuğ: Böyle bir şey olur mu? Bu nedenlerle 25 Şubat perşembe günü yapılan toplantıya değişik anlamlar yüklenilmesi kesinlikle doğru değildir. Ben bugün ilk defa bir şey yaptım. “Ben” diye konuşmayı ilk defa bugün size yaptım. Bir başta ben dedim. Belge olayını, belki sonuçta istememe rağmen yine de benim diye söyleyeceğim. Bakın, benim Genelkurmay Başkanı olarak yaptığım herşey açıktır. Bugüne kadar meslek hayatım boyunca yaptığım ve söylediğim her şeyin her zaman arkasındayım.

Bunu her halde bir savunma olarak kabul etmiyorsunuz, bu bilakis savunma değil, kendime ve Silahlı Kuvvetlerime duyduğum güvenin bir derecesidir. Bunu böyle algılayın. Açık söylüyorum. Genelkurmay Başkanı olarak yaptığım her şey açıktır. Yaptığım ve söylediklerimin her zaman arkasındayım. Meslek hayatım boyunca bu güne kadar hep doğruluğuna inandığım şeyleri yaptım. Bundan sonra da aynı çizgimde hizmetime devam edeceğim.


‘Parola işi yanlıştır'

Sayın Başbakan’ın adı geçirilerek bir parola gündeme geldi. Üçlü zirvede Sayın Başbakan bunu gündeme getirdi mi?

Başbuğ: Olabilir. Çünkü sonra da pazar günü bir toplantı daha yaptık. Zirvede olmasa bile ikili görüşmede olabilir. Ama çok da önemli bir konu değil zaten. Parola olayı olduğu zaman da ifade ettik; ‘yanlıştır’. TSK olarak kabul edebileceğimiz bir olay değildir. Bırakın kabul etmeyi, olay olduğu an zaten ilgili komutanlık soruşturma açmıştır, soruşturma devam ediyor. O soruşturma da sadece astsubayla sınırlı değildir. Bu konuyla ilgili olarak başkalarının da hataları varsa gereken yapılacaktır.