Dünya

İsrail'e terörle mücadelede Başbuğ'u referansı

Orgeneral Başbuğ'un Ankara'daki terör zirvesinde yaptığı konuşma, İsrail'deki silahlı kuvvetler dergisinde yayımlandı.

05 Temmuz 2010 03:00

T24 - Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Mart ayında NATO şemsiyesinde Ankara'da gerçekleştirilen terör zirvesinde yaptığı konuşma, İsrail'de yayınlanan silahlı kuvvetler dergisi Maarachot'ta yayımlandı.

İsrail'de yayınlanan silahlı kuvvetler dergisi “Maarachot", Orgeneral Başbuğ'un 15 Mart 2010 tarihinde Ankara'da düzenlenen NATO bünyesindeki terör zirvesinde yaptığı konuşmayı ilk makale olarak aynen yayımladı.
 
Haaretz gazetesinin haberine göre, makalenin başında ayrıca İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi'nin bir önsözü yer aldı.
 
Korgeneral Aşkenazi, önsözde, “meslektaşım" diye takdim ettiği Orgeneral Başbuğ'un dergiye yayınlanan konuşmasının, terörizmle mücadele uluslararası işbirliğinin önemini ve Türkiye'nin özelliklere PKK terörüne karşı yürüttüğü mücadelede elde ettiği büyük deneyimleri aktardığını yazdı.
 
Haaretz gazetesi, derginin bu hafta yayınlandığına özellikle dikkat çekti. Gazete, İsrail Genelkurmay Başkanı Aşkenazi'nin önsözünün de muhtemelen 31 Mayıs'da meydana gelen kanlı Mavi Marmara baskınından sonra kaleme alınmış olduğunu kaydetti.
 
Türkiye'nin NATO üyesi ve Suriye, İran, Irak gibi ülkelerde sınırdaş bir Müslüman ülke olarak bölge güvenliği açısından stratejik bir öneme sahip olduğunu belirten İsrail Genelkurmay Başkanı, “İsrail ve Türk orduları arasında, her iki ülkedeki askeri ataşeler aracılığıyla yürütülen askeri ve güvenlik işbirliği bulunmaktadır. İki ülke silahlı kuvvetleri arasında karşılıklı ziyaretler ve ortak savaş oyunları gerçekleştirilmekte olup, çeşitli alanlarda uzun bir geçmişe dayanan diyalog bulunmaktadır. Sayın Başbuğ'un sözlerinin, her tür terörizme karşı mücadelede güç birliğine gitmenin önemine ilişkin inancı pekiştirip ve bu konudaki bilgi birikimimizi zenginleştireceğinden eminim" dedi.
 
İşte Maarchot'un aynen yayınladığı o yazı:

 
'Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği' sempozyumu
 

Değerli Konuklar,
 
Bu yıl üçüncüsünü icra etmekte olduğumuz “Küresel Terörizm ve Uluslararası İş Birliği” sempozyumuna hoş geldiniz. Katılımlarınız için teşekkür ediyor saygılarımı sunuyorum.
 
Soğuk Savaş sonrası dönemde gözlemlediğimiz olaylar ve kazandığımız deneyimler, bize küresel ve bölgesel güvenlik sistemlerinin ne kadar hızlı değiştiğini göstermiştir. Bu değişikliklerin derinlemesine tahlili ve bunlara uygun cevaplar verilmesi için gerekli olan zihinsel dönüşümü zamanında gerçekleştiremediğimizi düşünüyorum.
 
Büyük güçler arasında büyük bir savaş olasılığının önemli ölçüde kaybolduğunun düşünülebileceği günümüzde ne yazık ki, bölgesel çatışmalar hâlâ devam etmekte ve birçok insan bu çatışmalarda hayatlarını kaybetmektedir.
 
Özellikle iki kutuplu dünya düzeninin yıkılmasından sonra güvenlik sorunu olarak değerlendirilen risk ve tehditlerin simetrikten asimetriğe doğru kaydığından söz edilebilir. Bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük risk, ardında radikal düşünceler barındıran şiddet ve terördür. Terörizm, yüzyıllar süren çabalar ve fedakarlıkların birer ürünü olan, yaşama hakkı dahil insan haklarını, ortak insani değerleri, demokrasiyi ve özgürlükleri tehdit etmektedir. Terör örgütleri bugün, herhangi bir zamanda, dünyanın herhangi bir yerinde, terör eylemlerini başlatabilecek varlığa ve kapasiteye ulaşmışlardır.
 
 Bu bakımdan, günümüz dünyasında güvenlik de küreselleşmiştir. Mevcut güvenlik anlayışlarının sorgulanması ise “yeni güvenlik” anlayışının doğmasına zemin hazırlamıştır.
 
“Yeni güvenlik” denildiğinde çoğunlukla güvenlik anlayışının daha geniş bir tehdit yelpazesini içerecek şekilde genişletilmesi anlaşılmaktadır. Bu “yeni” tehditler, terör ve askerî tehditlerin yanı sıra, ekonomik eşitsizlik, adaletsizlik, çevre kirliliği ve doğal kaynakların yok olması, etnik anlaşmazlıklar, uluslararası göç, uyuşturucu ticareti ve kaçakçılık ve enerji hatlarının güvenliği gibi sorunları da içermektedir. Ancak “yeni güvenlik” sadece gündemin genişletilmesinden ibaret değildir. Gündemin genişletilmesi, “yeni güvenlik” anlayışının benimsenmesinin uygulamadaki yansımasıdır. Güvenlik bir bütündür. Bir felsefe olarak yeni güvenlik, güvenlik anlayış ve uygulamalarının merkezine, insanın ihtiyaçlarını yerleştirmeyi hedefleyen topyekûn bir yenilenme girişimidir. Güvenliğe yaklaşımdaki bu dönüşüm, güvenliğin askerî ve diğer tüm boyutlarını içeren daha bütüncül bir anlayışın benimsenmesi anlamına gelir.
 
Ancak, insan güvenliğini merkeze almayı öneren yeni güvenlik anlayışının devlet güvenliğini geri plana attığı söylenemez. Bugün özellikle terörün yeşerdiği ve barındığı ve buradan diğer ülkelere tehdit oluşturduğu ülkelere bakarsak buralarda devletin bütün kurumları ile başarılı ve etkin olamadığı (failed states) yönetimlerin bulunduğunu görebiliriz.
 
Terörizmin küreselleşmesi, sınır aşan niteliği ülkelerin iş birliğini zorunlu kılmaktadır. Terörizm, kaynağı, hedefi amacı her ne olursa olsun, hiçbir şekilde meşruluğu olmayan, insanlık dışı eylemlerin bütünüdür. Evet terör insanlık dışıdır, terör acımasızdır. Bugün burada, aramızda dost ve kardeş Pakistan’ın, Peşaver’deki 11’inci Kolordu Komutanı Korg. Sn. Muhammed Masood ASLAM’da var. Kendisi ile Pakistan’a yapmış olduğum ziyaret esnasında 14 Ekim 2009 tarihinde tanışmış ve görüşmüştüm. Korg. ASLAM, maalesef oğlunu, tek oğlunu, 4 Aralık 2009 tarihinde Rawalpindi’de cereyan eden bir terör saldırısı esnasında kaybetti. Amacım burada bu acıyı kendisine tekrar hatırlatmak değil, yaşadığı büyük acıyı hepinizin huzurunda burada bir defa daha paylaşmak isterim.
 
Ancak terör karşısında boyun eğmemeliyiz. Acımızı yüreğimize gömmeli; mücadelemize kararlılıkla devam etmeliyiz. Korg. Masood ASLAM’ın bugün burada bizimle beraber olması bunun güzel bir örneğidir.
 
Demokrasi; haklar, özgürlükler ve sorumluluklar sistemidir. Demokrasinin sunduğu fırsat alanlarını kullananlar, bireylerin en temel hakkı olan yaşam hakkını hedef alan terörizm faaliyetlerini hiçbir nedenle hoş göremez. Terör ve terörizm desteklenemez, görmezlikten gelinemez. Yeri gelmişken; semavi bir din olan İslam’ı terörle özdeşleştirmenin de küresel terörizmin politik amacına hizmet edeceğini hatırlatmak isterim.
 
Türkiye, PKK Terör Örgütü ile 30 yılı aşkın bir süredir mücadele etmektedir. Bu süre zarfında çok acı kayıplar yaşadık ve önemli bedeller ödedik. Ancak devletlerin ve milletlerin gereken durumlarda bedel ödemeye hazır olması gerektiği de unutulmamalıdır. Zaman zaman yeri geldi ulus olarak, tek başımıza mücadelemizi sürdürdük. Dolayısıyla, terörizmle mücadelede uluslararası iş birliği ve güç birliğinin önemini biz, yine acı tecrübelerimiz sonucunda öğrendik. Bunun için terörizmle mücadelede uluslararası iş ve güç birliğinin sağlanmasının zorunlu olduğuna inanıyoruz.
 
Terörizm gibi bir olguyu doğru analiz edebilmek için disiplinler arası bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Öncelikle terörü bir olgu olarak değerlendirip, nasıl, nerede ve hangi koşullarda ortaya çıktığını anlamalıyız. Terörün düşünme biçimini analiz etmeliyiz.
 
İyi anlaşılması gereken bir diğer konu da terörle / terörizmle mücadele ile terör örgütü / teröristle mücadele kavramlarının arasındaki ilişki ve farklılıktır.
 
Terörle mücadele, devletler tarafından ve topyekûn şekilde, esas itibarıyla, güvenlik, ekonomik, sosyo-kültürel, propaganda ve uluslararası alanlarda birbirleriyle paralel ve koordineli olarak yürütülen faaliyetlerdir. Bu faaliyetler birbirini tamamlar, ancak bazen bu faaliyetler arasındaki ilişki, toplama işleminden çok, çarpma işlemine de dönüşebilir.
 
Terör örgütü/ terörist ile mücadeleye gelince, bu görev güvenlik kuvvetlerine aittir.
 
Şimdi, terörle mücadeleye ilişkin bazı görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:
 
 - Terörle mücadelenin ana hedefi, terör örgütünün ve destekleyicilerinin başarı umutlarının yok edilerek terörle bir yere varılamayacağını göstermektir. Bunun yapılabilmesi, terör örgütünün elimine edilmesi, etkisiz hale getirilmesi ile olur.
 
Terörle mücadele insan odaklı olarak yürütülmeli, mücadele insanların kalbine ve beynine hitap etmelidir. Bunun için yapılması gerekenler şunlardır:
 
Terörle mücadele yasalar çerçevesinde yürütülmelidir.
 
Terörün olduğu bölgelerde, bölge halkının güvenliğinin sağlanması öncelikli bir görevdir.
 
Teröristle masum bölge halkı karıştırılmamalıdır.
 
Terörist ile teröristlere yardım edenler, teşvik edenler ve onlara değişik nedenlerle sempati duyanlar iyi ayırt edilmeli, her birine karşı farklı davranış biçimleri geliştirilmelidir.
 
Terörle mücadelede bölge halkının desteği ve güvenlik kuvvetlerinin yanında yer alması mutlaka sağlanmalıdır. Bu destek sağlanamadan, terör örgütüyle mücadelenin başarıya ulaşması çok zordur.
 
 Terörle mücadelede, değişik alanlarda faaliyetlerde bulunan çeşitli kurum ve kuruluşlar arasında gayret birliği sağlanmalıdır.
 
Terörle mücadele uzun soluklu bir süreçtir. Terör karşısında sabırlı, azimli ve itidalli davranılmalıdır.
 
 Terörle mücadelenin zorluğunun ve sabırlı davranılması gerektiğinin yalnız güvenlik kuvvetleri tarafından değil, siyasi karar alıcılar, medya ve kamuoyu tarafından da doğru şekilde algılanmasına çalışılmalıdır.
 
Terör örgütleri mücadelenin uzamasını ve toplumsal sabrın tükenmesini ister. Bu nedenle, stratejilerini toplumsal sabrın üzerine kurmaya çalışır. Dolayısıyla, terörizmle mücadelede toplumsal ve yönetsel sabrın gösterilmesi gerekir.
 
Terörle mücadelede topluma gerçekçi olmayan beklentiler verilmesinden kaçınılmalıdır.
 
Terörle mücadele ile ilgili çok sık duyulmadığı halde önemli olduğunu düşündüğüm bir kavrama farklı bir açıdan değinmeye çalışacağım. Terörizm, kendisini üreten, yaşatan ve kuşatan ekosistemin bir parçasıdır ve onunla birlikte var olur. Ekosistem nedir? Ekosistem deyince, içinde bulunulan çevre ve düzeni anlıyoruz. Bir bölgedeki tüm bitkiler, hayvanlar ve insanlar ile bunların birbirleri ve çevreleri ile olan ilişkilerini anlıyoruz. Terör örgütleri içerisinde bulundukları ekosisteme şekil vermeye çalışır. Bu çok önemli bir konudur. Terörle mücadelede devlet, güvenlik kuvvetleri, herkes bu ekosistemin içindedir. Terörün beslendiği ekosistemi, terörle mücadeleye katkı sağlayacak şekle dönüştürmek önemlidir. Bunun için de, terörün beslendiği yerel ekosistemi iyi şekilde anlamak zorunludur.
 
Genellikle terörizmin parçası olduğu ekosistemler karmaşıktır ve ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Bu karmaşıklığın nedeni ise, modern, post-modern ve geleneksel ağların iç içe geçmiş durumda olmasıdır. Bununla birlikte terörizm, yalnız bulunduğu ekosistemin içinde ve çevresinde değil, bu alanın dışına taşarak uluslararası bir boyuta ulaşmaktadır.
 
Bunun yanında, terör örgütleri sınır aşan suç örgütleri ile birlikte uyuşturucu, insan ve silah kaçakçılığı yapabilmektedir.
 
Bütün bunlar, terörle mücadelenin çok boyutlu, karmaşık ve zaman alan bir süreç olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, terör örgütünü besleyen ekosistemin terör örgütlerinin ömrünü kısaltacak bir şekle dönüştürülmesi esas alınmalıdır. Amaç terörü yalnız bırakan bir ekosistem yaratmaktır. Bu kimin görevidir? Bu, ulusal ve uluslararası bir görevdir. Güvenlik kuvvetleri açısından bu konudaki sorumluluğumuz ile ilgili olarak ise şunu söyleyebiliriz: Terörle mücadele eden güvenlik kuvvetleri personeli bölgedeki ekosistem ile bütünleşmelidir.
 
Ekosistemin içinde çevre, coğrafya, tabiat ve içinde bulunan bütün insanlar dolayısıyla her şey var. Bunların hepsi ile bütünleşmeniz, coğrafya ile iç içe yaşamaya çalışmanız lazım. Coğrafya ile dost olmak mecburiyetindesiniz. Güvenlik kuvvetleri bunları sağlayamaz, bu coğrafyada belirli bir bölgede kalır ve coğrafya ile bütünleşmez ise başarıya ulaşamaz. Bu durum, Afganistan’daki, Irak’taki ve Türkiye’deki terör olayları için de geçerlidir. Bu nedenle, coğrafyaya ancak ayağınız basa basa hâkim olabilirsiniz. Ekosistemde sizin de bir aktör olmanız gerekiyor. Yedi gün yirmi dört saat sistemin doğal bir parçası olmanız gerekiyor. Aksi halde uzaktan hâkimiyet çok zordur.
 
Bu sağlandığı takdirde terörle mücadelede başarıya ulaşılır. Güvenlik kuvvetleri ifadesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerini, polisi ve jandarmayı kastediyorum ve şunu da iftiharla söylüyorum: Türkiye’deki güvenlik kuvvetleri, biraz önce anlattığım ekosistemin gereğini belki de dünyada en iyi şekilde yerine getiren güvenlik kuvvetleridir. Bugün terörle mücadelenin devam ettiği bölgelerde en ücra köylerine dahi gitseniz orada güvenlik kuvvetlerimizi oluşturan askerimizin, polisimizin, jandarmamızın yan yana görev yapmakta olduğunu görebilirsiniz. Güvenlik kuvvetlerinin Türkiye’de gitmediği, adım atmadığı hiçbir nokta yoktur.
 
Bazen, karşılaştığımız arkadaşlarımızdan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Güneydoğu Anadolu bölgesinde müstakil olarak görev yapan, yani bir terör eylemiyle karşılaştığı zaman tek başına mücadele edecek kaç ünitesi olduğu konusunda bir tahminde bulunmalarını istiyorum. Onlar şu tahminlerde bulunuyorlar 100, 200 veya 300. Oysaki bu şekilde terörle mücadele eden bugün 1500’ün üzerinde müstakil ünitemiz mevcuttur. Bu, biraz evvel anlatmaya çalıştığım ekosistemin bir parçasıdır.
 
Silahlı Kuvvetler olarak üzerinde durduğumuz diğer bir konu da toplumla beraber olmaktır. Bunun için toplumsal gelişime destek programlarımız var. Bu konunun kimin görevi olduğu sorusu akıllara gelebilir. Elbette, Silahlı Kuvvetlerin de bir görevidir. Çünkü ülkemiz gerçekten büyük, yerleşim alanlarımız çok fazla ve imkânlarımız da kısıtlı olduğundan, devletin diğer kurumları her yere ulaşamıyor. Devletimizin diğer kurumlarının ulaşamadığı yerlerde, Silahlı Kuvvetler olarak halkımızın ihtiyaçlarını karşılamaya, onlarla birlikte olmaya önem veriyoruz ve bu önemli görevi yapmaktan da gurur duyuyoruz.
 
Bizim, terörizmin yerel ekosistemini okuyarak sahada edindiğimiz tecrübeler sonucunda uyguladığımız Geçici ve Gönüllü Köy Korucuları sistemi var. PKK bölücü terör örgütü bu sistemden büyük rahatsızlık duymaktadır. Geçici ve Gönüllü Köy Korucuları sisteminin kalkması onların öncelikli isteğidir. Türkiye’nin uzun süredir uyguladığı Geçici ve Gönüllü Köy Korucu Sistemi PKK ile mücadelede çok önemli görev ve sorumluluklar üstlenmiştir. Geçici ve Gönüllü Köy Korucuları bugüne kadar bu mücadelede 1343 şehit vermişlerdir. Geçici ve Gönüllü Köy Korucularının kanun ve devlet yanında bu mücadelede yer alması, sorunun etnik bir çatışma olmadığının ve bölücü terör örgütünün bölge halkının desteğini sağlayamadığının da çok önemli bir göstergesidir.
 
Geçici ve Gönüllü Köy Korucularından hata yapanlar elbette olabilir ama burada önemli olan hata yapanın sistemden ayrılmasıdır. Hata yapan üç beş kişiden dolayı sistemin tümünü suçlamakla bir noktada örgütün amacına hizmet etmiş olursunuz.
 
Türkiye'den bu konuda ders alan bazı ülkelerin uygulamaları olduğunu, kamuoyumuzun bilmesinde fayda var. Türkiye’de uzun süredir başarıyla uygulanan korucu sisteminin bir benzeri de 2007 yılından itibaren ABD tarafından Irak’ta (Sons of Iraq) kullanılmaya başlamıştır. ABD, Afganistan’da da Irak’ta uygulanan koruculuk sistemine benzer mahalli güvenlik birimi ya da milis gücü (Afghan Public Protection Force) kurmak istemiş ve buna ilişkin pilot programa Şubat 2009’da başlamıştır.
 
Terör örgütlerinin eylem yelpazesi çok geniştir. Örgütler kırsalda ve şehirlerde farklı yoğunlukta ve farklı tipte eylemler yapabilmektedir. Bu nedenle her biriyle farklı yöntemlerle mücadele edilmelidir. Kırsal bölgelerdeki terör ile şehirlerdeki terör çok farklı olduğundan her iki türe göre farklı mücadele yöntemleri geliştirmek gerekir. Öte yandan bir ülkede gördüğünüz terör eylemlerinin ve bunlara karşı alınan önlemlerin diğer ülkelerde de aynı şekilde olduğunu düşünmek oldukça yanlıştır. Bugün Türkiye’de PKK bölücü terör örgütü ile mücadelenin ağırlıklı olarak kırsal alanda olduğu görülür. Irak’taki terör olayları şehirlerde yoğunlaşırken Afganistan’da ise terör örgütleri, Türkiye’dekine benzer şekilde kırsal alanda ve meskûn yerlerde faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla bir ülkedeki olayları değerlendirirken aynı sonuçları diğer ülkeye aynen uyarlamak pek doğru olmayacaktır.
 
Terörle mücadelede güvenlik kuvvetlerinin karşı karşıya kalacağı bazı paradoks durumlar olabilir:
 
Bazen, güvenlik tedbirleri açısından fazla kuvvet kullanılması, daha az güvenli durumun oluşumuna neden olabilir.
 
Bazen, operasyonlarda daha fazla kuvvet kullanılması, operasyonların başarı derecesini azaltabilir.
 
Bazen, operasyonlarda daha az kuvvet kullanılması, hesaplı risklerin alınması, başarı derecesini artırabilir.
 
İstihbarat yoksa hiçbir şey yoktur. Başka bir deyişle, terörle mücadelede özellikle istihbaratınız yetersizse başarılı olma şansınız bitmiştir. Bu konu çok önemlidir. Tabi istihbarat dediğiniz zaman üç şartın yerine getirilmesi lazım. Öncelikle, istihbarat veya bilgi doğru olmalıdır. İkinci olarak, istihbarat uygun zamanda olmalıdır. Zamanlama çok önemlidir, zira geç kalan bilginin hiçbir değeri yoktur. Üçüncü şart ise istihbaratın etkili olmasıdır. Şunu bilmeliyiz ki operasyonları istihbarat yönlendirir. İstihbarata dayanmayan operasyonlar bazen olumsuz sonuçlar da doğurabilir. “İstihbarat yok ise ne yapacağız?” sorusu akla gelebilir. O zaman şunu da düşünmemiz lazım; belki bazı operasyonların asli hedefi, temel amacı istihbarat elde etmek olacaktır. Herhalde bunu da bir kenara kaydetmemiz gerekir.
 
Bugün istihbarat vasıtalarının çok geniş olduğunu görüyoruz; teknik istihbarattan, muhabere istihbaratına kadar istihbaratın farklı şekilleri bulunmaktadır. Ancak terör ile mücadelede başarılı olan devletlerin bu başarıyı nasıl sağladığı incelendiğinde, insan istihbaratını terörle mücadelenin kilit ve ana noktası olarak kullandıkları görülecektir. Elbette teknolojiyi kullanacaksınız, uydulardan muhabere sinyallerine kadar her şeyi kullanabilirsiniz ama eğer insan istihbaratında zayıfsanız işiniz çok zor. İnsan istihbaratının eğitimli personel tarafından yapılması, bu eğitimli personelin de size ait bir personel olması lazım. İşin zor noktası da bu. Genellikle mahalli personele dayalı olarak insan istihbaratı yapılıyor. Yanlış mı? Değil. Fakat bu konuda mahalli personel ne kadar eğitimli? Ne kadar güvenli? Tabi işin aslı bu insan istihbaratının sizin yetiştirdiğiniz eğitimli personel tarafından sağlanmasıdır. Bunu yapamazsanız gerçekten istihbarat konusunda çok eksikleriniz olur. Zaten başarıyı da burada görmek gayet doğal.
 
Güvenlik kuvvetleri ile istihbarat örgütleri arasındaki dinamik iş birliğinin sağlanması için her şey yapılmalıdır. Etkili, doğru ve uygun zamanlı istihbaratın elde edilmesi önemlidir. İstihbarat operasyonları yönlendirecektir. İstihbarata dayanmayan operasyonlar olumsuz sonuçlar doğurabilir. Terörle mücadelede eğitilmiş personel tarafından elde edilen, insana dayanan istihbaratın önemi ise çok büyüktür.
 
Elbette medya da burada kamusal görev yapmaktadır. Ben bunu eleştirmek için söylemiyorum. Medyanın da kamusal görevleri var; elbette olayları takip edecektir. Ancak bu durum güvenlik kuvvetleri açısından da önemli bir sonuç doğuruyor. Kamuoyu hassasiyeti ve artan medya denetimi günümüzde sadece stratejik düzeydeki doğruların değil, taktik düzeydeki doğruların da önemini artırmıştır. Klasik harekâtta ordu, kolordu, tümen seviyesinde yapılan yanlışlar büyük önem arz eder ama terörle mücadeleye geldiğiniz zaman alandaki bir astsubayın veya bir polisimizin yaptığı yanlış, bir taktik işlem, bazen çok büyük sorunlar oluşturabilmektedir. Taktik düzeyde yapılan yanlışlar, doğru stratejik yaklaşımları boşa çıkartabilmektedir.
 
Dolayısıyla terörizm ile mücadelede alanda görev yapan personelin rütbesi ne olursa olsun formasyonu, becerileri mücadelenin başarıya ulaşmasında belirleyicidir. Alandaki liderlerin, uzman çavuşlarımızdan ordu komutanlarımıza kadar geleneksel askerî formasyon dışında, tarihi ve coğrafyayı okuma yeteneği yanında yeterli sosyolojik bilgiye de sahip olması önemlidir.
 
Güvenlik kuvvetlerine gerekli eğitimi verdikten sonra bölgeye gönderin. Bu, Türkiye, ABD ve terörle mücadele eden bütün ülkeler için de geçerlidir. Eğer bu kişileri görev yaptığı bölgenin tarihî yapısına, coğrafyasına ve en önemlisi de o bulunduğu, yaşayacağı, görev yapacağı bölgenin sosyolojik yapısına uygun olarak yetiştiremezseniz başınız büyük derde girebilir. İstediğiniz başarıya ulaşmanız çok zor olur. Biz Silahlı Kuvvetler olarak bunun ne kadar önemli olduğunun bilincindeyiz ve bütün okullarımızda bu konuları ders olarak veriyoruz. Harp Okullarında özellikle son iki üç yıldır sosyoloji dersini tekrar müfredatımıza dahil ettik. Çünkü biliyoruz ki subay toplumla ve insanla muhatap olacak. Emrindeki malzeme ve görev yapacağı yerde karşılaşacağı personel insandır. Bu konularda yeterli bilgiye sahip olamayan subaylarımızın, astsubaylarımızın ve uzman çavuşlarımızın kendilerinden beklenen görevleri yerine getirmesi gerçekten çok zordur.
 
Terörle mücadelede elde edilen başarı, etkisiz hale getirilen terörist sayısıyla ölçülmemelidir. Bundan daha önemli olan husus, teröristlerin inisiyatifinde gerçekleştirilen terör olaylarının sayısının azaltılması olmalıdır. Burada güvenlik kuvvetlerinin dikkat edeceği husus, terörle mücadelede terör olaylarının sayısını kabul edilebilecek asgari bir seviyeye indirmektir. Güvenlik kuvvetlerinin kendisine silah çevirene silahla karşılık vermesi ise kaçınılmazdır.
 
Terörle mücadeledeki başarınızı sadece etkisiz hale getirilen terörist sayılarıyla ölçmeye kalkarsanız yanlış sonuçlara gidebilirsiniz. Tekrar ifade ediyorum, önemli olan teröristlerin inisiyatifinde gerçekleştirilen olay sayısıdır. Son yıllarda Irak’taki güvenlik durumunun iyiye gittiğini görüyoruz. Bunu teröristlerin veya orada kullanılan bir başka tabirle “insurgent”ların icra ettikleri eylem sayılarının geçmişe nazaran aşağıya çekilmesinden anlıyoruz.
 
Terör örgütüne katılımların azaltılması, kontrol altına alınması ve terör örgütlerinden kaçışlarının sağlanmasına yönelik tedbirler üzerinde önemle durulmalıdır. Bu da terör ile mücadelenin kilit sorunlarından biridir. 2010 yılında örgütten kaçarak güvenlik kuvvetlerine teslim olan terörist sayısı bugün itibari ile 65’tir. Bir terör örgütünün en çok korktuğu şey, örgütten kaçışlardır. Zaten bunu önlemek için kaçma teşebbüsünde bulunanları öldürüyorlar. Dolayısıyla örgütlerden kaçışların sağlanması da çok önemli bir husustur.
 
Toplumun terörle mücadeledeki kararlılığı da başlı başına bir etki faktörüdür. Bu nedenle teröristlerin, algı yönetimine uygun ortam oluşturmak amacıyla yaymaya çalıştığı dehşet ve korkunun önüne geçilmesi için toplumun her katmanına ve medyaya önemli görevler düşmektedir.
 
Çağımızda bireyler, bu karmaşık durumu algılanır bir düzeye indirgemede medyadan yararlanırlar. Medya kamusal görev yapmaktadır ve yapmalıdır. Bu konuda kimsenin tereddüdü yok, çünkü medya bu görevi yapmazsa ortaya dedikodular çıkar. Bu durum çok daha tehlikelidir. Dolayısıyla medya doğru bilgilere dayanarak kamuoyunu bilgilendirmelidir, bu kamusal bir görevdir, buna hiçbir itirazımız yok. Medya vasıtalarıyla “gerçek”; “varolan”, “sunulan” ve “algılanan” olarak karşımıza çıkmakta, çoğu kez ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulmadan sunulmaktadır. Bu durum toplumların algılamaları üzerinde de ciddi değişimlere sebep olabilmektedir. Bu konuya da iki taraflı bakmak lazım. Eğer siz ilgili devlet kurumları olarak medyaya zamanında bilgi vermezseniz medya o zaman çevreden duyduğu bazen de doğru olmayan bilgilerle bu görevi yapmak durumunda kalır. Dolayısıyla bu iki taraflı bir sorumluluktur. Ben bu durumun gerçekten çok önemli olduğunu düşünüyorum. Biz elbette haber özgürlüğüne saygılıyız. Haber özgürlüğü ve objektif bilgilendirme, her açıdan saygı gösterilmesi gereken bir olgu olmakla beraber, özgürlüklerin topluma zarar verme sınırının olması gerekliliği üzerinde de düşünülmelidir.
 
Medyanın teröristlerce araçsallaştırılması ve tüm dünyaya aktarılan terör görüntüleri terörizmin küreselleşmesinde önemli etkiye sahiptir. O zaman medya: “Acaba bu verdiğim haber bu şekliyle, bu süresiyle, bu tekrarıyla topluma yarar mı sağlıyor, zarar mı veriyor?” diye sormalıdır. Bunun da kararını yine medyanın vermesi doğaldır. Çünkü, teröristlerin en önemli hedefi, gerçekleştirdikleri eylemlere toplumların dikkatinin ve ilgisinin çekilmesi, böylece sistem ve toplum tarafından tanınmaları, varlıklarının kabul edilmesinin sağlanmasıdır. Televizyonda, özellikle de uluslararası televizyon kanallarında görüntülerinin yansıması, eylemlerinin amaçları arasındadır. Bu nedenle, medyada terör olaylarına ilişkin haber sunulurken bu haberin kapsamı, verileceği süre ve tekrarlanmaması da çok önemlidir. Bir olayı iki dakikada verebiliyorsanız 15 dakikada vermeyin veya bir haberi lütfen on kere göstermeyin. Tekrarlar çok önemlidir, çünkü terör olaylarının ulusal ve uluslararası medyada uzun süreli ve tekrar tekrar verilmesi terör örgütlerinin maksadına hizmet etmektedir.
 
Değerli Konuklar,
 
Sempozyum süresince, konuların uzmanları, uluslararası güvenliğe yönelik en önemli ve büyük tehditlerden biri olan terörizmin çeşitli yönleriyle ilgili tespit ve analizlerini dile getirecekler.
 
Bu sempozyumun terörle mücadelede; sorunu anlamak ve ortak değerlerimizi korumak için beraber neler yapabileceğimizi ortaya çıkarma açısından faydalı sonuçlar yaratacağına inanıyorum. Katkılarınızdan dolayı şimdiden teşekkür eder başarılar dilerim.