A. Turan Alkan
(Zaman, 2 Mart 2012)
Yeni Şafak refikimizde dün, yazar Emine Şenlikoğlu ile önemli bir sohbet yayınlandı.
Emeti Saruhan'ın yaptığı sohbette Emine Şenlikoğlu'nun, "Devrim yapacağımı zannediyordum" cümlesi başlığa çıkarılmış; hâlbuki metni okuyunca kasdedilen şeyin, sol jargondaki devrimden farklı bir şey olduğunu anlıyoruz; gönüllerde devrim! Şenlikoğlu, hayranlık ve saygı uyandıran şahsi mücadelesinin neticede maksadına ulaştığını kabul ediyor ama o yılların keskin ve bükülmez İslâmcı camiasında "Küfür düzeni"ni ve Kapitalizmi sona erdirmeyi, ezilen İslâm kavimlerini esaretten kurtarmayı ve tam da sol jargondaki hâliyle bir İslâmi halk devrimi yaparak "kurtuluş"a ulaşmayı gaye edinen mühim bir siyaset üssünün varlığını hepimiz biliyoruz.
İslâmcılığın o devir itibariyle ana fikirlerinden biri Demokrasiyi eleştirip küçümsemek, meşrû mücadele yürütmeyi de zaaf nişânesi görmekti. Demokratik usullerle kazanılan mevzii başarıların ise bu cenahta, aslıyla mutabık olmayan sahte bir özgüven yükselişine meydan verdiğini gayet iyi hatırlıyoruz. O günlerin beklentisi, seçimle kazanılan küçük avantajlarla devlette köprübaşı tutarak İslâmcılığın gizli ajandasında yazılı programı hayata geçirmekti. Bugün hâlâ hükümete, laik kanattan yöneltilen derin şüphenin temelinde hükümetin "İslâmcı bir gizli ajanda"da yazılı olduğu şekilde ağır ağır devletin kalelerini ele geçirdikleri kaygısı vardır.
Geçen zaman bu sert kanaatleri törpüledi. Fevrîliğin yerini sükûnet, köktenciliğin yerini her hadiseyi kendi şartları çerçevesinde değerlendirip anlama cehdi, şiddetin yerini itidâl aldı. Genel seçimleri "Müslüman sayımı" gibi takdim eden yaklaşımın yerinde bugün yeller esiyor ve bu ne hayırhah bir gelişmedir.
Dünün sert ve bükülmez İslâmcıları, bugün "Sadece Müslüman" olmanın en büyük nimet ve mazhariyet teşkil ettiğini öğrendiler. İçlerinde hâlâ demokrasiyi aşağılayanlar muhtemelen vardır ama ana kitle, demokrasi tarikiyle de insânî bir hayat kurulabileceğinin teorik olarak imkân dâhilinde bulunduğunu gördü ve inandı. O beylik söyleyişle bu, biber gibi yakıcı kelimelerle konuşan İslâmcı takımı için küçük ama Türkiye'nin gidişatı açısından büyük bir adımdı.
Demokrasinin eleştiriye açık yönleri yok değildir ama daima meşrû zeminde ve barış çerçevesinde siyasi mücadele yürütmek, muhalefeti saygıyla karşılayıp varlığını elzem görmek gibi demokratik geleneklerin kadr-ü kıymetini de artık teslim edelim. İslâmî muhalefet, demokrasiyle güçlendi, meşrûiyet kazandı ve iktidar oldu; önemli seçim başarılarıyla halkın desteğini kazandı. Dolayısıyla geçmişe yönelik hatalardan ders çıkarmak ihmâl edilmemeli.
Emine Şenlikoğlu Hanımefendi'nin, "Müslümanlar 28 Şubat'ta, 12 Eylül'de gerçekten çuvalladılar, döküldüler. Bazıları kale gibi ayakta kaldı" tesbiti, doğrusu duymaya alışkın olduğumuz cümlelerden değildir ama tam da öyle olmuştu doğrusu; kezâ, "Müslümanların zayıf yönünü Ergenekon müthiş şekilde yakalayıp kullandı. Herkes herkesten şüphe etmeye başladı. Bana çok ünlü ve sevdiğimiz yazarlar için öyle şeyler söylendi ki..." tesbitleri de üzerinde teemmül edilesi sözlerdir.
28 Şubatçıları adım adım yargı önüne sürükleyen bir süreçte bazı Müslümanların 28 Şubat'ta nasıl döküldüklerini bilmek çok öğretici olurdu fakat bu cenahta henüz özeleştiri geleneği yok. Kabaca, bütün Müslümanların devlet eliyle maddi-manevi dayaktan geçirildiği şekliyle hikâye edilen 28 Şubat'ın aktörleri neticede insandı. İnsanlar bazen tökezleyebilirler, hele kriz zamanlarında daha çok. Şurası unutulmamalı, 28 Şubat'ta devlet eliyle yapılan saçmalıklar ilginç sonuçlara yol açtı: Siyasi İslâmcılık törpülendi ve şiddetten uzaklaştı ve aynı demokratik usulleri samimiyetle benimseyen dindarların iktidarına giden anayollar açıldı.
Emine Şenlikoğlu'nu isabetli tesbitlerinden dolayı tebrik ederim; ümid ederim ki bu yaklaşımı, "Bildiklerimi söylemenin şimdi zamanı değil, çocuklar büyüsün ondan sonra" diyen ertelemeci takımı da benimser.