Zaman gazetesine kayyum atandıktan sonra Yarına Bakış'ta yazmaya başlayan Ali Bulaç, "Batı’ya gösterilen teveccühün temelinde, 800 yıllık kanlı mücadeleler sonucunda İslamiyet’in “ma’ruf” dediği şeylere yaklaşma çabalarının olduğunu" söyledi. "Devletin ve devlet ricalinin üstünde bir hukukun varlığı; kuvvetler ayrılığı; muhalefetin kanun tarafından korunması; düşünce ve ifade özgürlüğü, medya serbestisi; hakim güvencesi, yargının bağımsız ve tarafsız olmaya zorlanması; yasalar yapılırken karar mekanizmaları ve süreçleri üzerinde sivil toplumun bir şekilde etkili olması ve ortada onaylanmış bir anayasa metni varsa, herkesin bu metne sadakat göstermeye özen göstermesi vs" ifadelerini kullanan Bulaç, "Gelin itiraf edelim: Batı’dan iktibas edilen bu idari ve hukuki prensipler olmasa, tarihten devraldığımız hangi hukuk prensibine göre devlet yönetimini eline geçiren muhterislere karşı güvenliğimizi sağlayabiliriz?" diye yazdı.
Ali Bulaç'ın, "Kötü teamül" başlığıyla yayımlanan (20 Nisan 2016) yazısı şöyle:
Teamül öteden beri yapılagelen davranış biçimlerine denir. Hukukla ilgili olmakla beraber bağlayıcılığı kanun kuvvetinde değildir. Ancak siyasi güç, kendi bildiğince teamüle dönüşen uygulamalara başlayacak olursa, “hukuk yönü”nden olmasa da, kanun yönünden bağlayıcılığı olur. Teamülün en sert ve devlet otoritesinden neş’et eden biçimi töre olup, bunun Osmanlı’daki karşılığı “Örfi hukuk”tur. Değer yargısı bakımından bir teamül iyi ve yararlı olabileceği gibi, kötü ve zararlı da olabilir. Bu, bir yönüyle “bidat-ı hasene” ve “bidat-ı seyyiye” vaz’etmeye benzer. “İyi ve yararlı” olanı özünde ma’ruf olması hasebiyle “örfe”e kadar gider; “kötü ve zararlı” olanı özünde münker olduğundan toplumsal ayaklanma ve çatışmalara bile sebebiyet verebilir.
İdeal bir ülkede yaşamadığımız muhakkak. Öyle de olsa tarih içinde daha iyi olan için verilen mücadeleden elde ettiğimiz bir hasıla var, mücadelenin aktörleri ve istikameti fesada uğramayacak olursa, her bir merhale diğerinden daha iyi olabilir. Batı’da teokratik taassuba ve otoriterliğe açık mutlakiyetçi idarelere karşı verilen mücadele hep daha iyi olanı hedeflemiştir. Orada da ideale ulaşılmamışsa da, kabul edelim ki bizden çok daha iyi noktalarda bulunuyorlar. Nitekim zoraki modernizasyon politikalarına rağmen, Batılı değer yargılarının ve hukuki müktesabatın bizde hüsnü kabul görmesinin bir sebebi, bizim İslam’ın özünden uzaklaşmış, köhneleşmiş şah ve padişahların elinde despotizm aracına dönüşmüş hukukun artık iş göremez hale gelmesidir.
Ne alimlerimiz içtihat yapabiliyor, ne yöneticilerimiz dillerinden din-iman sözcüklerini düşürmedikleri halde İslami hükümlere itibar ediyorlar. Batı’ya gösterilen teveccühün temelinde, 800 yıllık kanlı mücadeleler sonucunda İslamiyet’in “ma’ruf” dediği şeylere yaklaşma çabaları yatmaktadır: Devletin ve devlet ricalinin üstünde bir hukukun varlığı; kuvvetler ayrılığı; muhalefetin kanun tarafından korunması; düşünce ve ifade özgürlüğü, medya serbestisi; hakim güvencesi, yargının bağımsız ve tarafsız olmaya zorlanması; yasalar yapılırken karar mekanizmaları ve süreçleri üzerinde sivil toplumun bir şekilde etkili olması ve ortada onaylanmış bir anayasa metni varsa, herkesin bu metne sadakat göstermeye özen göstermesi vs.
Bu saydıklarımın tamamı hükümleri, illetleri ve maksatlarıyla Kur’an ve Sünnet’i çok iyi bilen bir müçtehidin İslam’dan da istihraç edebileceği formel prensiplerdir. Ve bu prensipler olmasa, bugün de yeniden azmanlaştırdığımız devlet tarafından hiç kimsenin ne can ne mal güvenliği kalır. Gelin itiraf edelim: Batı’dan iktibas edilen bu idari ve hukuki prensipler olmasa, tarihten devraldığımız hangi hukuk prensibine göre devlet yönetimini eline geçiren muhterislere karşı güvenliğimizi sağlayabiliriz?
Dünün teamülleri bugünkü siyaseti ve iktidarı kullanma biçimini adeta tayin ediyor. Hatırlayalım: Demirel “Devlet bazan rutin dışına çıkabilir” demişti. Özal’a göre “Anayasa’nın bir kere delinmesinden bir şey olmaz.” Abdullah Gül, önüne gelen yasalar için “Anayasa’ya aykırı olduğunu biliyorum ama onaylıyorum, nasılsa birileri AYM’ye götürür” diye onaylamıştı. Bugünkü Cumhurbaşkanı’nın anayasa ve AYM konusundaki görüşleri belli. İktidar partisinin milletvekilleri açıkça “Türkiye’de kuvvetler ayrılığı yok; yasama, yürütme, yargı da bizde” diyebiliyor. Ana muhalefet Partisi (CHP) Genel Başkanı “Anayasa’ya aykırı ama olsun, milletvekilleri dokunulmazlıklarını kaldıracak yasaya destek vereceklerini” söylüyor.
Şimdiki fiili durumda anayasa ve yasaların dışına çıkmak siyasetin ve idarenin teamülü oldu. Halk çoğunluğuna dayalı iktidar dilediği kimseleri terörist ilan ediyor; kendi ihdas ettiği mahkemelerde yargılatıyor; muhalif medyanın yayınına anında son veriyor; mal-mülk müsaderesi yapabiliyor.
Bu uygulamalar teamül halini alırsa, geçerli kural da şu olacak: Bir şekilde iktidarı ele geçiren, anayasa ve yasa tanımadan muhaliflerini baskı altına alacak, mal-mülküne el koyabilecek. Bir toplumsal kesimin partisi ebediyyen iktidarda olamayacağına göre, yarın kendisi ve destekçileri de hukuk ihlallerine hedef olacaktır. Bu yol, yol değil! Bir an önce Hukuk’a avdet etmemiz lazım."