Evrensel yazarı Sabri Durmaz, metal işçilerinin 2 Şubat'ta greve çıkacaklarını duyurması sonrası, Türkiye Metal Sanayiciler Sendikası'yla (MESS) işçi sendikaları arasında 5 Ekim'de başlayan TİS görüşmelerinde “ara bulucu” aşamasının geride kaldığını belirtti. TSK'nın Suriye'nin Kuzeybatısındaki Afrin'e yönelik başlattığı operasyonla eni bir durumun doğruduğu söyleyen Durmaz, metal işçilerinin “savaş hali” gibi gerekçelerle yasaklanmasını da kabul etmemeleri gerektiğinin altını çizerek, "İşçilerin taleplerinin 'milli güvenlik'le bir ilgisi yoktur" dedi.
Sabri Durmaz'ın, "İşçi taleplerinin ‘milli güvenlik’le hiçbir ilgisi yoktur!" başlığıyla (23 Ocak 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Metal iş kolunda, MESS’le işçi sendikaları Türk Metal, Birleşik Metal-İş ve Çelik-İş arasında 5 Ekim’de başlayan TİS görüşmelerinde, “ara bulucu” aşaması geride kaldı. Türk Metal’in ve Birleşik Metal’in 2 Şubat’ta “greve çıkacağı” açıklandı! Çelik-İş’in ne yaptığına ya da ne yapacağına dair bir etkinliği ise bilinmiyor. Belki de İSDEMİR sözleşmesinden sonra sendikayı kapatıp gittiler!
Türk Metal Bursa 2 No’lu Şube 1. Olağan Genel Kurulunda konuşan ve yasal sürecin sona erdiğini, 18 Ocak’ta toplanarak grev kararı aldıklarını dile getiren Genel Başkan Pervul Kavlak’ın sözleri işçiler tarafından “Şalter inecek bu iş bitecek” sloganlarıyla karşılandı.
“Belki ertelenen grevlere, belki OHAL’e güvendiniz ama değil OHAL hangi hale güvenirseniz güvenin yemin ederim ki hakkımızı alana kadar direneceğiz. Biz tamam diyene kadar işyerlerinde huzur olmayacak, barış olmayacak. Bu bizim sözümüzdür” diyen Kavlak, vaatlerini yineledi.
Genel Başkan Adnan Serdaroğlu dahil Birleşik Metal yöneticileri de her vesileyle OHAL’e rağmen “grev dahil” her yolla hak mücadelesini sürdüreceklerini söylüyorlar.
İşçilerin gazetemize gönderdiği mektuplar ve işçiler arasından yapılan haberlerde de metal işçileri; kendi talepleri etrafında mücadelede “Grevse grev”, “Şalter inecek bu iş bitecek” diyorlar.
Evet, MESS’in işçiler ve sendikalarıyla alay edercesine ısrar ettiği teklif karşısında işçilerin tepkileri iyi, alınan kararlar da mücadelenin ilerlemesinin önünü kesmeyecek, en azından işçilerin müdahalesine açık bir doğrultuda; dahası işçiler inisiyatif alma ve sendikacılar üstündeki denetimlerini sürdürmede kararlı görünüyorlar.
Ama son birkaç günden beri “yeni bir durum”la karşı karşıya bulunuyoruz.
Bu yeni durum, Afrin’e yönelik “askeri operasyon” etrafında gelişen “savaş hali”dir! Ve bunun da sadece “Cephede çarpışanlar arasında askeri bir çarpışma olarak kalması” beklenemez. Çünkü bütün askeri harekâtların, savaşların, sonuçta askeri olduğu kadar siyasi (hatta ideolojik) ve ekonomik bir faturası da olmaktadır. Nitekim, en basitinden “Fırat Kalkanı” harekatının da; enflasyon, artan vergiler ve zamlar olarak bir faturası çıkmış, fatura da işçilere ve halka ödettirilmektedir! Hükümetin bu yılın başında yürürlüğe soktuğu 30 milyarlık zam ve vergi paketinin 18 milyarlık kısmının doğrudan “askeri harcamalar”dan geldiği bizzat Hükümet tarafından itiraf edilmiştir.
Elbette savaşların faturası sadece ekonomik bir fatura olarak da kalmıyor. Tersine savaş, emekçiler arasında militarizmin, ırkçılığın, şovenizmin, din-mezhep istismarcılığı etrafında oluşturulan propagandanın yol açtığı siyasi-psikolojik ortamı besler, işçiler arasındaki sınıf talepleri etrafında oluşan birliği bozan girişimleri olağanüstü kolaylaştırır. Patronlar ve hükümetleri bu koşulları, oluşan hassasiyetleri kendi lehlerine kullanmada, eğer işçiler gerekli uyanıklığı gösteremezse, çok mahirdirler.
1991’de metal iş kolu dahil on binlerce işçinin grevinin, dönemin hükümeti tarafından, 1. Körfez Savaşı gerekçe gösterilerek yasaklandığı, o dönemi az çok bilenlerin hâlâ hatırındadır.
Bugün MESS patronlarının, bütün bu olup bitenlerden, savaş ve savaş politikalarının yarattığı sosyopsikolojik ortamdan, bu ortamın işçiler ve sendikacılar üstündeki etkisinden yararlanarak, kendi amaçlarına varmak istemeyeceğini düşünmek aşırı saflık olur.
Hatta MESS’in yüzde 6.4’lük teklifi Afrin’e yönelik askeri harekatı gerekçe göstererek savunacağını, hatta daha da aşağı çekmek için oluşan ortamı kullanmaktan çekinmeyeceğini söylemek, gerçeği önceden hatırlatmak olur.
Bu yüzden de işçiler; aralarındaki etnik farklılıkların öne çıkarılmasını ve taleplerinin askeri masrafları karşılamak için aşağı çekilmesini kabul etmeyen, savaşa, savaş politikalarına karşı oldukları bir çizgide kalmayı başarmak durumundadır.
Elbette OHAL’e karşı durdukları gibi grevlerinin ya da MESS’e karşı girişecekleri çeşitli eylemlerin “savaş hali” gibi gerekçelerle yasaklanmasını da kabul etmemeleri, ayrıca önem kazanmış bulunmaktadır. Çünkü işçilerin taleplerinin “milli güvenlik”le bir ilgisi yoktur.
Burada işçilerin tutunacağı gerçek işçi sınıfı enternasyonalizmidir. Her inançtan, her milliyetten, her siyasi görüşten işçilerin, sınıf kardeşi olmasıdır. Bunun en dolaysız ifadesi ise işçiler arasında kendi talepleri etrafındaki birliklerinin her şeyin üstünde olduğudur!