T24 - Bekir Coşkun olayının neden bu kadar ses getirdiğini analiz eden Birgün gazetesi yazarı Hakan Aksay, AKP'nin medya için yeni bir yol haritası hazırladığını, basın özgürlüğünün daha da kısıtlanacağını yazdı. Bu süreç içinde bazı gazetecilerin meslekten bir süre uzak kalması ihtimalinin bile bulunduğuna dikkat çeken Aksay, internet yayınlarının gazete ve televizyonlara saygın bir alternatif olma şansının arttığı görüşünü savundu. "Bu gerçekleşirse, medyanın gücünün - “elde tutulan” gazetenin kağıdında veya izlenen televizyon ekranlarında değil, hatta maddi imkânların devasa olmasında bile değil - gerçekten de “özgürlüğünde” olduğunu göreceğimiz ilginç bir sürece tanık olabiliriz. " dedi.
Gazetelerin yitirdiği saygınlık internet medyasına geçebilir
Bekir Coşkun olayı neden bu kadar ses çıkardı?
O’nun ünlü ve usta bir kalem olması kuşkusuz önemli.
“Olayın mekanı”nın, yani kuruluşundan kısa bir süre sonra, tirajı ve etkisiyle gazetelerin zirvesine yaklaşan Habertürk’ün başarı grafiğinin rolü de inkar edilemez. (Ancak mesele, elbette Habertürk’ün sınırlarını çoktan aşarak bütün medyaya yayıldı.)
Zamanlama. Olayın, çok tartışmalı geçen referandumdan hemen önce başlayıp asıl sarsıntılarının oylama sonuçlarının belli olmasının ardından yaşanması çok önemliydi.
Ve nihayet, olayın sonuçları çok geniş kesimleri şu ya da bu biçimde tepki göstermeye itti: İktidar, patron, genel yayın yönetmeni, Coşkun’a destek vermek isteyip de veremeyen veya bir biçimde bunu başaran, lehte ve aleyhte yazan gazeteciler…
Ve tüm bunlar yaşanırken, AKP’nin 2011 seçimlerini kazanma ihtimalinin yüksek olduğu şartlarda, “Türk medyası nereye gidiyor?” tartışmalarının ve özgürlüklerin daha da sınırlanabileceği korkusunun yoğunlaşması…
Tüm bunlar medya dünyasında ciddi bir dalgalanma yarattı. Bütün gazeteciler, hepimiz, nasıl bir ortamda çalıştığımızı ve bu ortamda var olabilmek için nelere dikkat etmemiz gerektiğini sıkıntı ve gerilimle bir kez daha gözden geçirdik. İçimizde meslek ilkelerini ve ahlaki kriterleri önemseyenler, özgür ve dürüst gazetecilik yapmanın daha da zorlaşacağını görerek karamsarlaştı. Etik boyutu fazla önemsemeyen “kıvrak piyasa gazetecileri” ile siyasi gelişmelerin kendi istediği doğrultuda sürmesinden memnun olup “sel gider kum kalır” anlayışıyla davrananlar, “bu şartlarda nasıl yeni başarılar kazanılabileceği” konusuna odaklandı.
* * *
Belli ki AKP, medya için yeni bir yol haritası hazırlıyor. (Başbakan Erdoğan’ın medya yöneticileriyle bugünkü toplantısı ve bu arada, toplantıya muhalif gazetelerden Sözcü’yü de davet etmesi bunun bir parçası olsa gerek.)
Belli ki bir yandan, “istenmeyen ögeler” bundan sonra da “bertaraf edilecek”, bazıları kısmen kontrol edilerek “sabredilebilir düzey”e çekilecek, kimileri görmezden gelinecek…
Bir yandan da (belki de en önemlisi), “bizim çocuklar” daha güçlü desteklenecek, bazı medya kuruluşlarının yönetimine yeni isimler getirilecek, bazıları bir umutla kendi arasında yer değiştirecek, “her koşulda yandaş” davrananlar ödüllendirilecek ve daha fazla özendirilecek. Bu arada bir ihtimal, “yandaş ve yalaka” kategorisinde etkisiz şarkılar söyleyenler bir adım geri çekilecek ya da çöpe atılacak. Ama sonuçta “bu kadar oy oranı, bu kadar siyasi ve ekonomik güç varken” sahip olunan medya etkisinin 2002’den bu yana böylesine sınırlı kalması ile daha etkili mücadele edilmeye çalışılacak.
Bu değişiklikleri ve perspektifleri kendince yorumlayan bazı gazete yönetimlerinin ve köşe yazarlarının, daha şimdiden çığırından çıkmaya başladığını görüyoruz. Bekir Coşkun konusunda medya yöneticileri arasında belli belirsiz esen panik rüzgârı da; bir meslektaşları (sevsinler veya sevmesinler, ama meslektaşları) işten uzaklaştırıldığında ona yönelik eleştirilerini daha sonraya bırakmayı bile başaramadan “iyi oldu atıldığı”, “zaten iyi gazeteci değildi” ve “Bekir Coşkunlar medyadan temizlenmeli” türü yayınlarla “düşene bir tekme de benden” tavrı izleyenler de bunun işaretleridir.
* * *
Galiba biz gazetecileri daha zor günler bekliyor. Sansür ve özellikle de otosansür daha da güçlenecek gibi. Daha etkili mecralara uzanmak isteyenler, her sözü kırk kez tartmak zorunda kalacaklar. Bu arada bazı gerçekler görmezden gelinecek, sahip olunan konumlar ve “ekmek parası” korunmaya çalışılacak.
Yola gelenler, iktidardan “itibar” görecek. (Bunu illâ ki “iktidarla kol kola olmak” olarak anlamayın; bazılarına sadece Başbakan ile konuşmak, onunla telefonlaşmak veya birlikte kahvaltı yapmak bile yetebilir.)
Gazeteciler (veya gerçek gazeteciler diyelim), doğal olarak bütün bunlara tepki gösterecekler. (Bu arada, sadece kendi yandaşlarına değil, başkalarına karşı baskı uygulandığında da seslerini yükseltecekler. Sanırım önümüzdeki dönemde de ahlaki ve demokrat tutumun en temel ölçülerinden biri bu olacak.) Verecekleri tavizler olabilir kuşkusuz, ama tavizlerin de sınırına gelindiğinde tercih yapmak zorunda kalacaklar. Ya başları önde “mekânı korumak” ya da başı dik ayrılmak gerekecek. Kısa bir süre için, belki birkaç yıl için, belki de…
Ne yapacaklar? Ya mesleği bırakacaklar... Ya da işlerini farklı bir şekilde sürdürecekler…
Bu noktada ülkemizde son dönemde ciddi bir güç olarak kendini kanıtlamaya başlayan internet medyası ileri çıkabilir.
Dünyada “kağıt gazeteler yerini ne zaman internete bırakacak?” tartışması, daha çok teknolojik gelişmenin kitlelere ulaşma düzeyine bağlı olarak ele alınıyor. Bizde ise buna ek olarak, medya özgürlüklerinin en fazla kağıt gazeteleri ve televizyonları sınırlayacağı öngörüsünden yola çıkarak, internet yayınlarının siyasi ağırlıklarını ve saygınlıklarını arttırma ihtimalinden söz edebiliriz.
“Artık gidecek fazla yeri kalmayanlar” açısından da, geride kalan az sayıdaki gazete ve televizyon dışında, çok sayıda internet yayını kucaklarını açabilir. Hem böylece öteki medya organlarına karşı daha saygın bir alternatif haline gelebilir. Tabii yalnızca teknolojik olarak değil, tutarlı bir yayın politikası ve yaratıcı, enerjik bir gazetecilik üslubuyla kendilerini sürekli geliştirmeyi becerebildikleri ölçüde.
Bu gerçekleşirse, medyanın gücünün - “elde tutulan” gazetenin kağıdında veya izlenen televizyon ekranlarında değil, hatta maddi imkânların devasa olmasında bile değil - gerçekten de “özgürlüğünde” olduğunu göreceğimiz ilginç bir sürece tanık olabiliriz.