Gündem

İnsan hakları tasarısı!

TBMM'nin bugünkü (18 Şubat 2010) oturumunda “Türkiye İnsan Hakları Kurumu Tasarısı” görüşüldü.

18 Şubat 2010 02:00

T24 – TBMM'nin bugünkü (18 Şubat 2010) oturumunda “Türkiye İnsan Hakları Kurumu Tasarısı” görüşüldü. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin önceki yargıcı Rıza Türmen, Milliyet gazetesindeki “İnsan hakları kurumu tasarısı” başlıklı yazısında (15 Şubat 2010) “AKP iktidarının en önemli sorunlarından biri kendinden bağımsız kurumların varlığını kabul edememesi. Ne yazık ki, İHK tasarısı bu sorunun başka bir göstergesi” dedi. Birgün gazetesi yazarı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu da bugünkü (18 Şubat 2010) yazısında yeni kuruluacak İnsan hakalrı kurumu tasarısı için “uluslararası standartlara uygun biçimde oluşturulmayacaksa, bir İnsan Hakları Ulusal Kurumunun olmaması, olmasından daha iyi. Çünkü, böyle bir kurum, İH karşıtı ama “devletçi” bir birime kolayca dönüşebilir..” yorumunu yaptı.


Kaboğlu'nun Birgün gazetesinde yayımlanan “İnsan hakları, olmasa da olur!” başlıklı yazısı (18 Şubat 2010) şöyle:




TİHK, “amicus curiae” olabilir mi?

“Mahkemenin dostu” olarak çevrilebilir bu Latince deyim. 28.01.2010 günlü yazımın özü bu idi: “İnsan Hakları Kurulları, Ulusal-Ötesi Rol...”. Aynı gün, “Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı”, açıklandı. TBMM’nin bugünkü oturumunda bu tasarı görüşülecek.

İHAM’ın önceki yargıcı Rıza Türmen, “İnsan hakları kurumu tasarısı” başlıklı yazısında (Milliyet, 15.02.2010), tasarının yasalaşması halinde, Kurumun neden bağımsız ve tarafsız bir birim olarak çalışamayacağını açık bir biçimde ortaya koyuyor; yazısını şöyle noktalıyor: “AKP iktidarının en önemli sorunlarından biri kendinden bağımsız kurumların varlığını kabul edememesi. Ne yazık ki, İHK tasarısı bu sorunun başka bir göstergesi.”


Üç boyutlu bakış gereği

Kurulması öngörülen Türkiye İnsan Hakları Kurulu (TİHK), tasarı metni, zaman ve mekân olmak üzere üç boyutta değerlendirilebilir:

-     Metin olarak BM veya –yaygın kullanımıyla- “Paris İlkeleri”ne uygunluğu yönünden incelenmeli. R. Türmen’in ortaya koyduğu gibi, üyelik kriterleri, atamaya yetkili organ, statüsü ve görevleri açısından TİHK yasa tasarısı, Paris İlkeleri’ne aykırı.

-Zaman boyutu, önceki başarısız deneyimlerin gözönüne alınmasını gerekli kılar. Tasarı gerekçesi şöyle: “4643 sayılı Kanunla da İnsan Hakları Üst Kurulu, İnsan Hakları Danışma Kurulu, İnsan Hakları İhlali İddialarını İnceleme Heyetleri ve Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı kurulmuştur... Paris Prensiplerine uygun bir yapılanmanın eksikliği,... eleştiri konusu yapılmaktadır.  ... (bunlar) lağvedilmektedir.”

Buna karşılık gerekçede, örneğin, İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun AKP Hükümeti tarafından beş yıl önce “fiilen lağvedildiği” belirtilmemekte.

-Mekan boyutu ise, ulusal kurumun görevinin ülke ile sınırlı olmayıp, uluslararası insan Hakları birimlerine de uzandığını ifade eder. Bunların başında, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) gelmektedir. Zaten, İH ulusal kurumlarının “amicus curiae” görevi, İHAM önünde sözkonusu.


Türkiye izleniyor, çünkü…

Yenisi kuruladursun, eskisinin lağvetme ve temsilcilerini linç etme biçimi nedeniyle İH birimleri yakından izleniyor. Kim izliyor? En başta, Avrupa Konseyi İH Komiserliği ve İH Ulusal Kurumları Avrupa Grubu... Berlin ve Atina toplantıları ile Paris görüşmeleri, bunun kanıtı.

-Berlin toplantısı: Komiserlik ve Avrupa Grubu’nun  Kasım 2004 toplantısında,  İHDK’ya yönelik resmi baskılar, Hükümet ajanı tarafından sergilendi...

-Paris görüşmesi: Fransa İH Ulusal Danışma Komisyonu ile  2005 sonlarında görüşen Ankara heyeti, “Türkiye’de böyle bir kurul yok, deneyiminizden yararlanarak biz de kurmak istiyoruz.” diyorlar. Üstelik, görüşme sırasında kendi aralarında gülüşerek Türkçe konuşuyorlar. (Geçen haftalarda, Büyükelçimizle görüşmeleri sırasında İsrail Bakan yardımcı ve diplomatının kendi aralarında İbranice konuşmalarından beter...).

-Atina Toplantısı: yine, Avrupa Konseyi İH Komiserliği ile İHUK Avrupa Grubu toplantısı, Eylül 2006. Bu kez, İH eksperi olarak bilimsel toplantılara katılıyorum. Ama, ulusal kurullar toplantısına -resmi sıfatımın bulunmayışını öne sürerek- katılmaktan kaçındığım için, şu eleştiriyi alıyorum: “en azından Türkiye’de İHUK konusunda olup biten üzerine bilgi verirdiniz…”


TİHK, akredite olamaz...

Tasarının olduğu gibi yasalaşması, şu anda Hükümete bağlı olarak görev yapan İnsan Hakları Başkanlığı’nı, statü değişikliğiyle güçlendirme anlamına gelir. Bu bakımdan ulusal ölçekte bir vitrin tazelemesi olarak görülebilir. Ancak, böyle bir birim, Türkiye’de insan haklarının ilerletilmesine katkısı sağlamaz; iki nedenle:
          
Bir kez, İnsan Hakları ihlalinin ana kaynağı, Hükümet otoriteleri: özerk ve bağımsız bir statü ile donatılmayan ve uzman kişilerden oluşmayan Kurul, Hükümetin güdümünden çıkamaz.
          
İkincisi, uluslararası işleve ilişkin: hem insan haklarına ilişkin yasaların uluslar arası belgelere uygunluğunun teyidi, hem de İHUK’un Avrupa Mahkemesi’nde görülen davalara ve kararlarının uygulanmasına “amicus curiae” olarak katılımı ve katkısı sözkonusu. Bu görev, özellikle 14. no.lu Ek Protokol yürürlüğe girince gündeme gelecek; başta İH Komiserinin “amicus curiae” olarak duruşmalara katılmasıyla...

TİHK’in ise, -adı geçen tasarı doğrultusunda- akredite olma olasılığı düşük olduğu gibi, Avrupa Grubu iyeliği için A statüsü elde etmesi de ihtimal dışı...

Sonuç olarak, uluslararası standartlara uygun biçimde oluşturulmayacaksa, bir İnsan Hakları Ulusal Kurumunun olmaması, olmasından daha iyi. Çünkü, böyle bir kurum, İH karşıtı ama “devletçi” bir birime kolayca dönüşebilir...