Dünya

İngiltere'de kraliyeti ayakta tutan ne?

'Kraliçe'nin Avam Kamarası'na yolladığı Black Rod tam içeri girecekken Kamara'nın kapısı yüzüne çarpılır. Avam"ın bağımsızlığı ve üstünlüğü yeterince vurgulanmıştır'

26 Mayıs 2013 21:53

Murat Baykara (BBC Türkçe)
 
Prens William ve Kate Middleton'ın düğünü vesilesiyle dünyanın gözü İngiltere kraliyet ailesine çevrildi.
Romantizm, ihtişam, gelinlik vb gibi daha sürükleyici sohbet başlıklarının gerisinde kalsa da, "Demokrasinin beşiği kabul edilen bir ülkede, üstelik de 21. yüzyılda, monarşi nasıl oluyor da varlığını sürdürüyor?" sorusu hem İngiltere'de hem de dünyada bir kez daha sorulur oldu.
Bu soruya verilebilecek en temel yanıt, İngiltere kamuoyunda ve dolayısıyla da siyasetinde aksi yönde güçlü bir talep olmaması, monarşi karşıtlarının onu kaldıracak bir girişime yeterli destek bulamaması galiba.
Peki neden?
Uyum
İngiltere, parlamento ve monarşinin bu kadar uzun süre yan yana var olabildiği tek ülke. Kuruluşundan itibaren geçen 300 yılda, parlamentonun yetkileri ve üstünlüğü hep artarken, monarşininki geriledi.
Bugün parlamentonun açılış töreni, bir yanıyla onun Kraliçe'nin parlamentosu olduğunu hatırlatan bir sembolizm içerse de, bir yanıyla seçilmişlerin üstünlüğünü ve belirleyiciliğini vurgular.
Her şeyden önce okuduğu hükümet programı, Kraliçe'nin eline hükümet tarafından tutuşturulmuş bir metindir. Asıl vurgu ise törene yedirilmiştir.
Kraliçe Lordlar Kamarası'ndaki yerini aldıktan sonra, Black Rod adlı temsilcisini vekilleri çağırması için Avam Kamarası'na yollar. Black Rod tam içeri girecekken Avam Kamarası'nın kapısı şiddetle yüzüne çarpılır.
Kapıyı elindeki asa ile vurduktan ve Kraliçe'nin talebini "nazik" bir şekilde aktardıktan sonra içeri alınır.
"Avam"ın bağımsızlığı ve üstünlüğü yeterince vurgulanmıştır.
Son olarak Black Rod'a birkaç laf atılır, kahkahalar yükselir ve çok da acele etmeden, Kraliçe'yi dinlemek için Lordlar Kamarası'na doğru yürümeye başlarlar.
 

Sembolik rol

 
Bu adetlerle her yasama yılının başında hatırlansa ve hatırlatılsa da, kraliyetin ülke yönetimindeki rolünün sembolik olduğu icra sürecinde de açıktır aslında. Kraliçe'nin bundan sonraki işlevi önüne getirilen yasaları onaylamaktan ibarettir.
Birçok gözlemciye göre, Kraliçe 2. Elizabeth yasaların ve çağın gereği olan bu sembolik rolüne sadık kalma konusunda, yasama faaliyetlerinin dışındaki alanlarda çok daha hassastır. Sadece siyasette değil, başka konularda da tartışma yaratacak bir şey söylememeye gösterdiği özen bilinir. Röportaj vermez, hayatını konu alan bir belgesel için bile kamera karşısına geçmez.
Kraliçe hakkındaki en önemli biyografilerden birinin yazarı tarihçi Ben Pimlott, kitap çıktıktan sonra saraya yemeğe davet edilir. 2. Elizabeth kitabı okumuş olmasına rağmen hakkında tek kelime etmez.
Ancak sembolik rolü siyasette edilgen olmasını gerektirirken, kimi özlenen değerlerin korunması ve temsil edilmesi açısından son derece etkin bir sembolizmin de taşıyıcısıdır kraliyet.
 

Eski güzel günlere özlem

 
Londra'da yayımlanan Evening News gazetesi 16 Ağustos 1923'te şu manşetle çıkar: Boş bir taht için bir İngiliz centilmeni aranıyor. Alt başlık da şöyledir: Bir Kral aranıyor. İngiliz centilmeni olması tercih sebebidir.
Haber abartılı olsa da şaka değildir. Kendine bir kral arayan Arnavutluk hükümetidir. İngiliz centilmeni istenmesinin sebebi de, kısa süre önce kazanılan bağımsızlık için büyük mücadele veren İngiliz milletvekili Aubrey Herbert'a duyulan hayranlık ve vefadır.
Krallık bir yanıyla, İngiltere'nin tüm dünyada hayranlık uyandırdığı geçmişinin ve o geçmişin mirasçısı olan aristokrasinin temsilcisidir. Ülke içindeki ayrıcalıklı konumunu 21. yüzyıla ve demokrasiye aykırı bulsalar bile, geniş halk kitlelerinin, İngiltere'nin dünyada eskisi gibi algılanmasını sağlayacak bir kurumun devamından gizli bir zevk alması doğal bulunur.
Kraliyet de, düğünler ve türlü çeşit başka törenler vesilesiyle sunduğu vitrinle, bu hissi hem ülke içinde hem de dünyada canlı tutmayı başarır.
1860'larda Economist dergisinin editörlüğünü yapan Walter Bagehot'un dediği gibi, "Krallıklar duygulara hitap ettikleri için hep güçlü, Cumhuriyetler ise akla hitap ettikleri için hep zayıf kalacaklardır."
 

Kraliçe hep orada

 
Yukarıda anlatılan özelliklerine ek olarak, Kraliçe devamlılığın sembolüdür. 2. Dünya Savaşı'ndan İngiltere'nin imparatorluk iddiasını kaybetmesine, ekonomik buhran dönemlerinden tekrar ayağa kalktığı 90'lara kadar, geçtiği tüm aşamalarda, ülkenin başında olmuş bir figür.
Geçenlerde 85'inci doğum gününü kutlayan 2. Elizabeth 10'dan fazla başbakan görmüştür. Bu başbakanların birçoğu anılarında, olağan görüşmelerindeki fikir alış verişini çok verimli bulduklarını, taraf olmadığını bildikleri ve tecrübesine güvendikleri bir ismin yanında kendilerini rahat hissettiklerini dile getirmişlerdir.
Tabii ki Kraliçe'nin gönlünün İşçi Partisi'nde olduğunu düşünmek saflık olur. Ama yarattığı imajla da olsa tarafsızlığını tescillemiş olması başarı hanesine yazılmış gibi görünüyor.
Birçok gözlemciye göre 2. Elizabeth, Kraliçe Victoria'nın eşi Prens Albert'ın, "Kraliyetin yüceltilmesi ancak ve ancak, kral ya da kraliçenin kişisel özellikleri sayesinde mümkündür." sözünün en iyi örneğidir.
Tabii bu örneği oluşturmasında, kişisel özellikleri açısından pek o kadar popüler olmayan, özellikle insan ilişkilerinde başarısız bulunan oğlu Prens Charles ile ister istemez kıyaslanmasının da payı büyük olsa gerek. Birçok uzmana göre Charles, bir gün tahta oturması durumunda krallığın sonunu getirecek isim olabilir.
 

Kraliyetin faturası

 
Kamuoyunun büyük bölümü Kraliçe ve kraliyetin rolünün devamından yanayken, 2. Elizabeth de bunu bozmamak için elinden geleni yaparken, harcamalar konusu zincirin en zayıf halkası gibi görünüyor. Monarşi karşıtlarının en kolay taraftar bulduğu sav da, kraliyet ailesinin devasa harcamalarının vergi mükelleflerinin cebinden çıkması. Dolayısıyla kraliyet ailesi, diğer alanlardaki kadar olumlu sonuç alamasa da, bu konuda da büyük özen gösterir.
Bir gemisi yok mesela artık 2. Elizabeth'in. Rolls Roycelarının çoğu "tüple" çalışıyor. Saray, yeraltına kurulan özel ve masrafsız bir sistemle ısınıyor.
Bir yandan da tüm aile kendini hayır işlerine adamış durumda. Vergi mükelleflerinin teveccühüne ters düşmemeye çalışıyorlar. Masraf konusundaki kamuoyu tepkisi de bu yolla yumuşatılıyor.
Yeri gelmişken, Kate ve William'ın düğünü benzeri törenlerin bizzat bir gelir kapısı olduğu savunması da monarşiye sempati duyanların sık başvurduğu bir savunma.
Yine de çok sıkışılırsa, yarı İngiliz yarı Alman olan sosyolog Lord Dahrendorf'tan alıntıyla, "Alman Cumhurbaşkanlığı, İngiliz Krallığı'ndan daha masraflı" denebiliyor.
 

İlke meselesi

 
Kraliyetin varlığının devamını savunmak isteyenlerin kolayca başvurabileceği tüm bu unsurlar aslında pratikle ilgili. Dolayısıyla mevcut duruma katkı yapsa da, karşı yöndeki teorinin haklılığını ortadan kaldırmıyor belki de.
Monarşi karşıtlarının, cumhuriyet savunucularının temel hareket noktası da bu: Demokratik işleyişi sakatlamasa da, bir demokraside babadan oğla (hiç oğlan çocuk yoksa kıza) geçen bir makam söz konusu olamaz. Oysa bugün İngiltere'de kraliyet ailesi mensupları, sırf kan bağı nedeniyle, kiliseden orduya birçok devlet kurumunda, söz değilse de makam sahibi.
İngiltere kamuoyunda kraliyete desteğin Prenses Diana'nın ölümü gibi tartışmalı konularda gerilediği biliniyor. Ancak son 40 yılın kamuoyu yoklamalarının ortalaması alındığında, cumhuriyetçilerin temel savlarına kamuoyunun sadece beşte birinin destek verdiği görülüyor.
Kraliçe'nin 80'inci doğum günü vesilesiyle 2006'da güncellik kazanan tartışma ise, 2. Elizabeth'ten sonra bu oranın yükselebileceğinin işaretlerini veriyordu. Örneğin cumhuriyetçi tavrıyla bilinen Guardian o günkü başyazısında, "Kraliçe'nin doğum gününü en iyi şekilde kutlayalım, ancak o gittiğinde bu gülünç kurumu artık tarihe gömelim." diyordu.
 

Mezarı kim kazacak?

 
Kraliçe'nin ileride sahneden çekilmesiyle kraliyetin devamını savunmanın güçleşeceği ortada, peki kraliyeti kim kaldıracak?
Geçmişte buna "devrim" yanıtı verilebilirdi belki. Ama İngiltere endüstri devrimi ile yetindi. O devrimin işçi sınıfını doğurmasıyla, burjuvazi ve aristokrasi birbirleriyle uğraşmayı bırakıp bu ortak "düşman"a yöneldiğinde de, krallığın geleceği kurtulmuş oldu.
Victor Hugo'nun, İngiltere Kralı 1. Charles ve yaklaşık 150 yıl sonra Fransa Kralı 16. Louis'nin kafaları kesilerek idam edilmelerine göndermeyle hatırlattığı gibi, "Londra Kral'ı, Paris krallığı öldürdü."
Geriye tek bir seçenek kalıyor: Krallığa parlamentonun son vermesi.
Peki yerine ne konacak? Monarşinin son bulması için el kaldırması istenecek siyasiler, onun yerini alacak ve kendilerinden yukarıda olacak bir cumhurbaşkanını mesela, isterler mi? "Sembolik olacak" diye ikna edilmeye çalışılsalar, "Kraliyet de sembolik, o zaman kalsın" demeyecekler mi? İngiltere er ya da geç bu soru işaretlerine yanıt bulmak zorunda kalacak gibi görünüyor.
 

Kral ve tebaası

 
"İngiltere'de kraliyeti ayakta tutan nedir?" sorusuna geçmişten ve bugünden yanıtlar bulma arayışı yorucu, kafa karıştırıcı belki de. Bu durumda İngiltere'deki uygulamayı bir kenara bırakıp, birkaç adım geri çekilip, monarşiye bir kavram olarak bakmak faydalı olabilir.
Karl Marx'ın Kapital'deki şu cümlelerinin yardımıyla: "Bir insanı kral yapan tek sebep, diğerlerinin kendilerini tebaa konumuna yerleştirmesidir. Onlar ise, o kral olduğu için tebaa olduklarını varsayarlar."