Gündem

İmam Tan'ı kim öldürdü?

Yasemin Çongar'ın Taraf gazetesinde bugün (3 Eylül 2010) yayımlanan yazısı.

03 Eylül 2010 03:00



Silahların susmasının çok basit bir koşulu var; bu koşul, insanların konuşmasıdır. “Konuşmak” derken, savaşan taraflar arasında kurulması gereken diyalogdan söz etmiyorum... Nitekim böyle bir diyalog, böyle bir müzakere, barış için gerekli ama yeterli değil bence. Barış çabasının başarısı, bu çabanın hem önkoşulu hem mutlak sonucu olarak, her türlü müzakerenin öncesinde ve sonrasında, çok daha genel, çok daha kalıcı bir “konuşma” sürecinin hayata geçmesini gerektiriyor. Bu konuşma sürecinin adı, siyasettir.

Her fırsatta “dağa piknik yapmak için çıkmadık” diyen PKK’lıların dağdan inmelerinin en önemli koşulu, indiklerinde siyaset yapabileceklerinden emin olmalarıdır. PKK’nın silah bırakmasının yolu, PKK’nın ismiyle, amblemiyle, bayrağıyla olmasa bile, fikirleri, hedefleri ve kadrolarıyla siyasallaşabilmesinden geçer. Bundan korkmamak gerekiyor. Korkutucu olan, Kürt meselesi hakkında konuşamayan, bu meseleyle ilgili dilediği gibi siyaset yapamayan bir örgütün, sözünü silahla söylemeye kalkmasıdır... ki çeyrek asırdır yaşanan da bu zaten.

Şimdi, PKK ateşkesinin kalıcı kılınması, ardından silah bırakmayı da içeren bir barış süreci için girişim başlatılması gündemdeyken, devletin “konuşmaya,” öncelikle bu anlamıyla razı olması, Kürt siyaseti üzerindeki sınırlandırmaları kaldırması, BDP’nin meşru zemindeki varlığını tehdit etmekten vazgeçmesi ve KCK’nın “düz ovada” siyaseti deneyen üyelerine bu şansı tanıması gerekiyor...

Bu açıdan bakıldığında, BDP’nin referandumda “boykot” kampanyası yürütmesini, bu kampanyaya karşı bilumum ideolojik, siyasi, ahlaki ve pratik itirazıma rağmen, gayet “hayırlı” bulduğumu söyleyebilirim. BDP, evet bana göre “yanlış” siyaset yapıyor ama siyaset yapıyor. PKK, evet bana göre, “yanlış” bir siyasi tavır içinde ama hiç olmazsa, bu referandumun meşruiyetini kabullenen siyasi bir tavrı var; sandığa gitmeme siyaseti bile, bir anlamda “sandığa saygı” içeriyor çünkü.

Yeter ki, bu boykot tercihi “siyaseti reddeden” bir şiddet söylemiyle gerekçelendirilmesin; yeter ki, bu boykot tercihi “silah baskısıyla” pekiştirilmiş bir dayatmaya dönüşmesin... Referandumda oy kullanmak isteyen Kürt seçmenlerin bunu rahatça yapabilmesi, “evet” deme tercihini açıklayan Kürt derneklerinin bu tercihi çekinmeden hayata geçirmeleri ya da Başbakan Erdoğan’ın bugün Diyarbakır’da, yapacağı mitingin bir provokasyona hedef olmaması bu açıdan önemli. “Boykot” propagandası yapma hakkı, “boykot karşıtı” propaganda yapma hakkıyla eşdeğer zira. Demokratik siyaset böyle bir şey; benim “konuşmak” dediğim de esasen bu.

Peki, PKK “konuşmaya” gerçekten hazır mı? PKK, benim barışın olmazsa olmaz koşulu gibi gördüğüm şeye, yani demokratik siyaset niyetine, tercihine ve yeteneğine sahip mi?

Doğrusu, bundan emin olamıyorum. DTP’nin kapatılması, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un vekilliklerinin düşürülmesi, KCK operasyonları ve benzeri girişimler, nasıl benim, devletin PKK’lılara “siyaset” fırsatı tanıma niyetine güvenmemi engelliyorsa, PKK’nın (ve BDP’nin) tavırları da, bu cephedeki Kürtlerin, siyasete (yani konuşmaya) niyetli oldukları konusunda ciddi bir kuşku yaratıyor bende.

Bu kuşkuyu kamçılayan bir cinayet işlendi geçen hafta. Hakkâri Pehlivan Mahallesi, Hacı Sait Camii’nde yirmi beş yıldır imamlık yapan, altı çocuk babası Aziz Tan bir yargısız infaza kurban gitti. Sahuru yaptıktan sonra sabah ezanını okumak için camiye yürürken yolunu kestiler Tan’ın; üzerine ateş açıp öldürdüler.

İmam Tan’ı kim öldürdü? Hakkâri’de, Van’da, Siirt’te pek de “cevapsız” muamelesi yapılmıyor bu soruya; İmam Tan’ın failleri “meçhul” değil bölge halkına göre. Hakkâri Valisi Muammer Türker’in, “Tehditler alıyordu. Belgeleri var. Bu tehditlerin neticesi olarak infaz edildi” sözü, şehirde “devleti” temsil etmeyenlerce de onaylanıyor. “Tehdit eden kimdi” sorusuna verilen cevap da belli: “PKK.”

“İmam Tan cemaatçiydi” deniyor; “Taş atan çocukları caydırmak için vaaz veriyordu” deniyor; “BDP’nin boykot kararına karşı çıkıyordu” deniyor. Özetle, İmam Tan’ın kendi çapında “siyasi” bir faaliyette bulunduğu, PKK’ya karşı “konuştuğu” ve bu nedenle de, bölgedeki diğer birçok din adamı gibi PKK tarafından tehdit edildiği anlatılıyor.

Bu doğru mu?

Bu soruyu cevaplamak, imamı kimin öldürdüğünü bulmak devletin görevi. Ama sorunun cevabını vermesi gereken bir adres daha var. İmam Tan’ı sabah vakti infaz edenler PKK’lı mıydı? Şu âna kadar cinayeti üstlenmeyen ama “Biz yapmadık” da demeyen PKK, gerçeği açıklamalı.

Ve eğer, İmam Tan’ın yakın çevresinin ve Hakkâri Valisi’nin ima ettiği şey doğruysa, “imamın katili” gerçekten de, bölgede genel olarak kabul edildiği üzere PKK ise, örgüte yakın olan Kürtlere önemli bir görev düşecek bu kez. Nedense pek tepki göstermedikleri, üzerinde fazla durmadıkları bu cinayetin anlamını iyice düşünmeliler.

2010 Türkiyesi’nde bir Ramazan sabahı, namaz kıldırmaya giden bir imamı, cami yolunda infaz etmekte beis görmeyen bir örgütün, barışa hazır olduğu söylenebilir mi? Böyle bir örgüt, siyaseti becerebilir mi? Konuşmayı ve konuşulmayı hak eder mi bu örgüt? PKK, İmam Tan cinayeti konusunda kendisini temize çıkarmadıkça ve eğer çıkaramayacaksa, bu cinayetin failleriyle siyaseten hesaplaşmadıkça, bu sorulara müspet cevap vermek imkânsız.

(Yasemin Çongar - 3 Eylül 2010, Taraf)