Gündem

'İlker Başbuğ'un, kitabında anlattığı haksızlıklar karşısında midem bulandı'

Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna, 28 Şubat süreci ile bugünkü yargılamaya müdahalelerin birbirine benzediğini söyledi

22 Ocak 2014 21:53

Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna, 28 Şubat Davası sanıklarından Emekli Orgeneral Çevik Bir ile Ergenekon Davası tutuklularından Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un durumunu kıyaslayarak, Başbuğ’a haksızlık yapıldığını söyledi.

Tuna, Ergenekon başta olmak üzere, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri (ÖYM)'nin kararlarının içine sinmediğini belirterek "Org. İlker Başbuğ'un, 'Suçlamalara Karşı Gerçekler ' kitabını okuyunca da içime sinmeme evresinden 'bulantı' evresine geçtim" İfadelerini kullandı.

Salih Tuna'nın adli darbe yapılmaya çalışıldığını öne sürerek, isim vermeden Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne’yi de yargı darbesine destekçilikle suçladığı yazıda, "Genelkurmay Başkanı'nı darbeye teşebbüs iddiasıyla Ağustos 2013'te müebbet hapis cezasına çarptırıyorsun, 28 Şubat post modern darbesiyle özdeşleşen Org. Çevik Bir'i dışarı salıyorsun. Org. Başbuğ neyin bedelini ödüyor? Akreditasyon kriterlerini (2008'de) genişletip, birilerini dışarda tutmasının mı?" diye sordu.

Salih Tuna’nın Yeni Şafak gazetesinde ‘Taşın altına elini koyacaktı taş oldu’ başlığıyla yayımlanan bugünkü (22 Ocak 2014) yazısı şöyle:

 

Taşın altına elini koyacaktı taş oldu
 

Siyasetin çağrısı hepimiz için (...) Siyasetin bu soylu çağrısına, ben de cevap vermeye karar verdim (...)Sadece tarih yapılırken tarihi yapanların yanında olmak, yükselen binanın mimarisine karınca kararınca katkıda bulunmak istiyorum (...) Artık fildişi kuleden çıkıp, taşın altına elimizi koyma vakti...
Yukardaki ifadeler '17 Aralık darbesinin Çevik Bir'i'ne ait.

AK Parti'den milletvekili aday adaylığını geçen seçimde böyle duyurmuştu. Ondan önceki seçimlerde de saygıdeğer eşi, AK Parti'den milletvekili seçilmişti.

Milletvekilliği dediğin eşten eşe geçen bir şey değil tabii.

'Adıneydiherneyse'nin ifade buyurduğu gibi elini taşın altına koyma vakti gelmiş, hepsi bu!

Taşın altına elini koyma fırsatı bulamadığı için de, anlaşılan o ki, fırsatını kollamış.

17 Aralık kalkışmasından itibaren de, 'Madem elimi taşın altına koymama fırsat vermediniz, elinizi taşla ezeyim de görün' yollu bir intikam duygusuyla saldırıya geçmiş.

Hazretin nevzuhur kavline göre yargı, millet iradesini ezecek taş mesabesinde nasılsa.

O kadar ki...

Dün 'siyasetin soylu çağrısı' şeklinde taltif ettiği siyasete, bugün yargının gündüz gözüyle tecavüz etmesini savunabiliyor!

O kadar ki...

Dün 'tarih yapanlar' şeklinde yücelttiği 'seçilmiş siyasi iktidara' bugün yargı marifetiyle tecavüz edilmesi için kırk dereden su getirebiliyor!

Hey kurban olduğum Allah!..

Siyasete tecavüz eden yargıyı sorgulayacağına, mahut tecavüze feveran eden siyasetin meşruiyetini sorgulamak nasıl bir taşlaşmış bilincin dışavurumudur?

Sayın Cumhurbaşkanı'ndan (demokratik normalin) el frenini çekmesini, Meclis'e el koymasını istemek taşlaşmış bir bilincin ifadesi değilse nedir?

Acıklı olan şu:

Ergenekon iddianamesinde de, kimi paşaların, Cumhurbaşkanı'ndan Meclis'e el koymasını istediği iddia ediliyor.

Bu paşalar içerde, 'Adıneydiherneyse' Zaman'da köşe yazıyor...
Ergenekon iddianamesinde, Cumhurbaşkanı'nın Meclis'e el koyması isteği yok sadece, bugün yaşadıklarımızın birçoğu ordan kopya çekilmiş sanki.

Nasıl mı?

Mesela, 'Cumhuriyet Çalışma Grubu Devre Raporu–14 (03 Nisan 2004)'de Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Halil İbrahim Fırtına'nın Cumhuriyet Çalışma Grubu faaliyetleri hakkındaki görüşlerine madde madde yer verilmiş:

'Hedef şahısların biyografik istihbaratı kapsamında, bu şahısların hassas taraflarının tespit edilmesi ve başkaları tarafından kullanılan şantaj unsurlarının da elde edilmesi, gerektiğinde bu şahıslara karşı kullanılmak üzere arşivlenmesi,' ifadesi 4'üncü maddede geçiyor.

'AKP ve bu partinin Belediye Başkanı adayları hakkında elde edilecek bilgilerin seçimden ne kadar önce basına sızdırılmasının uygun olacağı konusunda uzman görüşü alınması,' ifadesine de 6'ncı maddede yer verilmiş.

Nasıl?

Kopya cinayetler misali değil mi?!

İmdi, malum eşhas, bizi içeri tıkanlar bizim siyasete 'postmodern' yapmak istediğimizi, 'dost modern' yapıyorlar derse, kim ne cevap verecek?

Yanlış anlaşılmasın, ben sadece kimi 'mübareklerin' hali pürmelalini ortaya koymak istedim.

Yoksa...

Ergenekon başta olmak üzere, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin (ÖYM) kararlarının içime sinmediğini her vesileyle dile getirdim.

Gelgelelim...

Org. İlker Başbuğ'un, 'Suçlamalara Karşı Gerçekler ' kitabını okuyunca da içime sinmeme evresinden 'bulantı' evresine geçtim.

Bu nasıl bir yargı anlayışıdır?

Genelkurmay Başkanı'nı darbeye teşebbüs iddiasıyla Ağustos 2013'te müebbet hapis cezasına çarptırıyorsun, 28 Şubat post modern darbesiyle özdeşleşen Org. Çevik Bir'i dışarı salıyorsun.

Neden?

Org. Başbuğ neyin bedelini ödüyor? Akreditasyon kriterlerini (2008'de) genişletip, birilerini dışarda tutmasının mı?

Kimsecikler kusura bakmasın, HSYK'nın yapısı insanın aklına her şeyi getiriyor.