04 Temmuz 2019 23:10
26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Türkiye'nin Rusya'dan aldığı ve yakında teslimatı yapılacak S-400 hava savunma sistemiyle ilgili konuştu. Başbuğ, "Hiç tartışmasız S-400 sistemi, Patriot sisteminden çok çok üstündür. Dünyadaki en etkin yüksek irtifa, uzun menzil hava savunma sistemi S-400'lerdir. S-400'lerde hedefi vurma mesafesi 400 KM, Patriotlarda bu rakam 150'ye düşüyor. Salt hava savunma sistemi olarak baktığımızda tartışmasız dünyanın en iyi sistemi." dedi.
Başbuğ ayrıca Türkiye ile ABD arasında krize neden olan F-35 uçaklarıyla ilgili de şu ifadeleri kullandı: "Uçak tek motorlu. Hantal bir görüntü veriyor. Burada en önemli nokta, acaba F-35'ler projede ifade edildiği gibi radarlar tarafından görünememe yeteneğine sahip olacak mı, olmayacak mı? Bu belli değil. Bu konuda şüphe var. Bu tayyare S-400 gibi en gelişmiş sistemin radarları bunu yakalarsa o zaman riske girer. Projede problem var. Problemli nokta radara yakalanıp, yakalanmaması noktasında toplanıyor. Bunu en iyi S-400 test eder. Dolayısıyla F-35'ler ölür."
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Didem Arslan Yılmaz moderatörlüğünde Habertürk TV'de yayınlanan Türkiye'nin Nabzı programında soruları yanıtladı.
Başbuğ'un açıklamalarından satır başları şöyle:
4 Temmuz 2003 yani 16 yıl önce bugün, biliyorsunuz Irak'ın kuzeyinde bizim özel kuvvetlere ait timlerimiz var. Bunlardan bir tanesi de Süleymaniye'de. Bugün Amerika'nın bağımsızlık günü biliyorsunuz. Özel olarak seçilmiş bir tarih olarak gözüküyor. Amerikan askerler bizim Süleymaniye'deki timin bulunduğu binayı bastılar, personelimizi aldılar, hakikaten bizim için travmaydı. Başlarına çuval geçirip alıp götürdüler. Bu Türk-ABD ilişkilerinde bir travmatik bir olay. Bu olay unutulmaz. Biz devlet olarak yeterli tepki gösterebildik mi? Maalesef söyleyebilecek durumda değiliz. Ben bu olay olduğu zaman Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanıydım. Bizim Kuzey Irak'taki timlerimiz tamamen Genelkurmay Başkanlığı'nın yetkisi ve sorumluluğu olan bir konu. O gün sonradan öğrendim ki, Genelkurmay'dan aradıklarında kimseyi bulamadılar. Bu TSK ve Pentagon arasında bayağı bir uçurum, boşluk yarattı. Soğuk bir hava. Eylül ayı başında Genelkurmay 2. Başkanlığı'na tayin oldum. Geldiğimde Türk-Amerikan ilişkileri oldukça gergin ve soğuk safhadaydı.
İlk yapacağımız iş buna benzer bir olayı yaşamamız lazımdı. Hemen bu olayı düşündük, ne yapabiliriz diye. Sayın Genelkurmay Başkanı'na arz ettim. Özel Kuvvetler Komutanı'nı Irak'ın kuzeyine yollayalım. Bütün timlerinizi dolaşsın, sizin yazılı emrinizi bütün tim komutanlarına tebliğ etsin ve timlerin gücüne baksın, komutan da 'uygun' dedi. Tim komutanlarına verdiğimiz emir şu: Size herhangi bir şekilde kimden gelirse gelsin, bir saldırı olursa hiç kimseye, yok Ankara'ya, Özel Kuvvetler Komutanı'na sorayım demeden misliyle mukabele edeceksiniz. İmzayı da attık. Herhangi bir saldırı olursa tim komutanı hiçbir yere sormadan silahla mukabele edecek. Belki de şehit olacak hepsi. Bu emri Amerikan Büyükelçiliği'ne yolladık. 1 saat sonra bir telefon 'Efendim Amerika Büyükelçisi sizinle görüşmek istiyor', 'Tamam gelsin' dedik. Bizim timimizin birisi burnunu kanatırsa, saldırı olursa kimden gelirse gelsin, 16 kişi orada şehit olur, ama sizden de öldürebildiğimiz kadar öldürürüz, başka çaremiz yok. Türk-Amerikan ilişkilerinde ikinci bir travma yaşatmak istemiyorsanız, yetkili de sizsiniz, sorumlu da sizsiniz, gereken tedbirleri alın, ikinci Süleymaniye olayına neden olmayın, kim olursa karşılığını alır. Haklısınız dedi. Ben Genelkurmay 2. Başkanlığımda kimseye 'bu olay nasıl oldu' diye sormadım. Bir daha benzer olayın yaşanmadı. Tedbirini aldık. Tarih bunu değerlendirecek. Bu konuda yazılan bazı kitaplar da var.
Mustafa Kemal Atatürk 1923'te milli siyaseti, "hükümetlerin varlığının sebebi memleketin güvenliliği" diyor. Topraklarımızın, anavatanın güvenliği, milletin huzurunu ve refahını sağlamaktır. Atatürk'ün üzerinde durduğu güvenlik, huzur ve refah. 'Bunları sağlarken asli olarak kendi gücünüze dayanacaksınız' diyor. Güvenlik deyince anavatan var, kara parçası var, denizler ve özellikle karasuları var. Kıta sahanlığı var. Ekonomik sahalar var.
Her ülkenin kendi hava sahasını kontrol etmesini ve o hava sahasından kendi ülkesine yönelecek tehditleri önlemesi devletin üzerine düşen temel görevlerden bir tanesi. Bu güvenlik sorunu. 776 bin kilometre kare kara parçamız var. Karasularının yukarısındaki hava sahası sizin hükümranlık alanınıza giriyor. Buradan ülkeye hangi tehditler olabilir? İnsansız hava aracı, silahlı insansız hava aracı, uçak olabilir. Seyir Cruise füzeleri ve balistik füzeler. Hava sahanızı kontrol edemiyorsanız, göremiyorsanız, bu tehditlere yönelik tedbir alacak imkan kabiliyetiniz yoksa sizin güvenliğiniz yok. Hangi sistemle alacaksınız? Hava savunma sistemiyle. Kısa, orta, uzun menzil hava savunma sistemleri var. Türkiye'nin kısa menzilli hava sistemleri var. Orta menzilli hava sistemi de var, Amerikan sistemi, o da 18-20 km. Ama yüksek irtifa ve uzun menzilli bölge hava savunma sistemi yok.
Her an kafanıza füze de gelebilir. Özellikle balistik füzeler ana tehditlerden birisini oluşturuyor. I. Irak Savaşı'nda NATO ülkelerinde bizim bölgemize Patriot sistemleri geldi. Suriye krizinde de yine sistemimiz olmadığı için füze geldi. Bu çok ciddi ihtiyaç. Bu kadar para niye yatırıyoruz diye konuşanlara şunu hatırlatalım. Yunanistan 2002 yılında Patriot sistemini aldı. Demek ki bir ülkenin güvenliği için hava sahasının kontrol edilmesi ve tehditlerin bertaraf edilmesi görev. Bu sistemler savunma amaçlı, taarruz silahları değil. Ne S-400 ne de Patriot'la bir ülkeye taarruz edemezsiniz. Türkiye çok geç kaldı. Bu olayın önemiyle ilgili 2000'li yılların başında başladığını ifade edebiliriz.
Hiç tartışmasız S-400 sistemi, Patriot sisteminden çok çok üstündür. Dünyadaki en etkin yüksek irtifa, uzun menzil hava savunma sistemi S-400'dürler. 600 kilometreden hedefi tespit ediyor. Uçak, balistik füze olabilir hedef. Seyir füzesi olabilir. 400 kilometreye geldiği zaman hedefi düşürüyor. S-400'ün etkisiz hale getiremediği hedef yok. S-400'lerin irtifası 30 km. yüksekliğe kadar çıkabiliyor. S-400'leri, Patriot'lara göre hakim kılan batarya olarak bakarsak bir batarya kendi kendine hem hedefi tespit ediyor, hem hedefe kilitleniyor hem de imha ediyor. Sistem etkili bir sistem sinek uçmaz. S-300'ler kendi kendine hedef tespiti yapıyor hem etkisiz hale getiriyor.
S-400'lerde hedefi vurma mesafesi 400, Patriot'larda bu rakam 150'ye düşüyor. Salt hava savunma sistemi olarak baktığımızda tartışmasız ileriye geliyor. NATO içinde bir entegre sistem. Erken ihbar sistemi bütün ülkelerin sistemlerini entegre ettiği zaman Patriot'ların hedefi 600'ün üzerinde de, her ne kadar 250 dedik, daha önce de tespit edebilir. Ama önemli olan 150'ye yaklaşıncaya kadar vuramıyorsunuz Patriot sisteminde. S-400 sistem olarak baktığımız zaman dünyanın en iyi sistemi.
Sorunun bir bacağı S-400, ikinci bacağı F-35 uçakları. Birbiriyle bağlantılı. F-35 savaş uçakları, beşinci nesil uçak. F-16'lardan bir üst kademe. Bu uçakların, tayyare der havacılar. Bu tayyarelerin en önemli özelliği radara yakalanmaması. Radara düşük görünürlü bir tayyare modeli olarak karşımıza çıkıyor. F-35'i, S-400 yakalar mı, yakalayamaz mı? Bu soruyu bir kenara koyun. Temel soru bu. İşin düğüm noktası bu. Bu uçak 2001 yılında prototipi yapılıyor. 18 sene geçmiş. Türkiye projeye 2002'de giriyor. Hem tedarik edici hem de üretilecek tayyarelerin bazı bölümleri de Türkiye'de yapılacak. Şu anda 9 ülke bunu alacağım dedi. Başta Amerika, İngiltere, İtalya, Avusturalya, Hollanda, Norveç, Danimarka, Kanada ve Türkiye. Burada Fransa, Almanya yok. Kendi uçaklarını yapmak istiyorlar. Türkiye 3 bin 370 tayyarenin toplam maliyeti ne kadar?
1,5 trilyon dolar F-35'i yapan firmaya ödenecek. Çok büyük para. Amerika'nın bile pek kolaylıkla itebileceği bir rakam değil. Türkiye burada parçalara girdiği için kazancı da söz konusu. 6 milyar ile 12 milyar dolar. Önemli olan ABD'li firma bu tayyareleri yapıp, ülkelere verirse ABD 1,5 trilyon dolar kazanacak. Bu savunma sanayi alanında çok büyük para. Uçak tek motorlu. Hantal bir görüntü veriyor. Burada en önemli nokta, acaba F-35'ler projede ifade edildiği gibi radarlar tarafından görünememe yeteneğine sahip olacak mı, olmayacak mı? Bu belli değil. Bu konuda şüphe var. Bu tayyare S-400 gibi en gelişmiş sistemin radarları bunu yakalarsa o zaman riske girer.
ABD için çok büyük proje. 1,5 trilyon. Savunması için de önemli bir proje. Şimdi Türkiye S-400'leri Rusya'dan alma kararı verdi. Bugün yarın S-400'ler Türkiye'ye gelecek. Bu andan itibaren gelmemesini düşünmek demek Türkiye devleti olarak itibarınızı çökertmek demek. Bir Türk olarak biz de bunu kabul edemeyiz, devlet bunu taahhüt etmiş, ödemişsiniz, dolayısıyla bu sistem gelecek. Aksini düşünmek olmaz. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak aksini düşünemezsiniz. Artık bu olay bitmiştir. Bu gelecek. Bunun geri dönüşü yok. Sorun şurada, Amerika gözüyle bakalım. Size F-35'leri verirse, siz ilk başta F-35'lerle ilgili bilgileri biz havacılıkta buna 'elektronik iz' deriz. O uçağın bütün elektronik bilgilerini S-400'e yüklemek durumundasınız. S-400'lere F-35'lerle ilgili bilgilerin yüklenmesi demek, bir bakıma radarda görünür veya görünmez olduğunun test edilmesi demek. Bunu ABD'nin kabul etmesi söz konusu değil. Edemez. Benim kişisel görüşüm şu, 1,5 trilyon dolarlık proje söz konusu. Projede problem var. Problemli nokta radara yakalanıp, yakalanmaması noktasında toplanıyor. Bunu en iyi S-400 test eder. Dolayısıyla F-35'ler ölür.
Türkiye'nin F-35 tayyarelerini alması bence mümkün değil. Dolayısıyla burada devlet olarak düşen bir görevimiz var. Planlamanızı yapmanız lazım, F-35'lerin verilmeyeceği noktasından hareket ederek bu boşluğu nasıl kapatacağımızı planlamanız lazım. Mutlaka Genelkurmay, Hava Kuvvetlerimiz bunu planlıyorduk. Bizim ana savaş uçağımız F-16'lar. Şu anda güçlüyüz. Her uçağın gövde ömrü vardır. F-16'lar için bu 8 bin saattir. 8 bin saat uçtuktan sonra gövdesinin elden geçirmesi lazım. Biz ona gövde güçlendirme diyoruz. Bizde F-16'lar üç model. 4-5 sene sonra blok 30'ların gövde ömürleri doluyor. Sizin beşinci nesil bir savaş uçağınızı envanterinize alacak şekilde hareket etmeniz lazım. Ya bir ülkeden alacaksınız, bilemem a, b, c ülkesi. Veya kendiniz bir milli uçak üretmeye başlamışsınız da, olayı hareketlenmeye çalışacaksınız.
S-400 hakikaten stratejik bir savunma sistemi. Size çok büyük avantaj ve üstünlük sağlıyor. Bölge hava savunma sistemini getirdiniz güneye koydunuz. Doğu Akdeniz, Suriye, Kıbrıs'ı kapatıyorsunuz. Orada kimsenin uçağı uçamaz. O bölgeyi kontrol altına alıyorsunuz. Batı'da koyun Ege'yi, Akdeniz'i kontrol altına alıyorsunuz. Size büyük bir güç veriyor. Bunlar nereye konuşlanacak? Bu soruya ben cevap veremem. Devlette ilgili makamların vereceği bir karar. İlk önce şöyle söylendi, efendim S-400'leri Türkiye alacak ama depoya koyacak diyenler oldu. İki gün evvel ABD'li Senatör S. Abraham bu konuda ilginç bir açıklama yaptı. 'Tamam S-400'ler Türkiye'ye gelsin ama aktive edilmesin' dedi. Peki biz aktive edersek tespit edilir mi, tabii edilir. Uydudan hemen tespit edilir. Amerikalılar şunu söylüyordu ilk başlarda, bu sistem Türkiye'ye geldiği an biz yaptırımları uygularız. Orada biraz yumuşama görüyoruz. Türkiye'ye gelmeyi kabul ettiler ama 'gelsin aktive etmeyin' diyorlar.
Sistemi kullanmazsanız bunun eğitimini nasıl yapacaksınız. İlgili personelin eğitimini yapmanız lazım, onun için de sistemi aktive etmeniz lazım. Denildi ki, 'biz sistemi alalım, Azerbaycan gibi dost bir ülkede konuşlansın, orada personelimiz olsun, orada aktif olarak kullanalım'. Önemli olan ihtiyacınız olduğu anda hazır olmasıdır. Bu da eğitimle ilgili konu. O zaman sistemin aktive edilmesi lazım değil mi? Bazıları tehdit ve risk altında aktive ederiz diyorlar, peki o zaman eğitimi nasıl vereceksiniz? Biz bu sistemin arkasındayız, kamuoyu araştırmalarına bakın yüzde 100 bu sistem gelecek deniyor. Önemli olan bunu en avantajlı bir şekilde kullanabilmemiz gerekiyor. Bize yönelik tehditlere karşı kullanabilecek tehditlere karşı kullanmamız lazım. Yer konusu ayrı bir tartışma konusu. Yer konusunu belki de NATO ve ABD ile görüşeceğiniz bir realite olarak karşınıza çıkıyor. Şu anda siyasi iktidarın bu konuda yürüttüğü politikanın doğru olduğunu düşünüyorum. ABD'yle ipleri koparmadan bunu sağlamanız lazım.
Bu sistemi Türkiye'deki durumunu Türkiye'de menfaatlerine ve cevaplarına en uygun tarzda yerleştirip, kullanmanız, çözmeniz lazım. Bu noktada NATO'nun ve ABD'nin görüşlerini dikkate almanız lazım. Böyle bir durum da var. Siyasi iktidar benim de anladığım kadarıyla bu çizgide devam ediyor gibi gözüküyor. S-400'ler aktif olunca F-35'lerle aynı anda olması olmaz. Orayı da rahatsız etmeyecek ortak bir çözüm bulmak zorundasınız. Şimdi yer konusunda bir görüşme söz konusu olabilir. Bana sorsan, Ege'ye ve güneye koyun derim. Belki Rusya bile güneye konulmasını ne kadar kabul eder? Bu konu bir noktada ortak tartışarak çözüme götürmek durumunda olduğunuz bir sorun olarak karşınıza çıkıyor.
ABD'nin hasımlarına, düşman olarak kabul ettiklerine karşı yaptırımlarla mukabele yasası var. S-400 konusu onlardan bir tanesi. S-400'ü alan ülkelere yaptırım uygulaması söz konusu. Rus firması da bunu biliyor. Yaptırımlar 12 tane. Burada ABD Başkanı'nın yetkisi var. Bir kere bu bir yasa. ABD Kongresi'nden geçen ve Başkan tarafından onaylanan yasa. Bu yasa ABD Başkanı'na yetki veriyor. 12'den 5 tanesini sen seç diyor. Yaptırımlardan ağır olanlar var çok hafif olanlar var. Başkan isterse ağır yaptırımları veya çok hafif yaptırımları seçebilir. Bazı analistler 5 bile olsa 1 tanesi ağır olabilir diyor. Başkan Trump, Japonya'da yaptığı konuşmada S-400 konusunda Türkiye'nin itildiğini, sanki yaptırımlar olmayabilir gibi bir kanaat hasıl oldu. Türkiye'yi rahatsız etmeyecek yaptırımları oluşturabilir. Veya Amerikan milli menfaatleri Türkiye'nin ağır yaptırımlara girmesi doğru değil, dolayısıyla uygulamıyorum diyor. 6 ay bırakabilir ama temelli sıfırlama imkanı yok. Şu anda yaptırımlar konusunda Başkan Trump'ın inisiyatifiyle karşı karşıyayız.
Trump'un çeşitli pozisyonlar maalesef kısa zamanda değişikliğe uğrayabiliyor. Trump'un sözüne ne kadar güvenebilirsiniz. Güvenirliği zayıf. İki, Amerika seçim sürecine girdi. 2020'de ABD'de Başkanlık seçimi var. Cumhuriyetçi ve Demokratlar, Türkiye'ye karşı tedbirler alma konusunu işliyor. Trump belki bu uygulamayı uzatacak. Ama karşımızda bir Trump var. Trump biraz olaylara pazarlık, al-ver diye bakan bir yapıda. Size bu yaptırımları uygulamayacak veyahut tehir edecek, ama bu neyin karşılığı? Soru bu. Bunu da iyi değerlendirmek lazım. Trump bir şey almadan bir şey vermez. Bu ne olabilir?
ABD'yi iyi okumanız lazım. Tek ABD yok. Sanki ABD tek bir sistem. Her şeyde bilgisi var, her şeye o karar veriyor, böyle bir şey yok. Bir ABD var fakat ABD'de anayasal kurumlar var. Çok güçlü kurumlar. Belki de en büyük özelliği o kadar sistem, anayasası, onların tabiriyle balansı, dengeyi çok güzel kurmuş. Yasama, kongre, yürütme, başkan ve yargı. Yargı bir kere tamamen, inanılmaz boyutta bağımsız. ABD Başkanı kongrede yıllık konuşmaya geliyor, en ön sırada Anayasa Mahkemesi yargıçları oturuyor, herkes ayağa kalkıyor, onlar kalkmıyor. Onları başkanlar seçiyor ve ömür boyu oradalar. ABD'deki yargı sisteminin yüzde 100'e yakın bağımsız olduğunu ifade edelim. Kongre o kadar güçlü ki, eğer Temsilciler Meclisi ve Senato karar verirse Başkan'ı bile görevden almaya gidecek bir kongre karşımızda.
Temsilciler Meclisi üyeleri tamamen halk içinde. Sizi seçenlerle irtibatı koptuğu an ikinci kez seçilme şansınız yok. Senato çok önemli. 100 senatör. İkisinin toplamı 535 gibi.Bir bütçe yani ABD Başkanı kongreden geçmeden 1 Dolar'ı harcayamaz. Bütçenin tamamen yapımı, kontrolü kongreye ait. ABD'nin milli bütçesinden bahsediyoruz. Onlarda sekreter diye geçer, bizdeki karşılığı bakanlar. CIA, FBI Başkanları, orgeneral rütbesindeki komutanlar, büyükelçiler. Başkan istediğini gönderemiyor. Onayı gerekiyor. Başkan Ankara'ya bu kişiyi büyükelçi olarak tayin etmek istiyorum, o senatoya gidecek. Orada adamı binlerce sorguya çekiyorlar, bazen kabul ediyorlar, bazen kabul etmiyorlar. Kongre çok güçlü. Başkan da güçlü elbette.
Maalesef Kongre'de korkunç bir Türkiye karşıtlığı var. Belki de inanın geçmişte de yaşanmamış boyutlarda olaylar var. ABD'deki kurumların Türkiye'ye bakış açısı oldukça negatif. F-35 Pentagon'un projesi. ABD'de böyle bir durumla karşı karşıyayız. 25 Haziran'da ABD Senato'nun Dış İlişkiler Komitesi'nden Doğu Akdeniz'le ilgili olarak bir strateji belgesi çıktı. Bunu uygulanması yetkisi elbette Başkan'a ait. ABD sisteminde genellikle, bildiğim kadarıyla kurumlar arasında al ver var. Mesela Pentagon bir ülkeye olumlu bakar herhangi bir konuda, Dışişleri Bakanlığı olumsuz bakar, der ki, 'Bu konuda bloke etmeyeyim, sen de bu konuda blokunu kaldır'. Mahkemeleri bile uzlaşmaya dayanan bir sistemle karşı karşıyayız. Türkiye karşıtlığı S-400 ciddi sorun olduğunu kabul etmemiz lazım. Suriye olayı var. Diğer başka olaylar da var.
25 Haziran'da ABD Senatosu'nda Dış İlişkiler Komisyonu'nda alınan karar var. Doğu Akdeniz'de enerji alanında ABD olarak ben Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, onlar Kıbrıs Cumhuriyeti diyor ve İsrail'le işbirliği yapacağım, bununla ilgili yapılanma kurulmasını Başkan'a yolladı. Bizim de özellikle Doğu Akdeniz'de karşıt durumda olduğumuz üç devlet. Özellikle Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi. ABD ben Yunanistan'a 3 milyar dolarlık askeri yardımda bulunacağım. Yunanistan'a askeri yardımda bulunurken Türkiye'ye bir yardım var mı? Bizim dönemimizde ABD, Yunanistan'la Türkiye arasında denge politikası götürürdü. Yunanistan'a 7 verirken, Türkiye'ye 10 verirdi.7'ye 10 dengesini korurdu. İnşallah vardır böyle yardım, bilemiyorum.
Diyor ki, ben Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne eskiden silah vermiyordum, şimdi silah vereceğim, bu ne demek, silahlandıracağım demek. ABD'nin Türkiye ile Yunanistan arasındaki denge politikasını terk ettiğini ve Yunanistan lehine bir pozisyon aldığını görüyorsunuz. Bu Türkiye tarafından iyi değerlendirilmesi gereken bir konu olarak karşımızda. Böylece Türk-Yunan dengesini bozuyorsunuz. Bir taraftan müttefikiz diyorsunuz, stratejik ortağız diyorsunuz. Bunun için Yunanistan-Türkiye arasındaki güç dengesini muhafaza etmeniz lazım. Başkan buna nasıl bakacak? Biz o zaman şuna bakacağız. Ege'de Yunanistan'la sorunlarımız var.
Atatürk'ün pek iyi ve doğru anlaşılamayan dış politikada bir stratejisi, prensibi var, yurtta barış, dünyada barış. Bir kere buna niye ihtiyacımız var? Atatürk diyor ki, esaslı devrim ve gelişim içinde bulunan devlet hem kendisinde hem komşularında barışı ve huzuru cidden kabul etmesinden, istemesinden başka bir şey düşünülemez. Ana prensip bu. Hem kendi içimde hem komşularımla huzur içinde olmam lazım. Bazıları buna diyor ki, tenkit edenler oluyor, yurtta barış, dünyada barış diye sorunları çözebilir misin diyorlar. Cahiller. Devamında ne dediğini bilmiyorlar. Atatürk, hem komşularımızda hem kendi içimizde barışa ihtiyacımız var ancak barışın ebedi olacağına inanmak safdilliktir. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, bir gaflet milletin hayatını tehlikeye sokar. Diyor ki, hukukumuz şeref ve haysiyetimize saygı gösterildikçe, karşıya saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat zayıf olanların hukukuna saygının noksan olduğuna, saygı gösterilmediğine tecrübelerle şahit olduk. Onun için her türlü ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikmeyeceksiniz.
Sizin caydırıcı gücünüz olmazsa milletin hayatını tehlikeye atarsınız. Siz yurtta barış dünyada barışı geçerli kılmak istiyorsanız, siyasi, ekonomik ve silahlı kuvvetler açısından caydırıcı güce sahip olmanız lazım. Elbette caydırıcı gücümüz var. Yunanistan'la Türkiye arasındaki ABD'nin güç dengesini değiştirmeye yönelik bazı faaliyetler içine girdiğini görüyoruz. Sizin de buna karşı gerekli tedbirleri almanız lazım. Zamanında almazsanız, karşı tarafın imkan kabiliyetleri büyüme ihtimali var. Kıbrıs'ta büyüme ihtimali var, Ege'de büyüme ihtimali var. Bunu görmek lazım. Buna karşı bugünden gerekli ilave tedbirlerinizi almanız lazım. Bütün fedakarlıkları yapacaksınız. Güvenlik parayla olmaz. Gerekirse yemeyeceksiniz, ekmeğinizden kısacaksınız, bu caydırıcılığı sağlamak zorundasınız.
Yunanistan'la karasuları sorunumuz var. Biliyorsunuz 6 mil. Yunanistan ben 12 mile çıkartabilirim gibi görünüyorum. 12 mile çıkartma fırsatını yakaladığı anda, kollayan bir devlet var. Dış ilişkilerde realist olmanız lazım, öyle sevgiyle falan olmaz. Yunanistan Meclis'in kararıyla yıllar önce '12 mile çıkartabiliriz' diyor, böyle bir karar sonra TBMM toplandı ve dedi ki, 'eğer siz 12 mile çıkartırsanız bu bizim için savaş nedenidir' çok net, casus belli. Karşı taraf bunu görmesi lazım. Eğer bugüne kadar Yunanistan kara sularını 12 mile çıkartmadıysa Türkiye'nin caydırıcı güce sahip olmasının sonucudur bu.
Siz o tarafın güçlenmesi karşısında kendi imkan kabiliyetlerinizi o iki devlet arasındaki dengenin gerektirdiği güç potansiyelini muhafaza etmeniz lazım. TSK'nın ihtiyacı neyse alacaksınız. Caydırıcı güç bir noktada TSK. Orduların esas görevi caydırıcılıktır. Önemli olan savaşı önleyemediyse zaten birinci görevini yapamamıştır. Orduların temel görevi sahip olduğu eğitimi, yalnız silah malzeme değil. Elbette önemli ama bunun yanında personeli, eğitimi, personelin motivasyonu, emir komuta disiplini. Ben Yunanistan'a dikkat edilmesini düşünürüm. O ortam alarm veriyor biraz bize.
Şimdi Güney Kıbrıs'ta adamların ordusu, silahları var. ABD ben bunlara silah vereceğim diyor. Karşı tedbiri almanız lazım. ABD versin, siz de yaratacaksınız, bizim KKTC'deki güvenlik kolordumuzu imkan kabiliyetini arttıracaksınız, fedakârlık yapacaksınız.
Türkiye-ABD ilişkileri açısından Suriye bağlamına baktığımızda temel sorunumuz Fırat'ın doğusundaki yapılanma. Türkiye için hayati tehdit bu. Fırat'ın doğusunda ne var YPG/PYD eşittir PKK. Yapılanma var, devletleşmek istiyorlar. Ordusu, silahı var mı var. ABD kaç bin TIR malzeme gönderdi. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Fırat'ın doğusunda PYD/YPG diyoruz ama esasında PKK bu. PKK'nın devletleşmesi Türkiye'de kimse kabul edemez. Türkiye'nin aldığı operasyonel tedbirlerle Fırat'ın batısında kısmen çözümlendi fakat Fırat'ın doğusundaki sorun duruyor.
Bir güvenli bölge kuralım meselesi çıktı. PYD/YPG'yi 30 km. aşağıya kuralım o alan boşalsın. Sonra ne olacak? Kişisel olarak güvenli bölgeye soğuk bakıyorum. Biz aynı güvenli bölge, uçuşa yasak bölgeler Irak'ın kuzeyinde olmadı mı, oldu. Sonuç Irak'ta federatif yapı oldu, Irak'ın kuzeyinde federal bir devlet çıktı. Aynı sorun Suriye'nin kuzeyinde özellikle Fırat'ın doğusunda olma riski de var. Irak'taki olayla Suriye'deki olayı birbirine benzetmemiz lazım. Irak'ın kuzeyinde yapılanma Irak Anayasası'yla kuruldu. Irak'ın kuzeyindeki Kürt bölgesel yönetimi Iraklı Kürtler'in. Biz buna karşı çıktık ama önleyemedik. 2007'de Kara Harp Okulu'nda "Türkiye'nin Irak'taki gelişmelere yön verecek güce sahip olmadığı söylenebilir. Ancak Türkiye'nin gelişmeleri engelleyebilecek, maliyetleri arttırabilecek bir güce sahip olmadığı da söylenemez"
25 Eylül 2017'de Irak'ın kuzeyinde bağımsızlık referandumu yapıldı. Kazandılar ama uygulayamadılar. Niye Türkiye ve İran karşı çıktı, engelledik. Aynı olayı Suriye'nin kuzeyinde yaşayamayız. Irak'ın kuzeyindeki yapılanma Irak Anayasası artı Irak Kürtlerinin gerçekleştirdiği bir şey. Yasal olarak aykırı bir şey yok, Türkiye'nin menfaatlerine uygun değil ama engelleyemedik. Ama Suriye'nin kuzeyinde PKK terör örgütü devletleşiyor. Siz PKK terör örgütünün komşunuz olmasını nasıl kabul ederseniz? Bu bir beka sorunudur. Suriye ile Irak aynı değil. Güvenli bölge olayını riskli görüyorum. Çünkü Irak'ta yaşadık. Uçuşa yasak bölge ve 36. paralel meselesi. ABD'nin kafasındaki projesi PYD/YPG'yi PKK'dan ayırarak mı? Burada dikkatli olmanız lazım. Diyorlar ki, Suriye savunma güçleri olacak. Ana unsuru kim? SPG. Aslında YPG/PYD. PKK ile bağını biz koparttık söylemi ne kadar gerçekçi? Çok gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Irak'taki tablo bu açıdan bize ders veriyor.
Şimdi ABD, YPG/PYD'ye böyle bakıyor da Rusya, Türkiye'nin baktığı pencereden mi bakıyor? Hayır. YPG/PYD'nin Moskova'da bürosu var. Acaba Suriye'de nihai çözüm konusunda Rusya ile Amerika anlaştı mı? Fırat'ın batısını bize bırakın, Fırat'ın doğusunu siz alın. ABD ile Rusya'nın arasında böyle bir anlaşmanın olmadığından emin misin? Olabilir mi? Olabilir. En kötü ihtimalle düşüneceksiniz. Devlet tedbir almayı gerektiriyor. ABD ile sorunlarımızı toparlarsak Doğu Akdeniz, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum yönetimi ilişkileri, Suriye konusu var. Asıl sorunu unuttuk. Asıl sorun İran. İran'a karşı Amerika bir eylem yapacak. ABD hiçbir zaman kalkıp İran'ı işgal etmeye, Irak'ta yaptığını yapması mümkün değil. İran tarihin hiçbir döneminde işgal edilmemiş bir ülke. Osmanlı, Kanuni Sultan Süleyman Tebriz'de durdu. Ama ne yapacaktır? Vuracaktır. Hava harekatı yapabilir, füzeler atabilir. Trump, 'İran'ı vurmak için onay verdim' diyor. Ama sonra 'Bana geldiler, vurursak çok insan zayiatı olur' dedi. Sen karar alırken bunu söylemediler mi?
Ben şu anda siyasi iktidarın kesinlikle NATO'dan çıkma yönünde bir düşüncesi olduğu kanaatinde değilim. Siyasi iktidar NATO içinde kalmayı düşündüğünü, değerlendirdiğini görüyorum ve yüzde 100 destekliyorum. Aynı görüşteyim. Böyle bir şey olabileceğini pek fazla beklemiyorum. NATO Türkiye'nin eşit haklarla yer aldığı tek uluslararası organizasyon. Yani Türkiye tek başına alınacak bir kararı durdurur. Böyle bir gücünüz var. NATO üyesi olmak bir prestij ve imkanlardır. Türkiye'de NATO denince Amerika ile karıştırılıyor. Elbette ABD, NATO'da çok güçlü ama ABD ile olan sorunları insanlar bazıları NATO sorunu diye aktarıyorlar, ilgisi yok. NATO'da siz hayır dediğiniz müddetçe sizin aleyhinize yapacağı bir şey yok.
NATO'da olmak Yunanistan'la ilişkilerinde size avantaj sağlıyor. Sizinle Yunanistan'ın sorunu var mı, var. NATO'dan çıktınız, ne olacak? Ertesi gün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail NATO üyesi olur. Hiç şüpheniz olmasın. Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail bayram eder. Siz NATO'da olarak Türkiye'nin milli menfaatlerine aykırı olabilecek konularda engelleme olanağınız var. Şangay Beşlisi'ne tam üye NATO'dan çıkmadan olamazsınız. Benim sorunum Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum yönetimiyle, ekonomik bağlılığım Batı'yla. Siz aleyhinizde olabilecek yaptırımları engellemek durumdasınız. Mesela Yunanistan uçakları sizin hava sahasını ihlal ediyor. NATO tespit ediyor ve 'dikkat et' diyor. AB Yunanistan'ın arkasında. ABD de o niyeti gösteriyor, belki de Türkiye'ye gözdağı vermek istiyor. NATO'dan çıkmak akla ziyan bir olay.
Sizin NATO üyesi olmanız Şangay'la ilişkilerinizi bozmaz. Çin'de iken Şangay üyesi olmak için NATO üyeliğinden çıkmanın şart olduğunu söylediler. Ben Çin'de konuştum. Şimdi düşünmeyiz, ama ileride Yunanistan çıkarsa değerlendiririz dedim. Yunanistan'ı unutuyoruz. Şimdi Doğu Akdeniz çıktı. Karşınızdaki güç Yunanistan. Türkiye, Yunanistan'a karşı çok güçlü, bunda tereddüdümüz yok. Ekonomik, siyasi, coğrafya olarak güçlüsünüz. Ama Yunanistan ile Türkiye arasındaki askeri dengesinin bozulabileceğine dikkat edelim, tedbir alalım diyorum.
Terörist örgütün 5 kurucusundan bir tanesi Cemil Bayık. Washington Post'taki makalesini okudum. Zamanlamasına dikkat edelim. Niye 3 Temmuz? Niye Washington Post? Bu gazete devlete daha yakın hareket eden bir gazete. New York Times biraz muhaliftir, Washington Post, Cumhuriyetçilere, New York Times Demokratlara yakındır. Washington Post'ta böyle bir yazı nasıl çıkar? Cemil Bayık, ABD'nin de kabul ettiği terör örgütünün bir lideri. Burada bir cüret, biraz haddini aşma var. Bu çok düşündürücü. İçeriğine girmiyorum. Burada konuşulacak bir konu değil. Çok ağır suçlamalar var, yalanlar, iftiralar var. Başlığı önemli, tam şu andaki an Kürtlerle Türk devleti arasında barış yapma zamanı, aman bu şansı kaybetmeyelim, diyor. Başlık bu.
Karşınızdaki bir terör örgütü. Terör örgütüyle istihbarat birimleriniz görüşebilir. Bu da gizli olması daha doğal. Açık olmaması lazım. Tek görüşme şeyi terör örgütünün kayıtsız, şartsız silah bırakması. Karşınızdaki terör örgütü 'ben silah bırakacağım kayıtsız şartsız' derse sizin istihbarat örgütünüz onlarla görüşür. Kayıtsız şartsız silah bırakmanın nasıl olacağı yönünde görüşmeler yapabilirsiniz. Terör örgütünde suça bulaşmamız insanlar varsa devletin kayıtlarında görebilirsiniz, af edersiniz. Sonra da onları rehabilitasyonla topluma kazandırmaya çalışırsınız. Ama oturup terör örgütüyle siyasi çözüm maksatlı, yani şartlı, 'siz bana şunu verin, ben de silahı bırakayım' adamın dediği bu. Böyle bir şey olmaz. ABD, Türkiye'ye tekrar bir açılım süreciyle siyasi süreci mi dayatmak istiyor. Türkiye buna direnmesi lazım. Bu olmaz...
Türkiye'de asker olarak bu konuyu dile getiren ilk benim. Ben dedim ki, 'terörle mücadele dört boyutlu olur. Askeri boyutu var, güvenlik kuvvetlerine düşer. Terör örgütü marjinalize edilinceye kadar güvenlik güçleriniz devam edecek. Bu mücadele devam ederken devlet aynı zamanda ekonomik alanda neler yapmam lazım, sosyal alanda, eğitim alanında diğer boyutları var. Psikolojik alanda. Bazıları siyasalı sokuyor ben onda yokum. Türkiye devleti üniter devlet, federale karşıyım. Meselenin sosyolojik boyutu var. Ben 'terör örgütüne katılanların bazıları zorla ailesinden alındı götürüldü dağa'. Zorla çocuğu dağa götürülen annenin de acısını da anlamanız lazım. Terörle mücadele sadece güvenlik boyutuyla olmaz diyen benim.
Şu anda 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel senin karşısında olsaydı, keşke bu soruyu Demirel'e sorabilseydin. Çok akıllı, çok güzel, rasyonel, gerçekçi cevaplar vereceğini düşünüyorum. Ben çok ihtiyacını duyuyorum. Ben Cumhurbaşkanını çok yakından izledim. Özellikle Silivri'den çıktıktan sonra çok beraberliklerimiz oldu. Benden önceki Genelkurmay Başkanları devlet şeref madalyası aldılar, bana vermediler. Benim şeref madalyam sayın Demirel'in bana yazdığı mektup. Aileme bırakacağım en önemli miraslardan birisi. Bütün madalyalardan değerli buluyorum.
İsmet İnönü'nün 2. Dünya Savaşı'nda uyguladığı aktif tarafsızlık politikası. Sayın İnönü, başka devletler arasında olan çatışmalara karışmayın diyor. İnönü'nün uyguladığı politika çok önemli konu. İsmet İnönü'ye bazıları çok haksız, ahlâksızca tenkit ediyor. İsmet İnönü'nün 1950'den sonraki politikasını tenkit edebilirsiniz. Cumhurbaşkanlığı dönemindeki bazı uygulamalarını tenkit edebilirsiniz ama 2. Dünya Savaşı'nda uyguladığı politikaları tenkit edemezsiniz. Sovyetler'le Türkiye 1925'de tarafsızlık ve saldırmazlık imzalamış. 1935'de uzatıyorsunuz. Diğer aktör kim? İngiltere ve Fransa. 1939'da hem İngiltere ve hem Fransa ile üçlü ittifak imzalıyorsunuz. Üçlü ittifakta en önemli nokta İnönü'nün kendisi de söylüyor, Rusya ile karşı karşıya gelmeyi kabul etmedi diyor. Çok ilginç Almanya ile de ittifak anlaşmanız var. 1941'de yapılıyor bu anlaşma. Bütün taraflarla anlaşma yapıyorsunuz.
Türkiye tarafsız kalarak öyle bir noktaya gelmiş ki, öyle bir pozisyon olmuş ki İngiltere, Rusya, Almanya 'Aman Türkiye tarafsız kalsın' demiş. İngiltere ile ittifak imzalanmış, İngiltere diyor ki, 'Hava kuvvetlerini Türkiye'ye kurayım, oradan Romanya'yı bombalarım' Türkiye 'hayır' diyor 'ben yapamam'. Almanya ise Türkiye üzerinden Irak'a malzeme göndermek istiyor, Türkiye 'hayır' diyor. Almanya, Rusya'ya karşı savaşa girince 'Bana yardım et, yanımda kal' diyor, 'Hayır' diyor. Ruslar da 'Almanya'yla anlaşması olmasına rağmen bana karşı bir harekette bulunmadı'. Bu kadar sanat eseri var. Bu ne? Aktif tarafsızlık. Taraf olmayacaksınız. Bence düşünelim ki, Türkiye Suriye konusunda taraf değil. Şimdi taraf mısınız, tarafsınız içeridesiniz. ABD ve Rusya'ya karşı eliniz zayıflıyor. Türkiye taraf olmasaydı ABD ve Rusya'ya karşı, Suriye'ye karşı çok güçlü olacaktınız. Türkiye siyasetini revize etmesi lazım. Suriye merkezi hükümetiyle sizin ilişkileri düzeltmeniz lazım. Bu vazgeçilmez. Bunu yıllardır söylüyorum. Bu benim kişisel görüşüm, katılmayan olabilir, saygı gösteririm. Bir vatandaş olarak söylüyorum. Çok şeyi onunla çözebilirsiniz. Suriye bütünlüğünü en çok kim ister? Merkezi hükümet ister. Suriye'nin parçalanmasına ilk itiraz edecek olan merkezi hükümet olur.
Şu söz önemli, İngiltere Dışişleri Bakanı ne demiş: Milletler ve devletler arasında ebedi dostluklar ve düşmanlıklar olmaz. Sonsuza kadar sürecek olan ülkelerin milli menfaatleridir. Benim görüşüme göre milli menfaatlerimiz açısından Suriye merkez hükümetiyle ilişkilerimizi revize etmemiz lazım artı İsrail'le ilişkilerimizi de milli menfaatlerimiz açısından değerlendirmemiz lazım. Her yerde bu karşımıza çıkıyor. Son bir şey daha söyleyeceğim. Bir yılın olaylar yaşıyoruz, sorunlar var. Olayların çözüm yeri neresi? Meclis. Meclis şu anda bu konular üzerinde ne yapıyor? Ülkenin caydırıcı niteliğini arttırın diyoruz. Konuştuğumuz milli davalar. Milli davalarda Türkiye siyasi partileri, toplumu birleşir mi? Birleşir. Getirin bu konuları. S-400'ü, Suriye'yi getirin. Meclis'te milli davalarda bütünlük sağlarsınız. Bir konuyu parti başkanlarıyla görüşmek var bir de Meclis'in bu konuda tavır alması var. O zaman dışarıdan 'Bu bir iki kişinin kararı değil, meclis'in kararı' der. Benim son sözüm şu: Türkiye çok güçlü. Bütün problemlerine rağmen Türkiye'nin güçlü olduğunu düşünüyorum. Türkiye ne kadar güçlü olduğunun ne kadar farkında ve bu gücünü ne kadar doğru istikamette kullanıyor. Sizin bu konularda Meclis'te karar vererek dünyaya haykırmanız. Bu ülke hepimizin. Başka ülkemiz yok. Bütün istediğimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi bu ülke güvenli olsun, insanlarımız huzurlu olsun, insanların refah seviyesi artsın. Başka ne hedefimiz olacak?
© Tüm hakları saklıdır.