Sözcü gazetesi yazarı Uğur Dündar, son dönemlerde çok konuşulan Ege adaları meselesi hakkında eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'la söyleşi yaptı. Başbuğ, konuya dair Osmanlı'dan örnekler vererek, "Elbette, geçmişte yaşananlardan bugün için ders çıkartmalıyız" dedi.
Dündar'ın "Ege’de 24 adayı 6 ayda kaybeden Osmanlı’dan günümüzde alınması gereken" başlığıyla yayımlanan (17 Ocak 2018) yazısı şöyle:
Sevgili okurlarım, Son dönemde Türkiye gündeminden hiç düşmeyen konulardan biri, Ege Denizi'ndeki ada, adacık ve kayalıklar…
Bu karmaşık konuyu netleştirebilmek için önce bu adaların Osmanlı İmparatorluğu zamanında nasıl kaybedildiğinin anlaşılması gerekiyor. Zira geçmişte yaşananları bilmeden, bugünü doğru değerlendirmek mümkün değil. Bugün ülkemizin karşı karşıya kaldığı sorun; “Egemenliği Yunanistan'a antlaşmalarla devredilmeyen ada, adacık ve kayalıklar” ile ilgili. Bu ise birinci süreçten çok daha da karmaşık. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ‘la iki gün sürecek röportajımızda, sorunun dünü ve bugününü irdeleyip, zihinlere takılan tüm sorulara cevap bulmaya çalışacağız.
UĞUR DÜNDAR: Sayın Başbuğ, Ege’deki adaların nasıl kaybedildiği sorusuna açıklık getirir misiniz? Osmanlı İmparatorluğu’nun Ege’deki ilk kayıpları ne zaman ve nasıl oldu?
Ordu çökmeye başlayınca İngiliz ve Fransızlar donanmayı yaktı
İLKER BAŞBUĞ: Yunanistan 25 Mart 1821'de, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı başkaldırdı. O tarihe kadar Ege'deki bütün adalar Osmanlı İmparatorluğu’na aitti. Batı bu isyanı destekledi. Ayaklanma Ege Adaları’na da sıçradı. Kuzey Sporad ve Kiklat adaları da ayaklananlar tarafından ele geçirildi. Osmanlı karşı hareketle Girit Adası’nı alıp Mora'ya çıkarma yaptı. İsyan neredeyse bastırılmıştı. Ancak; 20 Ekim 1827'de, Navarin'de, Osmanlı Donanması yakılıp yok edildi. Osmanlı Donanması’na saldıranlar İngiliz ve Fransızlardı. 28 Nisan 1828'de ise Osmanlı-Rus Savaşı başladı. Neticede; 1830'da Yunanistan bağımsızlığını kazandı. Söz konusu Ege Adaları’nın kaybedilmesinde iki önemli husus vardır. Birincisi; Yeniçeri sistemine dayanan Osmanlı Ordusu tam bir çöküş içindeydi. Yeniçerilerin Yunanistan'da çıkan ayaklanmada etkili olamaması üzerine II. Mahmut 1826'da Yeniçeri sistemini tamamen ortadan kaldırdı.
Uğur Dündar'a konuşan İlker Başbuğ, son gelişmeleri değerlendirdi.
UĞUR DÜNDAR: Ege Adaları’nın asıl büyük kaybı, 1911 Ekim'inde başlayan Trablusgarp Savaşı ile neredeyse bir yıl sonraki Balkan Savaşı esnasında oldu. Bu savaşlar sonunda ortaya çıkan durumu da anlatır mısınız?
Osmanlı İmparatorluğu Kuzey Ege’deki 24 adayı 6 ayda kaybetti
İLKER BAŞBUĞ: 1911 yılı Ekim ayında güçlü İtalyan donanması Trablusgarp'a çıkarma yaptı. Ancak orada büyük bir direniş ile karşılaştı. Paniğe kapılan İtalya, Çanakkale Boğazı'nın girişini kapattı. Limanları bombaladı. 1912 Mayıs ayında da aşağıdaki Ege Adaları’nı işgal etti: Stampalia, Rodos, Kalki, Skarponto, Kazos, Piskopis, Miziros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Simi, İstanköy ve Meis. Meis hariç bu adalar daha sonra 12 Ada olarak isimlendirildi. İtalya ile yapılan savaş, Akdeniz ve Ege ile olan irtibatı kesmişti. Ege Adaları tamamen savunmasız kalmıştı. Bunun üzerine 18 Ekim 1912’de, İtalya ile Uşi Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti Trablus ve Bingazi'yi bırakacak, İtalya ise geçici olarak işgal ettiği adaları boşaltacaktı. Ancak maalesef; İtalyanlar bu adaları boşaltmadı. Osmanlı İmparatorluğu'nun yapabileceği fazla bir şey de yoktu. Çünkü tam bu olaylar yaşanırken, 8 Ekim 1912'de Birinci Balkan Savaşı.
Osmanlı Devleti'ne savaş ilan eden Yunanistan hiç zaman kaybetmeden Kuzey Ege’deki adaları, birkaç ay önce tıpkı İtalya'nın yaptığı gibi işgal etti. İşgal edilen adalar şunlardı: Limni (21 Ekim); Taşoz (31 Ekim); Gökçeada (31 Ekim); Semadirek (1 Kasım); Pisara (4 Kasım); Bozcaada (7 Kasım); Nikarya (17 Kasım); Midilli (21 Kasım); Sakız (24 Kasım); Sisam (24 Kasım) ve Efstratios. Görüldüğü gibi; Osmanlı İmparatorluğu Ege Denizi'ndeki 24 adayı altı ay içinde kaybetti. Bu adaların kaybedilmesinde yine iki husus öne çıktı. Birincisi; Balkan Savaşı esnasında, Osmanlı Donanması bir şey yapamadı. Yunanlıların Averof Zırhlısı bölgenin hakimiydi. İkinci ana neden ise; Osmanlı Ordusu’nun içinde bulunduğu rezil durumdu. Orduyu yöneten kadrolar tam olarak siyasetin içindeydi. Üst rütbeliler İttihatçı, alt rütbeliler ise Hürriyet ve İtilafçıydılar. Bu durum; ordunun emir-komuta sistemini ve disiplinini yok etmişti. Ordunun eğitim düzeyi de alt seviyeye inmişti. Emir-komuta sistemi çökmüş, disiplini bozulmuş ve eğitimsiz bir ordunun başarılı olması mümkün değildi.
UĞUR DÜNDAR: Ege’nin kuzeydoğusundaki bu adaların Yunanistan tarafından işgal edilmesi karşısında Osmanlı İmparatorluğu neden bir şey yapamadı?
Sevr Antlaşması Ege Adaları'nı Osmanlı'nın eliden alıyordu
İLKER BAŞBUĞ: O sırada Balkan Savaşı devam ediyordu. Biliyorsunuz Edirne kuşatılmış, Kırklareli'ndeki savunma hattı yarılmış, asker Çatalca'ya kadar geri çekilmişti. 16 Aralık 1912'de Londra Konferansı toplandı. Londra Antlaşması’nın Ege'de Yunanlılar tarafından işgal edilen adalara ilişkin maddesi ise şöyleydi: İtalya, Avustralya/Macaristan; Almanya; İngiltere, Fransa ve Rusya bu adaların durumunu tespit etmekle görevlendirildi. 29 Haziran 1913'te İkinci Balkan Savaşı başladı. 13 Kasım 1913'te de Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında Atina Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma da; Ege Adaları’nın kaderinin tayinini büyük devletlerin kararına
Osmanlı Devleti bu süreçte Almanya'ya güvendi. Ancak, Almanya sessiz kaldı. İngiltere bu adaların Yunanistan'a bırakılmasını istedi. Sonuçta; 14 Şubat 1914'te altı büyük Avrupa Devleti aldıkları kararı Osmanlı Devleti'ne bildirdi. Gökçeada, Bozcaada ve Meis adaları Türkiye'ye bırakılırken; diğer adalar Yunanistan'a veriliyordu. Osmanlı Devleti özelikle Limni, Midilli, Sakız ve Sisam adalarının geri verilmesini istediğinden bu teklifi reddetti. Rus Hükümeti’nden yardım istendi. Ancak Rusya bu konu ile pek ilgilenmedi. Osmanlı Devleti'nin çabaları netice vermedi. Bu arada, İtalya Meis'i 1912'de işgal etmişti. Ada; 14 Mart 1913'te Yunanistan'a katıldı. Kısa bir süre sonra da, Osmanlı imparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'na girdi. Savaşı kaybedenler arasında yer alan Osmanlı İmparatorluğu'nun önüne Sevr Antlaşması konuldu. Osmanlı Heyeti 10 Ağustos 1920'de bu antlaşmayı imzaladı. Bu antlaşmanın imzalanması büyük tepkiyle karşılandı. Hükümet istifa etti. Yeni kurulan hükümet, Sevr Antlaşması’nı tasdik etmedi. Sevr, Ege Adaları’nı Osmanlı Devleti'nin hakimiyetinden alıyordu. Bu arada 1915 yılında Meis Adası'nı işgal eden Fransa, 1920'de bu adayı İtalya'ya bırakmıştı.
Güçlü ordu olmadan varlığınızı korumanız mümkün değildir
UĞUR DÜNDAR: 1912 yılında ise neredeyse 6 ay içinde Osmanlı İmparatorluğu; Ege Adaları üzerindeki 500 yıllık hâkimiyetini kaybetti. Bu acı sonuç çok çarpıcı olduğu kadar çok da düşündürücü… Bu noktaya nasıl gelindi sayın Başbuğ?
İLKER BAŞBUĞ: Elbette, geçmişte yaşananlardan bugün için ders çıkartmalıyız. Çıkartılacak dersler şöyle olabilir: – 1821'de Yunanistan'da ayaklanma başlamış ve Batı devletleri de bu ayaklanmayı desteklemiştir. Bugün de, Türkiye'nin PKK terörü ile mücadelesinin 34 yıl sürmesinin ana nedenlerinden birisi, PKK terör örgütünün arkasında dış desteğin varlığıdır.
1827'de İngiliz ve Fransız donanmaları, Navarin'de Osmanlı Devleti'nin donanmasını yok etmiştir. 2007 yılından beri TSK'ya karşı yürütülen dış destekli komplolarda özellikle Deniz Kuvvetleri'nin neden hedef alındığı da gözden kaçırılmamalı, bunun nedenleri iyi anlaşılmalıdır. – Ege Denizi'nde esas kayıp ise 1912 yılında yaşanmıştır. Önce Trablusgarp ve daha sonra da Balkan Savaşı içine girilmiştir. Bu savaşlara Osmanlı Ordusu ve Osmanlı Donanması en zayıf durumda yakalanmıştır. Ordu tam anlamıyla siyasetin içine bulaşmıştır. Bunun neticesi olarak da ordudaki emir-komuta sistemi, disiplin anlayışı çökmüş ve eğitim seviyesi de dibe vurmuştur. Osmanlı Donanması ne Trablusgarp Savaşı’nda, ne de Balkan Savaşı esnasında Ege’de etkin bir hareket yapabilme gücü ve imkânına sahip olamamıştır. Sonuç; Osmanlı İmparatorluğu 500 yıldır hakimiyetini sürdürdüğü Ege Denizi'ndeki 24 adayı 6 ayda kaybetmiştir. Bu coğrafyada “güçlü bir orduya, silahlı kuvvetlere” sahip olmadan ne varlığınızı ne de milli menfaatlerinizi korumanız mümkün değildir