10 Eylül 2017 15:55
CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde düzenlenen "adalet yürüyüşü" ve "adalet kurultayı" ile ilgili olarak "Referandumdaki yüzde 49’luk oyu bir arada tutma efsanesi, bu yolda partiyi nerede ise amorf bir STK’ye dönüştürme eğilimi. Her şeyden önce yüzde 49 yetmiyor" dedi.
"Referandumdaki ‘Hayır’ seçeneği ve yaklaşık aynı kesimleri bir araya getiren Adalet eylemleri tabiri caiz ise oldukça sadeleştirilmiş tercihlerdi. Aynı yönde oy kullanmayı kolaylaştırdı" diyen Cihaner, sözlerine şöyle devam etti:
"Her bir sorun başlığı, mazi ve yeni hukuki düzen, bu birliktelikteki liberal, sağ ve siyasal İslamcı unsurların uzaklaşması dinamiklerini içermekte. Adalet Kurultayı’nda gördük bunu. Kaldı ki uğruna parti amblemlerini sakladığımız, solu küstürdüğümüz, eylemlere katılan 3-5 kişinin kendi tabanları üzerindeki temsiliyet ve etki güçleri de tartışmalıdır."
Cihaner, sol değerler ve temel çelişkiler üzerinden toplumun yüzde 100'ünü hedefleyen politikaların izlenmesi gerektiğini ifade etti.
İlhan Cihaner'in Birgün'de "Adalet eylemleri ve CHP" başlığıyla yayımlanan (10 Eylül 2017) yazısı şöyle:
Referandum sürecindeki ‘Hayır’ kampanyası, Adalet Yürüyüşü, Adalet Mitingi ve arkasından düzenlenen Adalet Kurultayı’nın, önümüzdeki dönem siyasetinin şekillenmesinde çok önemli olduğu/olacağı tartışmasız. Toplumun önemli bir kesiminin umutsuzluk, yılgınlık içinde olduğu bir anda adeta ‘hayat öpücüğü’ oldu. Toplumsal muhalefetin bir araya gelebilme potansiyelini ve dinamiklerini göstermesi, doğru zamanlama, eylemsellik ve önderlikle kitlelerin mobilize edilebileceğini gösterdi. Siyasal eylemliliğin kadro ve düşünce olarak arındırıcı etkisi görüldü. Bunun yanında AKP elitlerinin/yanaşmalarının entellektüel kapasitelerinin sınırlarının pek “zavallı” bir noktada olduğunu bir kez daha ortaya koydu Adalet eylemleri; uydurma haberler, atlet, içki, “sözde” sıfatı ekleme, Kılıçdaroğlu da Kılıçdaroğlu! hepsi bu!
Adalet temalı eylemlerin “artıları” üzerine çok şey söylendi. Hatta nesnel değerlendirmeleri aşan güzellemeler, mistifikasyonlar, yürüyüş ve kurultayı tüm sorunları çözen bir “sihirli değnek” olarak gören değerlendirmeler oldu. O nedenle bu kısmı çok uzatmanın faydası yok.
Ben daha önce birkaç mecrada yaptığım gibi risklere dikkat çekmeyi ve olumlu potansiyeli maksimize etmek için ‘ne yapılabilir?’ ve ‘ne yapılmamalı?’ üzerine bir tartışma yürütmeyi daha faydalı görüyorum.
Öncelikle bu eylemler -öteden beri dillendirdiğim üzere- CHP içi siyasetin tüm Türkiye, giderek Ortadoğu ve Dünya için “kritik” olduğunu ortaya koymuştur. CHP içi siyasette hangi “yaklaşımın/ tutumun” galebe çalacağı (Cumhurbaşkanlığı seçimi ve dokunulmazlıklar meselesinde olduğu gibi) artık herkes için hayatidir. Kuşkusuz sol öznelerin CHP siyaseti ile ilişkilenme/ ilgilenme/ ilgilenmeme tarzlarını kendi dinamikleri belirler. Ancak sadece CHP’nin ana muhalefet partisi olması, Haziran Direnişi’nden bu yana büyük eylemlerin ana kütlesini CHP’ye oy verenlerin oluşturması gibi “basit” gerekçeler oluşturmuyor bu önemi.
Seçim barajının etkileri, siyasetin Erdoğan yandaşlığı/karşıtlığı ikilemine sıkışması ve AKP iktidarının yarattığı yıkımın derinleşmesi riski, CHP tabanının “sol değerlere” dair potansiyeli ve “açlığı” gibi gerekçeler de var.
Ama en önemlisi “Anadolu solu” söyleminden bu yana izlenen politikaların CHP’nin kendi tabanını liberal/ sağ değerler ve giderek siyasal İslam’dan yana “endoktrine” etmesi, dönüştürmesi tehlikesidir. Bu sürecin dinamiklerine bakacak olursak;
Artık geleneksel anlamda sağ ve sol ayrımının kalmadığı yönündeki yaklaşım: Kuşkusuz tarihsel kategoriler olarak bu kavramlara yüklenen anlamlar değişebilir. Ama temel çelişkiler ve yeni ortaya çıkan sorunlara yaklaşım farklılığı, hâlâ bu ayrımın tarihin motoru olduğunu göstermektedir. Kaldı ki böyle düşünenler yani “artık sağ-sol kalmadı” diyenler eşitlemeyi sağ politikalar lehine yapmaktalar. Ne büyük aldatmaca! Statükonun, sömürünün ve eşitsizliğin değişmez ve baş edilemez olduğunu inceden inceye zihinlere işliyorlar.
Oysa krizinden çıkamayan neoliberalizme açıktan cephe alınmalı. İktidarın sınıfsal dönüşümüne dikkat çekilmeli ve özellikle emek sermaye çelişkisinde, emekten yana daha cesur politikalar savunulmalı.
Eşitsizlikleri ve “rahatsızlıkları”, parti değerleri çerçevesinde örgütlemek ve ikna etmek yoluyla temsil etmek yerine siyaseti bir reklam ve halkla ilişkiler faaliyeti gibi yürütmek: Sabah akşam küfredip yalan propaganda ile halkı birbirine düşüren birisine “sayın” diyecekmişiz! Parlamento da tarihe not düşecekmişiz, vs. Ne naiflik! Toplumun sorunlarına çözüm üretmek başka şeydir, bu çözüm önerilerinin halka iletilmesi başka bir şeydir. Terörden işsizliğe, eğitimden yargıya, güvenlikten sığınmacı sorununa kadar devasa sorunlarla ve baş etmek bir yana “yönetemeyen” bir iktidar var. Tüm bu sorun başlıklarında sol değerler üzerinden güncellenmiş, birbiriyle tutarlı bir çözüm setini “cesaretle” oluşturmak gerek.
Örnek mi: Cemaat yurtlarındaki çocuk istismarı ve ölüm olaylarını “gerçek İslam bu değildir” diyerek, hatta buralarda görev yapanları/ inananları pedofiliye daha eğilimliymiş gibi göstererek çocuklarını buraya gönderen kitleye ulaşmak mümkün olmayacaktır. Daha ilk anda araya iletişimi imkânsız kılacak duvar örülecektir. Ayrıca olumsuz önyargı ve “bagajlar”, yüz yüze konuşma zorluğu, sahada hâkim olunmayan bir kavram setini kullanma zorluğu gibi engeller çıkacaktır.
Bunun yerine halk çocuklarına bunu reva gören iktidar(lar)ın ve zihniyetlerin kendi çocuklarını niçin bu yurtlara göndermediğine dikkat çekerek, laik eğitim kurumlarının mekân ve kadrolarını çocuk istismarını minimize edecek şekilde yapılandırdıklarını, kurallara uygun parasız yurt ve eğitimin bir hak olduğunu savunmak zorlukları azaltacaktır. Sınıfsal çelişkiler ve laik/ eşit/ parasız/ bilimsel eğitim, eşitlik gibi sol değerler üzerinden örgütlenme ve ikna zemini daha verimli olacaktır.
Referandumdaki yüzde 49’luk oyu bir arada tutma efsanesi, bu yolda partiyi nerede ise amorf bir STK’ye dönüştürme eğilimi: Her şeyden önce yüzde 49 yetmiyor! Referandumdaki ‘Hayır’ seçeneği ve yaklaşık aynı kesimleri bir araya getiren Adalet eylemleri tabiri caiz ise oldukça sadeleştirilmiş tercihlerdi. Aynı yönde oy kullanmayı kolaylaştırdı. Her bir sorun başlığı, mazi ve yeni hukuki düzen, bu birliktelikteki liberal, sağ ve siyasal İslamcı unsurların uzaklaşması dinamiklerini içermekte. Adalet Kurultayı’nda gördük bunu. Kaldı ki uğruna parti amblemlerini sakladığımız, solu küstürdüğümüz, eylemlere katılan 3-5 kişinin kendi tabanları üzerindeki temsiliyet ve etki güçleri de tartışmalıdır. Üstelik bu kişiler ana kütleyi oluşturan solun değerlerine aynı hassasiyeti göstermek bir yana kimlerin tasfiye edilmesi gerektiğinden tutun strateji önermeye kadar vardırabilmekteler işi. Oysa yapılması gereken sol değerler ve temel çelişkiler üzerinden toplumun yüzde 100’ünü hedefleyen politikalar izlemek olmalıdır. Doğal olarak değişik düzlemlerde ittifaklar gündeme gelebilir. Ama bu kendi değerlerini koruyarak olmalı.
Toplumun (kabaca) yüzde 70’inin muhafazakâr ve dindar olduğunu değişmez bir veri olarak kabul edip buna göre siyaset yapma yanlışı: Bu ön kabulün uzantısı olarak siyasal İslam’ın ve sağın kavramlarını ve kendi mahallelerinde “tutunamamış” figürlerini CHP tabanıyla buluşturma ve propaganda imkânı verme; Ekmeleddin İhsanoğlu ile zirveye ulaşan bu yaklaşım şimdilerde de devam ediyor görünmekte. Burada dikkat edilmesi gereken bu kişiler partiye katılsalar bile partinin tüzüğü ya da ilkelerine ikna olmuş olarak gelmiyorlar. Tam tersine parti politikalarını sağ ve siyasal İslam’dan yana dönüştürmek üzere, üstelik belirleyici konumlara getiriliyorlar. Böylece yavaş yavaş, iktidarla aynı nitelikte kadrolara, çevre ve imar yaklaşımına sahip, sosyal belediyeciliği iftar, umre, Arapça kursundan ibaret gören bir belediyecilik anlayışının yer etmesi gibi sonuçlar doğuyor.
Politik başarıyı ve onayı, sağın dolayısı ile iktidarın kontrolündeki kişi ve medyada arama yanlışı:
Bu yaklaşım parti politikaları üzerinde nerede ise iktidarın düşük maliyetle bir vesayet oluşturabilmesine yol açmaktadır. Birkaç trol hesap ya da köşe yazarının alkışı ya da eleştirisi parti siyaseti üzerinde bu kadar etki yapmamalı. Kendi değer ve ilkelerinin mücadelesi yerine iktidar cephesinden gelen alkışlara bakmak parti mücadelesini anlamsız kılar.
Parti içerisinde slogan düzeyinden öteye geçmeyen bir “sol” anlayışın ve figürlerin egemen olma riski: Tabanın sol siyasete açlığı nedeniyle kitle önünde slogan atıp, devrimcilik ve laiklik sömürüsü yapıp karar anlarında bu tutumla uyumlu davranmayan birçok figür belirleyici noktada. İşte savaş tezkereleri, güvenlik gerekçesi ile çıkarılan bazı yasalar, sığınmacılara yaklaşım, dokunulmazlık, milletvekilliklerinin düşürülmesi, laiklik tartışmaları, bazı mitingler, Kürt meselesinin çözümüne yaklaşım, vs. gibi kritik oylamalarda ve eylemlerde alınan tutumlar ortada. Bu figürlerin çoğu sol değerler ve parti ilkeleriyle uyumlu davranmadılar. Siyasetin örgütlendiği sokağı marjinalleştirdiler. Partili olmak doğal olarak karar mekanizmalarının doğrultusunda siyaset ve eylem yapmayı gerektir. Ancak bu parti içinde bir sol siyaset mücadelesi verilmesine engel olmamalı.
Doğru söylem iktidarı çaresizleştiriyor
Özetlemeye çalıştığım bu potansiyel risk başlıklarının geriletilmesi son zamanlardaki eylemlilikle tutarlı ve uyumlu bir “tutum” değişikliği şart görünmektedir.
Öteden beri “bu örgütle bir şey olmaz!” diyen yaklaşımlara, Adalet eylemlerine katılan örgütlerin gereken dersi vermiş olduğu görülüyor. Doğru söylem ve politikaların sadece CHP’yi değil toplumsal muhalefeti de hareketlendirdiği iktidarı ise çaresizleştirdiği çok net göründü. Bu süreç deneyimlenmişken, geçmiş birçok kavşakta olduğu gibi direksiyon sağ politika ve figürlere, kerameti kendinden menkul kirli ve güncelden kopmuş siyaset esnafına direksiyon kırılamaz. Parti ve politikaları uçuk kaçık üç beş hevesli, amatör reklamcı ve hukuki aktivistin, hasbelkader bir belediyeye çöreklenmiş AKP hayranı zübüklerin deney laboratuvarı olamaz, olmamalı.
Şimdi bu süreçte tüm CHP’lilere düşen görev her zamankinden daha önemli. İlk görev mahalle delegeliklerinden başlayarak yukarıda özetlemeye çalıştığım yaklaşımlara prim vermeyecek kadroları ve politikaları partide ve siyasette egemen kılmak olmalı. Bu değişikliklerin hayata geçirilmemesi ise iktidarın bir kez daha altın tepsi içerisinde AKP elitlerine sunulması anlamına gelir. Umarım, başlayan kongreler ve kurultay sürecinde oluşacak delegasyon iradesi, söz konusu riskleri dikkate alan tercihleri yapar.
Bu tercihler CHP’nin “nasıl bir parti olduğunun” -belki de son- testi olacaktır. Sol/sosyal demokrat bir parti mi, yoksa sol gösterip sağı referans alan arkaik bir yapılanma mı? Eşit, adil ve özgür bir dünya için mücadele eden özverili kadroların partisi mi, yoksa bir belediye ile ilişkilenen bir şekilde partiye sızmış siyaset tüccarlarının partisi mi?
Şu anda tüm siyasi akımlarda bir temsiliyet krizi yaşanmakta. Geniş kesimler ve seçmen tercihleri adeta akacak mecralar aramakta. Yeni iletişim olanakları ve siyasallaşmalar var. Yeni Osmanlı hayalleri ve siyasal İslam yaklaşımı çökmüş, ahlaken yerlerde sürünen, propaganda ve zor aygıtı ile ayakta durmaya çalışan bir iktidar var. Belediyelerine el konulmuş, yaşam alanları önce yıkılıp sonra yağmalanan, politikacıları ve milletvekilleri tutuklanmış ama yoklarmış gibi davranılan milyonlar var. Geleneğini ve kadrolarını elinden kaçırıp iktidara “sığınmak” zorunda kalmış bir milliyetçi kesim var. Tüm bu “çözülmüş” siyasi tablo, sağlam bir ideolojik hat izlemekle toparlanabilir. Benzemeye çalışarak öykünerek ürkerek değil…
© Tüm hakları saklıdır.