Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, A Milli Takım'a verdiği tarih dersini anlattı. "Zeki insanlara hitap etmek de kolay değil. Karşısında konuştuğum futbolcular o kadar zekiydi ki kendimi biraz derlenip toparlanmak zorunda hissettim. Onlara sonsuz başarı diliyorum" diyen Ortaylı, "İkinci Büyük Savaş’tan evvel Yahudiler klasik orkestralar ve akademyadaki başarıdan önce futbol yıldızı ve pop sanatçısı da olsalardı, o zamanki muhafazakâr dünyada bile Yahudiler lehine belki değişik bir etki yaratabilirlerdi" ifadesini kullandı.
Ortaylı, Galatasaray’ın başarılı günlerini ve 2002 Dünya Kupası’nı hatırladığını söyleyerek, "Kruşçev döneminde Sovyet Rusya sporcuları, balesi ve albay Alexander Borisov yönetimindeki Kızıl Ordu korosuyla Batı dünyasındaki kitleler nezdinde ilk olumlu etkiyi kazanmaya başlamıştı. Doğrusu spor adamlarının görevi önemli; bunu vurgulamak gerek. Avrupa Şampiyonası gibi olaylarda öne geçen her takımın bizim tuttuğumuz takım olması ve desteklenmesi gerekir. Milli Takım’ın sorumluluğu ağırdır, o yüzden futbolcularımıza ve Fatih Terim hocamıza sonsuz başarılar diliyoruz" diye yazdı.
İlber Ortaylı'nın "Millilerle bir gün" başlığıyla yayımlanan (5 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Zeki insanlara hitap etmek de kolay değil. Karşısında konuştuğum futbolcular o kadar zekiydi ki kendimi biraz derlenip toparlanmak zorunda hissettim. Onlara sonsuz başarı diliyorum.
Salı günü İmparator Fatih Terim beni Antalya’da Milli Takım kampına çağırdı. Futbol taraftarlığı ön planda Milli Takım’ı desteklemek olduğu için İmparator’un emrini iki etmedim, koştum. Zor bir gündü; yemekten sonra Hoca Milli Takım listesini açıklayacaktı. Milli Takım’ın antrenörleri, futbolcuları, sağlık ekibinin başındaki Prof. Dr. Bülent Bayraktar, futbolcuların ne yiyip içtiğine çok dikkat eden Süpervizör Şef Ebru Omurcalı ve Milli Takım’ın medya sorumlusu Hande Sümertaş da oradaydı. Ebru Hanım herkesin yemeğine ve miktarına bizzat karar verdi. Benimkine karışmadı ama ben de “Ne verseniz yerim” havasındaydım. Zorlu bir idmandan gelmişlerdi. Yemeğin bitiminde Fatih Hoca benden bir konuşma yapmamı istedi.
Futbol bir sanattır
Şöyle başladım: “Futbol bir sanattır; futbolcu da sanatçı.” Modern dansçılar, tiyatroda akrobasiyi kullananlar ve pantomimciler ne kadar zekiyse günümüzün futbol yıldızları da öyledir; hatta önde koşanıdır. Her an orijinal bir futbolcu doğuyor. Kariyerinin devamında yaşamını sürdürmek için aklını kullanmaksa ayrı bir yetenektir. Zeki insanlara hitap etmek de kolay değil. 1980’lerin başında Milliyet gazetesinde dizi yazdığım günlerde, o zamanki teknikle mürettipler yani bizim neslin bildiği hakiki matbaa işçileriyle konuşurken ne kadar dikkatli ve tedbirliysem (çünkü adamı hemen tefe koyacak yanlış kelimeleri bulabilirlerdi) futbolcuların karşısında da derlenip toparlanmadım diyemem. Konuşmamın sonunda Kaptan Arda başta olmak üzere zekice sorular geldi. Hele kampta bulunan eski milli futbolcu (şimdi Fatih Hoca’nın teknik destek ekibinde) Nihat Kahveci’nin bir kahve esprisi vardı ki, burada anlatmam uzun sürer, her şeyden evvel beni yerlere yatırdı.
Galatasaray’ın Avrupa’da zirveye tırmandığı yıllarda, Roma’daki bütün taksi şoförleri “Turchi, sinyori” diye bağırıyorlardı. Anlaşılan Galatasaray taraftarları bol bahşiş dağıtmaktaydı. Ardından futbol taktikleri herkesi büyüledi. Türkiye’nin en çok bilinen kurumu Galatasaray oldu.
Emre Mor diye bir çocuk
O sıralar Güney İtalya’nın Puglia eyaletinde yani topuktaki Callipoli kentinde küçük müzedeki bekçi “Nerelisin” diye sordu, cevabımız üzerine “İmparatore Terim” diye bağırmıştı. İstesek de istemesek de futbolun yıldızları Nobel alanların bile önünde anılır. Geçen salı günü, isimleri dünyada beklemediğimiz kadar dolaşabilecek kişilerin arasındaydım. Örneğin karşımda oturan henüz rüştüne erişecek bir çocuk, Emre Mor. Ailesinden muvafakat alınmış, anne Danimarkalı, baba Türk. Anadilinin etkisiyle Türkçesi henüz zayıf, öğreniyor. Orijinal bir futbol oyuncusu olacağını şimdiden söylüyorlar. Nitekim geçen pazar Karadağ’la oynan maçta kısa sürede bu yeteneğini tüm Türkiye gördü.
Arda, Hakan kampın yıldızı olmalı, bunlar dünyayı gören futbolcular grubu. Bizim zamanımızda Türk futbolu Can Bartu ile Avrupa’ya henüz açılmaktaydı. Bugün neredeyiz...
İtalya’nın sevimli Cumhurbaşkanı Alessandro Pertini’nin İtalya-Batı Almanya maçındaki heyecanını hepiniz hatırlarsınız (yıl 1982, Dünya Kupası finali). “Ben gelmeyeyim, uğurunuz kaçar” diye başlamıştı. Takım ısrarıyla geldiğinde maçı dokuz doğurarak seyretti, İtalya, kupanın şampiyonu olunca eliyle fanatik taraftarlar gibi “Amma da süpürdük” işaretini yapmaktan vazgeçemedi. O yıllarda Almanya’daki Türklerin Alman kimliğine entegrasyonu oldukça zayıftı. Toptan İtalya’yı desteklemeye gelmişlerdi. Tezahürat sonsuzdu. Galiba o maçtaki tutum Almanları, Türk işçi kitlesi konusunda biraz hizaya getirmişti.
Futbol gerilimi alır
Dünyada en gerilimli azınlıkların bile futbol ve müzikle ana kitle tarafından kabulü hız kazanıyor. İkinci Büyük Savaş’tan evvel Yahudiler klasik orkestralar ve akademyadaki başarıdan önce futbol yıldızı ve pop sanatçısı da olsalardı, o zamanki muhafazakâr dünyada bile Yahudiler lehine belki değişik bir etki yaratabilirlerdi. Nitekim Alman-Avusturya dünyasındaki kabaretist mizahçılar bile taraftar kazanmakta çok daha etkiliydiler. Bugün futbol yıldızlarının değişik etnik gruplardan gelmesi ortalığı değiştiriyor ama yolun daha çok başındayız. 1936 Olimpiyat Oyunları’na futbolu, kitleleri uyuşturan bir spor olarak gören Hitler ırkçı bir spor anlayışıyla gitti ve Almanya’dan beklediği de böylesine bir spor zaferiydi. Amerikan zencilerinin başarıları ve Türk güreşçilerin altın ve bronz madalyası, onun beklemediği biçimde Nazi Almanyası’nın kitleleri üzerinde çarpıcı etkiler yarattı. 1968’de Meksika’daki Olimpiyat Oyunları’nda ABD’li atletler Tommie Smith ve John Carlos podyumda Amerikan ırkçı politikalarına karşı başarılı bir protesto yaptılar.
Gönülden destek gerekir
Tarihimizde Avrupa kupalarında şampiyon bir takım çıkardık. Dünya Kupası’nda üçüncülük aldık. Şampiyonlar Ligi’nde ülkemizin futbolu artık inmemecesine dolaşıyor. Galatasaray’ın başarılı günlerini ve 2002 Dünya Kupası’nı hatırlıyorum. 1990’a kadar Sosyalist ülkelerde doping yapıldığından söz edildi. Türk sporcuların bu konuda çok dikkatli davranmaları takdire şayan. 20’nci yüzyıl sporun ve sanatın, yazarlardan da, politikacılardan da daha etkili sonuçlar aldığı bir devir. Kruşçev döneminde Sovyet Rusya sporcuları, balesi ve albay Alexander Borisov yönetimindeki Kızıl Ordu korosuyla Batı dünyasındaki kitleler nezdinde ilk olumlu etkiyi kazanmaya başlamıştı. Doğrusu spor adamlarının görevi önemli; bunu vurgulamak gerek. Avrupa Şampiyonası gibi olaylarda öne geçen her takımın bizim tuttuğumuz takım olması ve desteklenmesi gerekir. Milli Takım’ın sorumluluğu ağırdır, o yüzden futbolcularımıza ve Fatih Terim hocamıza sonsuz başarılar diliyoruz.