Gündem

İlber Ortaylı: Laikliğin reçetesi anayasaya konulamaz

"Bir kelimenin etrafında çekişmenin çözüm getireceği umulamaz"

01 Mayıs 2016 18:02

Hürriyet gazetesi yazarı Prof. Dr. İlber Ortaylı, TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın "Laiklik yeni anayasada olmamalıdır" şeklindeki sözlerinin ardından başlayan tartışmalarla ilgili olarak, "Laikliğin reçetesi anayasaya konulamaz, zira anayasa metni laiklik üzerine kaleme alınan geniş bir kitap değildir" dedi. 

"Bugün bütün dünyada laiklik kavramı anayasalarda yer alsa da almasa da gidiş ve düzenleme bu yöndedir. Fransa, 1789’un hatta 1889’un sert laikliğini taşımıyor. İtalya geçen asrın ve 20’nci yüzyılda Katolisizm’in toplumsal hayattaki etkilerine o derecede sahip değil. Dünyada Protestan fundamentalizmi de var ama bunun da etkileri günden güne örtülü-açık gruplar arasındaki bir toplumsal pazarlıkla değişiyor" ifadesini kullanan Ortaylı, "Bir kelimenin etrafında çekişmenin çözüm getireceği umulamaz. İnsanların kendi yaşam biçimleri ve eğitimlerini seçme özgürlükleriyle laik düzenin yürümesi sağlanmalı, laiklik anayasa metninde kalmalıdır" diye yazdı.

İlber Ortaylı'nın, "Bir kelimenin etrafındaki çekişme" başlığıyla yayımlanan (1 Mayıs 2016) yazısı şöyle: 

‘Laicus’ Yunancadan gelme Latince bir tabir. Yunanca da düpedüz ‘halk’ demektir, mesela Etnografya Folklor Müzesi’ne ‘museion laion’ denir. Latin’in ‘laicus’u da ‘rahiplerin dışında kalan’dır. Ortaçağlarda bu laicus sözü, eğitim ve bilgi, ruhbana ait bir imtiyaz ve nimet olduğundan ‘iş bilmez, eğitimi düşük’ adam anlamında da geçer. Bugünün İngilizcesinde birisi bir avukata yahut hekime bir soru sorarken, “Özür dilerim, ben bir laikim (layman)” der. Bu ortaçağ toplumundan bir kalıntıdır.

Ruhban dışı hayatın ve kişiliğin böyle bir terimle şekillenmesi ve laisizme gidiş Fransız Aydınlanması’nın eseridir. Galiba, her şeye, en başta da eğitim hayatı ve (sansür yoluyla) yayına hükmeden kilisenin bu büyük imtiyazı ve gücü aynı zamanda onun zaafına dönüştü. Güçlenen yeni sınıflar, serbest düşünen entelektüeller, Floransa’da 14’üncü asırdaki Boccaccio’dan beri kilise ve ruhbana dil uzatanlar Avrupa’nın ufuklarını sarmıştı.

 

Mukavele sürekli değişiyor

 

Peki, böyle bir akım İslam dünyasına ne kadar girebilir? Yoğurdun üstüne tahin dökmek gibi bir şey bu. Dökersin karışır. Ne kadar anlam kazanır? Kurumlaşamayan daha doğrusu zaten kurumu reddeden, ruhbandan değil din bilginleri ve tarikat önderlerinden oluşan İslam dünyası için din ve devlet çatışması neleri çözer veya dağıtır?

İslam ve Yahudilik’te din ve devlet ayrılabilir mi? Hayır. Sırf devletle olan ilişkileri ve kamuyu değil, özel hayatın ve yeme içmenin kurallarını dahi tarif eden iki dindir bunlar. Dolayısıyla din ve dindışı hayatın varlığı ikisinin bir uyuşması, bir mukavelesi demektir. Ve bu mukavelename devamlı değişir. 
1980’li yıllarda dahi Kudüs’te cuma gecesi sinema gösterilsin mi, gösterilmesin mi diye sokak kavgaları yapılırdı; bugün artık belediye sınırları dışında cumartesi alışveriş merkezleri bile faaliyette; otellerde mutaassıplar için kendiliğinden işleyen asansörlerle laiklerin düğmeye basarak işlettiği asansörler yan yana! 17’nci asrın Kadızade takımı Üstüvanî Mehmed Efendilerin tarif ettiği şeri düzenle bugünkülerin gerçekleştirdikleri arasında dünya kadar fark vardır.

 

19’uncu yüzyılda laiklik eğitim kuralı

 

Şunu da eklemek gerekir: İslam’ın modern siyasi kurumlarını içeren eğitimin kurumlaşmasını ve her iki cinsin bu mesleki eğitimden istifadesini öngören modern yorumları 19’uncu asırdan beri sahnededir. Doğrusu mukavemet olsa da kabul görmektedir. Hatta bugün Müslüman cephesi bu uygulamalar için de mücadele vermektedir. Cihat kavramının bile bizim bildiğimiz anlamıyla İran-İslam Cumhuriyeti’ndeki tefsiri Afganlı Taliban takımından ve benzer diğer gruplardan farklıdır.

Cihat da hayatın gerçeklerinin bir Müslümanca yorumu olan ictihad da bu kökten (cehd) ve niyetten gelmektedir.19’uncu asırda Türkiye İmparatorluğu ve onun tabiî olan Mısır Hıdivliği, okullarda laik eğitimi getirdi, Batı’nın müesseselerini aldı. Mısır, İslam dünyasının ilk operasını Kahire’de açtı, ilk opera eserini de Verdi’ye ısmarladı. Bunlar gibi kurumlar değil, fakat Osmanlı Meclis-i Mebusanı, İslam hukuk ve idare sistemine uygun olduğu iddia edilerek ortaya çıktı ve yazılı anayasa da öyledir. Bu anayasada tabii ki devletin dini İslam’dı. 1921’de de öyle, 1924 Anayasası’nda da öyle. Bu arada, 1924 Anayasası’nın ilk önemli tadilatı ‘din-i İslam’ maddesinin çıkarılıp yerini laikliğin almasıydı.

 

Cumhuriyet'te dinin kontrolü

 

Ne var ki bu devlette Bab-ı Meşihat’ın yerini alan Diyanet İşleri Başkanlığı protokoler derecesi ve fetva yetkileri azaltılmış olarak başbakandan sonra gelen kabine üyesi değil ona bağlı bir memurdur. Diyanet de genel bütçeden payını alır ve maaşlar Memurin Kanunu’yla verilir. Laiklikten anlaşılan düzenin bunlarda olmadığından şikâyet edenlere söylenecek şey; Cumhuriyet’i kuranların dini bu şekilde kontrol etmenin kaçınılmazlığını anlamış olduğudur. Türkiye Müslüman’dır. Müslümanlığı farklı şekilde yorumlayan grupların olduğunu unutmayalım.

Laikliğin reçetesi anayasaya konulamaz, zira anayasa metni laiklik üzerine kaleme alınan geniş bir kitap değildir. İslam ve Yahudi dünyasında laiklik ancak uygulamayla, toplumsal uzlaşmayla pratikte giden bir düzen gibi görülüyor.

 

Laiklik metinde kalmalı

 

Aslında bugün bütün dünyada laiklik kavramı anayasalarda yer alsa da almasa da gidiş ve düzenleme bu yöndedir. Fransa, 1789’un hatta 1889’un sert laikliğini taşımıyor. İtalya geçen asrın ve 20’nci yüzyılda Katolisizm’in toplumsal hayattaki etkilerine o derecede sahip değil. Dünyada Protestan fundamentalizmi de var ama bunun da etkileri günden güne örtülü-açık gruplar arasındaki bir toplumsal pazarlıkla değişiyor. Bir kelimenin etrafında çekişmenin çözüm getireceği umulamaz. İnsanların kendi yaşam biçimleri ve eğitimlerini seçme özgürlükleriyle laik düzenin yürümesi sağlanmalı, laiklik anayasa metninde kalmalıdır.

Yazının tamamını okumak için tıklayın