T24 - BirGün gazetesi yazarı Adnan Bostancıoğlu, AKP ve Gülen cemaati arasınadaki ilişkide gelinen noktayı değerlendirdi. Bostancıoğlu, "Gülen, Erdoğan’la başa çıkamayacağını kestirecek durumda. Öte yandan Cemaat tarihindeki en büyük gelişmeyi AKP iktidarı boyunca kaydetti. Ufak tefek kırgınlıkların telafisi cihatine gideceğini tahmin edebiliriz" dedi.
Bostancıoğlu'nun Birgün'deki "İktidar ve Cemaat" başlığıyla yayımlanan (17 Aralık 2011) yazısı şöyle:
Üzerinize afiyet, birkaç gündür soğuk algınlığı sebebiyle yatıyordum. Hâl böyle olunca, televizyonda İspanya ve Türkiye ligleri, Behzat Ç. ve CNBC-e filmlerinden daha fazlasını seyretmek durumunda kaldım. En başta da gecenin geç saatlerine kadar süren, artık çoğu birer fars halini almış tartışma programları...
Ne ararsanız var
Herşeyi bilen ve bildiklerinden zerre kadar kuşku duymayan tiplerden, televizyondan ekmek yemenin başlıca şartının provokatif bir üsluptan geçtiğini “çözmüş” sağa sola bağıran çığırtkanlara...
Muhtelif davaların halen yargılanmaları süren sanıkları hakkında hüküm vermiş ve bunu açıkça deklare eden, bunu yaparken de “herhalde bir bildiğimiz var” pozları takınıp iktidarla ilişkisini ima eden ve bundan dolayı kendilerine güç vehmedenlerden, “acaba şimdi şöyle bir şey desem, AKP ya da Cemaat yanlış anlar mı” tırsıklığı ile iki kelimeyi bir araya getirip aklından geçenleri ifade edemeyenlere kadar...
Hasılı geç saatlerde televizyon kanalları tam bir panayır yeri.
Neyse... Asıl meseleye gelelim.
Malum, bir süredir AKP ile Fethullah Gülen cemaati arasındaki ilişkinin şekerrenk olduğuna dair yorumlar yapılıyor. Onun ötesinde, Milli Görüş çevresinin ve başka cemaat/tarikatların Fethullahçılara diş bilediklerine dair yaygın bir söylenti de var. Bu sonuncusunu anlarım. Gülen cemaatinin “rabbena hep bana” anlayışının, iktidar nimetlerinden yeterince faydalanamadıklarını düşünen diğer cemaat/tarikatlarda asabiyete sebep olduğu dışardan da farkedilebiliyor. Ama iktidar partisi ile Cemaat arasında kayda değer bir çatışmanın olacağı bana pek ikna edici gelmemişti. Dahası, AKP-Cemaat iktidar bloku ile başa çıkamayan muhalif kesimlerin bir tür gönüllerinden geçeni hakikatmiş gibi sunma gayreti olarak görmüştüm.
Oysa yukarda sözünü ettiğim “televizyon gecelerinde” gördüm ki, Cemaate ya da iktidara yakın kanallarda... (“Hangisi değil ki!” dediğinizi duyuyorum. Öyleyse şöyle diyelim...) bizzat onların kontrolündeki kanallarda saatlerce bu mesele tartışıldı. Elbette herkesin söylediği, “Yok öyle bir şey, nerden çıkıyor bu tevatürler...” mealindeydi. Hızını alamayan malum “ekran canavarları” ise yeni bir Ergenekon oyunuyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyip hepimizi uyardılar!
Bu insanlar bu meseleyi oturup saatlerce ciddi ciddi tartışıyorlarsa, belli ki bir şey var muktedirler arasında, diye düşünmeden edemedim. Lakin, ne kadar ciddiye alınmalı?
Çarşamba günü BirGün’de Onurkan Avcı’nın Doğan Akın’la yaptığı röportajda, konuya dair kafa açıcı saptamalar vardı. Akın, “Cemaatin, Emniyet’i kullanarak AKP’yi zor durumda bırakacak bir planı veya bu sonucu alacak bir örgütlenmesi olduğu ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın böyle bir şeye tahammül edeceğini düşünmek gerçekçi değil. Evet, AKP’nin tabanı Gülen cemaatiyle çakışmıyor, ancak bu ne böylesine açık çatışma senaryoları yazmak için yeterli, ne de cemaatin tabanının AKP’yi desteklemesini engelleyen bir durum. Fethullah Gülen cemaati, üçüncü seçimde de, seçime katılıp da oyları geçerli sayılanların yaklaşık yüzde 50’sinin oyunu alan AKP ve lideri Erdoğan’ı domine edemeyeceğini bilecek kadar bir birikime ve pragmatizme sahip” diyor.
Evet, Gülen Erdoğan’la başa çıkamayacağını kestirecek durumda. Öte yandan Cemaat tarihindeki en büyük gelişmeyi AKP iktidarı boyunca kaydetti. Dolayısıyla eldeki kuşu daldaki kuşa tercih etmek anlamında, ufak tefek kırgınlıkların telafisi cihatine gideceğini tahmin edebiliriz. Şu sıra giriştikleri bilek güreşinin nihai bir hesaplaşma olmaktan çok karşılıklı bir güç yoklaması olduğu anlaşılıyor.
Hepsi bir yana... Mesele, iktidar blokundaki çatlaktan medet ummak değil, iktidar blokunu çatlatacak güç olmakta bütün mesele! Öyle değil mi, Laz İsmail?