Özel Dosya

İkinci Yıldönümünde Şengal Ezidi Soykırımı - III: Bizi kirvelerimiz öldürdü

"Araplar bize saldırdı, Tat’lar bize saldırdı, o Kurmançlar bize saldırdı"

Fotoğraflar: Fatma Çelik

05 Ağustos 2016 03:00

*Namık Kemal Dinç - İrfan Çelik

Şengal soykırımının basına yansıdığı ilk günlerde Ezidilerin dikkat çeken ifadelerinden biri  “kirvelerinin kendilerine bu kötülüğü” yaptığı yönündeydi. Kirvelik; sünnet ritüeli sırasında sünnet çocuğuna refakat etme üzerine kurulmuş bir çeşit akrabalık bağıdır. Kirvelik aileler arasında kurulur ve bir takım toplumsal yükümlülükleri doğurur. Bu yükümlülüklerin en başında, kirvelik hukukuna göre kardeşlik kurulduğundan iki aile arasında kız alıp vermek yasaklanmış olur. Ama kardeşlik hukuku aynı zamanda sosyal açıdan yakınlaşmayı ve dayanışmayı da beraberinde getirir.

Ezidiler, kirveliğe özel bir önem verirler ve kan kirveliği olarak isimlendirirler. Zira sünnet çocuğunu kucağına alan kirve, uzun beyaz bir kıras fistan giyinmiştir ve sünnet işlemi sırasında akan kan onun elbisesine dökülür. Sünnet çocuğunun annesi daha sonra o elbiseyi yıkayıp iade eder. Böylece aralarındaki akrabalığı sembolik düzeyde kan akrabalığı düzeyine çıkarmış olurlar. Yani kirvelik en az kan akrabalığı kadar önemli bir bağdır. Kirvenin sünnet çocuğuna karşı sorumluluğu sadece sünnet ritüeliyle sınırlı kalmaz, ilerleyen yaşlarda da devam eder.

Dünyada sadece Ortadoğu ve Kürt coğrafyasında yaygın olan kirveliği en etkili şekilde tatbik eden toplulukların başında Ezidiler gelir. Genellikle azınlık gruplarının daha çok ilgi gösterdiği bu akrabalık biçimi bugün önemli oranda aşınmış durumdadır. Farklılıklar arasında toplumsal dayanışmayı güçlendirmek için inşa edilen bu kurum özellikle çatışma, katliam, soykırım gibi dönemlerde gerekli rolü oynayamadıkça aşınmış ve sorgulanır olmuştur.

3 Ağustos 2014 tarihinde başlayan süreçte Ezidilerin yaşadıkları da benzer durumlardır. Ezidiler Sünni Kürt ve Araplarla yaygın kirvelik ilişkisi kurmuşlar. Bunlar bazen aynı köyden olabilirken bazen de komşu köyden olabilmiş. Ezidi köylerinde çoğunlukla yalnız Ezidiler otururken bazı köylerde az sayıda Müslüman aileler de bulunabilmiş. Komşuları, kirveleri, yıllarca dostluk kurdukları kişiler tarafından saldırıya uğramak Ezidiler de büyük bir hayal kırıklığına yol açmış. Az sayıda Müslüman kendilerine yardım etmiş olsa da Ezidilerin genel kanaati, eğer kirvelerimiz onlara öncülük yapmasaydı, bu kadar büyük zülüm başımıza gelmezdi yönündedir.

“Komşular komşularının üzerine saldırdılar”

31 yaşındaki Leyla beş çocuk sahibi bir anne. Şengal’in güneyinde bulunan köylerden Tilqesep’te ikamet ediyormuş. Tilqesep köyünde Müslümanların yaşadığını belirterek, 3 Ağustos’ta saldırısı sırasında neler yaptıklarını anlatıyor:

Bizim aramızda Kürtler vardı, Tat’lar, Xatûnî’ler, Mitewta’lardı, Til Eferliydiler. Bizim komşularımızdılar. Vallahi ellerine silah alıp yapabildikleri kadar Êzidilere ateş ediyorlardı ve yerdeki cesetlere. Kızların arasında daldılar, yüz yıldır bizim komşularımızdılar ve kıza diyorlardı sen biliyor musun kaç yıldır ben seni seviyorum? Sana aşık olmuştum ama sen beni almıyordun. Saçından tutup onu kendine götürüyordu.

Tilqesep köyü, IŞİD’in ilk saldırdığı Girzerik ve Siba Şex Xidir köylerine yakın mesafede. Leyla buradan başlayan saldırının önce Şengal kent merkezine ve ardından kendi köylerine yöneldiğini anlatırken, buralarda bulunan Müslümanların tutumlarında dair önemli şeyler söylüyor. Özellikle Ezidi kadınların hedef seçildiğini ve komşuları tarafından kaçırıldığını anlatıyor:

Başta… Tilizêr, Girzerik ve Sîba Şêx Xidir idi. Onların kızlarını götürdüler ve sevdikleri kadınları götürdüler ve çocuklar cadde de kalıp öldüler… Birçok ceset orda kaldı. Oraya girdikten sonra Şengal şehrine yöneldiler. Şengal’in içinde çok Müslüman vardı. Araplar, Mitewta’lılar, Tat ve Türkmenler. Yani Êzidiler kadar vardı içinde. Biz Til Eferlileri besledik, ekmeğimizi ve suyumuzu kendilerine verdik. Vallahi komşular komşularının evini sardılar. Ondan dolayı başımıza böyle geldi. Şengal şehrinde komşular komşularının üzerine saldırdılar. Durum buydu. Diyordu kızı getirin ve komşusu olan Êzidiyi öldürüyordu.

Tilqesep hazırlığını yapıyordu ve aniden Tilqesep’i sardılar… Tilqesepî sardılar ve o köyün başındaki bütün evleri sardılar. Onlar zannediyorlardı peşmergeler arkalarındadır. Onlar peşmergenin gittiğini bilmiyordu. Gittiler ama haber vermemişlerdi. Valla Tilqesep’i sardılar. Oradan Tilbinat’a geçtiler. Bu sefer köyün yanındaki insanlar, bu taraftakiler, caddeden uzak olanlar duydular ve gördükleri gibi hepsi çölden koşup dağa gittiler. Zavallılar dağa koştular. O köyün girişinde olanlar, valla üç tane kayınım ve kayınımın iki oğlu hala evdeydiler. Biz köyün yan tarafındaydık, biz uzaktık. Yani caddeden DAİŞ bize yetişene kadar biz dağa ulaşabilirdik. Vallahi biz daha evdeydik o Başoklar (Tilqesep köyünde ikamet eden Müslümanların oturduğu mahalle)… Onlar bize ateş ettiler. Vallahi kayınlarımdan biri DAİŞ’in elindedir… Daha DAİŞ bize yetişmeden bizim aramızda kim varsa (Müslümanlar) hepsi ayağa kalktılar ve Êzidilerin arasında daldılar.

Saldırılar karşısında Ezidi kadınların telaş ve korkuya kapıldıkları anlaşılıyor. Leyla, Ezidi kadınların korkusuna tanık olan Müslüman kadınların ise gördükleri manzaradan duydukları keyfi şaşkınlıkla anlatıyor:

Onunla (DAİŞ) arkadaştılar. Bu sefer Araplar bize saldırdı, Tat’lar bize saldırdı, o Kurmançlar bize saldırdı. Durum buydu. Vallahi o Quto’ların kadınları, Başok’un kadınları Êzidi kadınlarına gülüyorlardı. Onlar kaçıyordu ve onlara gülüyorlardı. Diyorlardı kaçın kaçın ve onlara gülüyorlardı.

“Tek bir insan yardımlarına gelmedi”

Leyla, korku içinde Dağ’a sığındıklarını anlatıyor. Dağ Ezidiler için bir sığınak olmuş. Onları düşmandan koruyan, var olmalarını sağlayan bir ana olmuş. Zira onları savunması gerekenler, koruyup, esirgemesi gerekenler yalnız bırakmışlar. Bekledikleri yardımın gelmemesi üzerine can havliyle Dağ’a yetişmeye ve artlarından gelen ölümü durdurmaya çalışmışlar. Fakat ölümden kaçarken hiçbir hazırlık yapmamaları onları çaresiz bir konuma düşürmüş:

Vallahi de Tilbinat’a saldırdılar. Bu sefer halk çölden kaçtı. Eğer dağa yetiştiyse yetişti, eğer yetişmediyse… ve sen bilesin ki sabaha kadar ne Irak devleti ne de Kürdistan’dan tek bir insan yardımlarına gelmedi. Güney tarafında, yani bizim tarafa güney tarafı diyorlar. Tilizêr, Tilbinat… hepsi güneydedir. Eğer zavallılar kurtulduysa, kaçıp kurtulan ve dağa yakın olanlar dağa girenler ne su götürmüşler, ne ekmek götürmüşler, ayaklarında ayakkabı yok. Kütükler üzerinde, çıplaktırlar. Yeni doğan çocuklar için şey yoktu. kadınlar, sana söyleyeceğim vallahi de doğum yapıyordu ve doğumda çocuk ile kadının ikisi ölüyorlardı. Çocuklar susuzluktan, yaz mevsimiydi, yazın kırkıncı günüydü. Sıcaktı ve çocuklar susuzluktan ölüyordu, anne çocuğu bırakıp kaçıyordu. Hiçbir insan demedi bari su götürelim onlara. Vallahi diğer taraftan yol açıktı, DAİŞ yoktu. Irak devleti kendilerine su getirebilirdi, ekmek getirebilirdi. Kurtulanlara da kimse böyle yardıma gelmedi. Kız kardeş erkek kardeşinin ölüsünü bir taşın yanında bırakıp terk ediyordu, anne çocuğunu bir taşın önüne bırakıp terk ediyordu ve kaçıyordu. DAİŞ arkasındaydı, kaçmasa onu da yakalayacak ve rezil edecek onu, rezillik yetmiyormuş gibi namusunu kirletecekler.

“Qinê köyü katliamı”

Leyla, Şengal Dağı’nın girişinde bulunan, çok yüksekte olmayan eski bir Ezidi köyü olan Qinê köyüne sığınan insanların hikayesini anlatıyor. Büyük bir katliamın gerçekleştiği Qinê köyünde Müslüman kirvelerinin onları güvenlik içinde olduklarına dair ikna çabalarının etkili olduğunu söylüyor. Kirvelerinin “IŞİD’in size saldırmasına izin vermeyeceğiz, onların sizinle işi yok, sizin için gelmemişler, onlar Telaferliler ve Barzani için gelmişler” yönünde yaptıkları telkinlere inanan köylülerin çok büyük bir katliama maruz kaldığını ayrıntılarıyla anlatıyor:  

Qinê, dağın girişine  Qinê diyorlar. Adı Qinê’dir. Hemedan, Tilbinat, Tilqesep yolu üzerindedir, Şingal’in yan tarafıdır. Güzel bir yerdir, bu Diyarbakır gezi yeri gibi ve su yeriydi. Güzel yerdi. Mihrili birinin kirvesi, o da Êzididir. Yalnız ben sana adını ifade etmedim.  Aşiretin adı, Êzidilerin aşiretlerinden olan Mihrika, Mihrika diyorlar. Kirvesi önüne gelip dedi; evi yıkılasılar siz neden böyle yaptınız, vallahi bırakmayacağız size bir şey yapsınlar. Orda ki bütün Êzidileri durdurdular. Alem biçareydi. Dedi; DAİŞ demiş yalnız beyaz mendiller kaldırsınlar biz onlara bir şey demiyoruz. DAİŞ’ten biri gelip söyledi. Dedi; ben sana Allah’ı verdim. Bu sefer biz Êzidilerin yanında biri ben sana Allah’ı verdim dediği zaman Allah büyüktür ve o zaman bizim için biter. Biz onu geçmiyoruz. O Êzidi erkeklerine dedi ben hepinize Allah’ı verdim. Ben hepinize Allah’ı verdim (min xwedê da we teva), biz Êzidi erkeğine karışmıyoruz. Biz bu Til efer için geldik, siz Til Eferlileri beslemiştiniz. Biz Til Eferlileri sevmiyoruz ve Til Eferlileri çıkaracağız ve biz Barzani peşmerleri için gelmişiz. Vallahi de bunlara Allah’ı verdikleri zaman ve kardeşliğin elini uzattıkları zaman bunlar inanmıştı. Orda oturdular. Önce dediler bu akşam eve gidin, sonra gelip dediler yok yok bu akşam gitmeyin. Çünkü aranızdaki bu Araplardı, Tat’lardı, Til Eferlilerdir gelip sizi öldürürler ve bizim boynumuza atarlar onun için gitmeyin. Onlara demişler ve zavallılar akşam saat beş-altıya kadar orda kaldılar. Vallahi de hepsi Tilbinat, Tilqesep ve Hemedan halkıydı. Onlar kurtuldular ve kaçtılar. Vallahi de sen deme meğer etraflarını zapt etmişler. Her yerden DAİŞ gelip etraflarını zapt ediyordu ve o kirveleri aralarına geldiler. Çocukları birbirlerinin kucağında sünnet etmişlerdi. Vallahi etraflarını sardılar, akşam saat altıda aralarına girmişler, sanki bir kurt küçükbaş hayvanların aralarına girmişçesine ne kadar kadın varsa hepsini yakaladılar. Zavallılar kaçıp kurtulan kendine kurtulmuştu, kurtulmayanların etrafını sarmışlardı ve aralarında kirveleri vardı. Vallahi erkekleri götürüp ayırdılar ve kadın ile çocukları götürüp ayırdılar. Kadın ve çocukları kamyonlara bindirdiler, kamyonları biliyorsun büyük kamyonlara.

Kendilerine güvence veren kirvelerinin ilk saldıranlar olması saldırının vahametini iki katına çıkaran bir özellik yaratıyor. Elbette kadınlar ve çocuklara savaş ganimeti olarak el konulup kaçırılması da çabası. Bu topraklarda gerçekleşen geçmiş soykırım deneyimlerinden biliyoruz ki, kadınlara ve çocuklara bir mal gibi el koyan zihniyet erkeklerin tamamını yok etmeyi öngören bir katliam siyaseti izlemiştir. Burada hayata geçirilen farklı değildir. Qinê köyünde esir edilen erkeklerin tamamı önce din değiştirmeye zorlanır, akabinde de istisnasız tamamının yok edilmesi için ölüm makinesi işler. Bu tüyler ürperten senaryo bu topraklarda o kadar çok tekrarlanmıştır ki, toprak akan kandan utanmış, nehirler cesetleri bağrına basarken ağlamıştır.

…O sıcakta o kadın ve çocukları kamyonlara bindirip götürdüler. Onları Til Efer’e götürdüler ve bütün erkekleri götürüp üç sıra halinde dizdiler... Onlara dediler şahadetinizi getirin ve deyin ki biz Müslüman’ız. Söyleyin biz Êzidiyatî dinini atıyoruz, Êzdîyatî  dini bize olmaz ve şahadetinizi getirin biz de sizi öldürmeyelim. Zavallıları her halükarda öldüreceklerdi. Bunlar dediler; vallahi bizim başımız Êzidiyatî içindir ve neden Êzidilik olmasın. ‘Ezda’ (beni veren, beni doğuran) Kürtçe dilinde Allah’ın adlarından biridir. Hani demiyorlar mı Allah’ın bin bir adı vardır… Allahüteala üç din yaratmış. Biri Mesihliktir, biri Müslümanlıktır ve biri de Êzidiliktir. Biz gelmiyoruz, bir din bir başkasının dini olamaz. Altı yaşındaki bir çocuk, sana dediğim o Mihrikî’nin kirvesi yanındadır. Altı yaşındaki oğlan yaklaşık dört yüz erkeğin gözleri önünde öldürdüler. Dedi o oğlanı öldürdükleri zaman erkekler dinçliklerini yitirdiler. Siz hilhilandin (çökertme, dinçliğini yitirmesine sebep olma) için ne diyorsunuz bilmiyorum.

…Erkekler ağlayıp dediler başımız Êzi’nin yolunda, dediler başımız bizi yaratanın yolunda. Şahadetimiz ve imanımız Tawusî Melek adınadır. Şahadetimiz bizi yaratanın adınadır, başımız Allah’ın yolunadır. Madem o altı yaşındaki oğlanı gözlerimizin önünde öldürdünüz o zaman bizi de öldürün. Yemin ederim o her üç sıra halinde dizilmiş erkekleri öldürdüler. Ondan sonra başlarında durup her birinin başına bir kurşun sıktılar. Başından, alnından vurdular.

Soykırımlar insani değerlerin tümüyle devre dışı bırakıldığı dönemlerdir. Öncelikle yapılan karşındakini insan olarak görmemek, onu dehümanize etmektir. İnsanlıkdışılaştırdığın o varlık artık en kötüsünden bir ölümü hak etmiştir. Dolayısıyla öldürüldükten sonra cesedine insan ölüsü muamelesi yapılmamalıdır. Herhangi bir tören veya yasa gerek duymaksızın doğada çürümeye terk edilmeli, kurda kuşa yem edilmelidir. IŞİD canilerinin Qinê köyünde yaptığı barbarlıkları Leyla birinci ağızdan dinleyerek bize aktarıyor. Çünkü ölüm makinesi ne kadar mükemmel senaryo yazarsa yazsın diğer soykırım örneklerinde olduğu gibi ardında tanıklar, izler bırakmaktan kurtulamamıştır.

Dört günden sonra o halde sinekler, hayvanlar o cesetlere girdi. Kan içinde kaldılar, sıcaktı ve hepsi şişti. Bir-iki tane yaralı vardı aralarında. Birine Veysel diyorlar birine de Muhsin diyorlar. Biri Mihrikî idi, biri de Hibabî idi, her ikisi Êzidi aşiretleridirler. Zavallılar yaralıydı, her birine dört kurşun sıkılmıştı. O yaralarla o cesetlerin arasında kalkıp babalarına, erkek kardeşlerine, sahiplerine, komşularına baktılar. Vallahi Muhsin’in yedi erkek kardeşi yanında öldürülmüştü ve babaları da. Amca çocukları ve sahipleriyle beraber. O ile Veysel rezillik içinde, dört gündür kalkamıyorlardı. Dördüncü gün dediler biz cesetlerin arasından çıkacağız yoksa kokudan kör olacağız. O kadar ceset vardı. Vallahi dediler yerde süründük ta ki biraz ilerleyene kadar. Yavaş yavaş ta ki zavallılar dağa çıkana kadar. Ve kalan biçare halk, kimse kalmamıştı. Vallahi kalanlar yönlerini dağın başına çevirdi ve dağa çıkana kadar halk rezil oldu. Bir adamın bir genç oğlu evlenmişti. Onun karısı hamileydi. Karısı hamileydi ve o halde. Karısı doğum yaparken öldü ve bu kendini dağdan aşağı attı. Gözlerini kapatıp kendini dağdan attı. Dedi ne sudur, ne ekmektir ben kendisine bir şey yapamıyorum. Vallahi dört gün boyunca o biçareler o rezil durumdaydılar.