Ali Bayramoğlu
(Yeni Şafak, 7 Haziran 2012)
Türkiye'nin yeni düzeni...
Siyasi belirsizliklerden söz ettik dün ve özellikle anayasa meselesine işaret ettik. Gerek yeni bir dönemi simgelemesi, gerek kronik siyasal sorunlara çözüm imkanı sunması bakımından yeni anayasa bu ülke için gerçekten en önemli meselelerden birisidir.
Anayasanın iki yüzü var.
İlk yüzde toplumsal sözleşme meselesi bulunur.
İkinci yüzde rejim ve yönetim meselesi vardır.
Türkiye için önemli olan açık ara birinci yüz olmasına karşın son günlerde ön plana çıkan ikinci yüz oluyor. Buna özellikle başkanlık sistemi tartışmalarının başlamasıyla tanık oluyoruz. Anayasa tartışmaları, olduğu kadarıyla, Kürt meselesi, laiklik, yurttaşlık gibi temel siyasi ortak değerler meselesinden çok, kimin nasıl yöneteceği meselesine doğru yöneliyor.
Bu yönelim önümüzdeki günlerde muhtemelen daha baskın hale gelecek...
Neden?
Piyasada bu soruya verilen ortalama yanıt belli: "Başbakan Tayyip Erdoğan'ın siyasi lider konumunu sürdürmesi ancak başkanlık ya da yarı başkanlık sistemiyle mümkün olabilir..."
Peki başka nedenler aramak gerekir mi?
Bizce evet...
Anayasa tartışmalarında rejim meselesinin öne çıkması, başkanlık tartışmalarının nedeni, mevcut durumun Erdoğan'ın önünü tıkaması değildir.
Bu tartışma, Türkiye'de partiler düzeniyle, bu düzen ile siyasi iktidar arasındaki ilişkinin aldığı biçimle de yakından ilgilidir.
Nasıl?
2002, 2007 ve 2011 seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo açık olarak ülkedeki ana siyasi bölünmenin kültürel niteliğini teyit etmiştir.
Başka bir ifadeyle Türk siyasetinin, sınıfsal ya da ideolojik tutum unsurlarından daha çok sembolik ögelerle şekillendiği iyice ortaya çıkmıştır.
2000'li yıllar itibariyle belli projelere dayalı politik-ideolojik görüşlerin belirleyiciliğinden çok "simgelerin, simgesel algıların kültür ve ekonomiyi ya da eziklik ve faydayı üst üste oturtan belirleyiciliği" ön planda olmuştur. İnanç merkezli siyaset tartışmaları ya da kimlikler üstüne kurulu yasak-özgürlük tartışmaları bu kesimlerde kültürel olanı, popüler olanı siyasileştirmiş, özgürlük yandaşlığını ve yasak karşıtlığını ön plana çıkarmış durumdadır.
Ve bu açıdan Türkiye söylediğimiz gibi iki ana dala ayrılmıştır.
Bu yapısal bir değişimdir ve tablonun kısa, hatta orta vadede değişmesi kanımızca kolay değildir. En azından demokratik değerler her alanda ve her kesimde kurumlaşıp içselleştirilinceye kadar bu yelpaze değişmeyecektir.
Altı çizilmesi gereken başka bir husus da şudur:
Bu kutuplaşma ve yeniden yapılanma esnasında eğilimlerden birisini temsil eden kesim ve siyasi aktör, hızlı bir değişim yaşayarak kendi kültürel dokusuyla çağın gereklerini iç içe sokmuştur. Kendi içinde hızlı bir değişim süreci başlatmıştır. Buna karşılık, diğer kesim ve aktör, tersine geriye doğru hareket ederek radikalleşme eğilimine sürüklenmiştir...
AK Parti ve CHP... Muhafazakârlar ve diğerleri...
Peki, bu tablonun fiilî sonucu nedir?
İki temel partinin varlığı, ama tek partinin iktidarı üzerine kurulu bir düzen...
Türkiye'nin hızla, partilerin iktidarda yer değiştirmesinden değil, bir siyasi parti içinde iktidar aktörlerinin değişmesinden oluşacak bir demokratik düzene ilerlediğini söylemek hayalcilik olmaz...
İstikamet bu ise, elbet yönetici sirkülasyonu ve yönetim mekanizmasının dengesi ülkenin en önemli meselelerinden birisi haline gelir.
Bu da parlamenter rejim-başkanlık rejimi tartışmalarını gerçek kılar...