Seçimler yaklaşırken bir taraftan da seçimlerden sonra hızlanacak yeni anayasa tartışmaları şimdiden siyasi gündemi meşgul ediyor. En son olarak TÜSİAD’ın ev sahipliğinde düzenlenen “Yeni Anayasa Yuvarlak Masa Toplantıları Dizisi-Yeni Anayasa Sürecinin Beş Temel Boyutu" başlıklı çalışmanın önerileri epeyce konuşuldu.
Bu süreçte hemen herkesin hemfikir olduğu konu, yeni anayasanın özgürlükçü olması gerektiği. Fakat özgürlükçülükten neyin anlaşıldığı, nasıl bir özgürlük anlayışının arzulandığı pek konu edilmiyor. Ben özgürlük konusunu, negatif ve pozitif özgürlük kavramları üzerinden inceleyerek TÜSİAD’ın ev sahipliğinde hazırlanan çalışmayı ve bu arada CHP’nin ‘Sivil Toplum Raporu’nu bu kavramlar üzerinden ele alacağım.
Negatif özgürlük, kişinin eylemleri ve söylemleri önünde bir engel bulunmaması durumunu anlatır. Kişi seçimlerinde, tercihlerinde devletin ya da toplumun herhangi bir engeli ya da müdahalesiyle karşılaşmaz. Hobbes’u da dahil edebileceğimiz bu liberal anlayış bireylere devlet karşısında az ya da çok belirli bir özgür alan bırakır. Burası kişinin temel haklarının alanıdır ve herhangi bir müdahaleye kapalıdır. Devletin asıl amacı da zaten kişilerin bu özgür alanını mümkün olduğunca müdahalelerden korumaktır. Siyasal liberalizmin kurucularından J. Locke’un yaşam, özgürlük ve mülk olarak adlandırdığı, sonradan J.S. Mill’in “zarar prensibi” (kişi eylemlerinde başkalarına zarar vermediği sürece özgürdür) ile sınırlarını genişleterek düşünce ve ifade hürriyetini, din ve vicdan özgürlüğünü, basın özgürlüğünü vs. içine kattığı bu temel haklar bireyi ve bireyin özgürlüğünü esas alır. Bireyin özgürlüklerinin sınırlarını, devletin bu özgürlüklere müdahale etme meşruiyetini sorgular.
Bu çerçeveden baktığımızda TÜSİAD’ın organize ettiği ve 22 akademisyen ve kanaat önderinin katıldığı anayasa çalışmasındaki özgürlük anlayışının daha fazla negatif özgürlük kavramına yakın olduğunu görüyoruz. Çalışma bireyin devlet karşısındaki pozisyonunu güçlendirmeyi hedefliyor, kimlikler ve din ve vicdan özgürlüğü konusuna önemli bir yer ayırıyor.
Pozitif özgürlük ise daha çok yönetilenlerin yönetimde ne kadar söz sahibi olduğuyla ilgilidir. Bu anlayışa göre yurttaşlar otonom bireyler olarak kendi yönetimlerini kendileri gerçekleştirmeliler. Özgürlük işte bu kendi kendine yönetimin adıdır. Politikayı kişinin erdemlerini ve karakterini geliştiren bir yöntem olarak gören Aristoteles’ten, kişilerin ‘genel irade’ üzerinden kendi aldıkları kararlara tabi olduklarını ve bu sayede özgürleştiklerini söyleyen Rousseau’ya kadar pek çok düşünür siyasal katılımı özgürlüğün başat faktörü olarak görmüştür. Liberal negatif özgürlük anlayışından farklı olarak, pozitif özgürlük anlayışı özgürlüğün bireyin toplumdan ve devletten soyutlanmasıyla değil, toplumla birlikte hareket ederek ve topluma katılarak mümkün olacağını iddia eder. Esasen birbirinden farklı olan bu iki anlayışın aynı zamanda birbirini tamamlayıcı olduğunu da söyleyebiliriz. Bireyin haklarını vurgulayan liberal özgürlükler, demokratik katılımın ve yönetimin gerçekleştiği yerlerde daha fazla garanti altındadır. Yasa koyucu otonom bireyler kendilerine devlet karşısında daha fazla özgür alan bırakacaktır.
CHP yeni anayasa konusunda henüz bir şey ortaya koymasa da partinin sivil toplum raporu pozitif özgürlük anlayışına daha yakın bir yerde duruyor. Bireyi yalnızca devletten korumayı değil, örgütlenme özgürlüğü alanındaki engelleri kaldırarak bireyin yönetime katılma konusundaki imkanlarını genişletmeyi arzu ediyor. Yalnızca devletin değil zaman zaman ‘piyasa’nın da kişilerin özgürlük alanını daralttığını, devletin bu alanı açmak için aktif olması gerektiğini vurguluyor.
TÜSİAD ve CHP farklı özgürlük perspektiflerinden yeni anayasanın “özgürlükçü ruhu”na katkıda bulunmayı amaçlıyor. Bu gelişmeler seçimlerden birinci parti çıkma ihtimali yüksek olan AK Parti’yi özgür ve demokratik bir anayasa için köşeye sıkıştırması bakımından olumlu özellikler gösteriyor.
Ekin Kadir SELÇUK
Bilkent Üni. Siyaset Bilimi, Doktora