Gündem

Celâlettin Can: Berktay, şiddetin asıl kaynağı ile uğraşmıyor

Celâlettin Can 1 Mayıs 97 olaylarıyla ilgili olarak Halil Berktay'ın açıklamarını ve Murat Belge'nin sola dair eleştirilerini Taraf'ta değerlendirdi

22 Mayıs 2012 16:38

Gerçek, yalnızca gerçek...

Celâlettin Can, Berktay 1 Mayıs’ın sorumluluğunu devlette aramıyor. Devlet lehine, solun aleyhine bulduğu en küçük kırıntıyı değerlendirme takıntısı var.

Halil Berktay ve Murat Belge’ye,

Başlarken hemen ifade edeyim ki, her şey aklıma gelirdi de 1 Mayıs 1977 Katliamı’nın ‘Sol’un iç çelişkilerine’ bağlanması, ‘bu katliamın devlet içinde belirli bir gücün, kontrgerillanın gerçekleştirdiği iddiasının solun şehir efsanesi olduğunun’ ileri sürülmesi aklıma gelmezdi.

Darbe döneminde devlet bunu yapmıştı. Maraş Sıkıyönetim Komutanı Korg. Yusuf Haznedaroğlu, 1982 yılında Maraş katliamını ters çevirip sol bir grubun yaptığına dair bir tezgah kurmuş, altı ay süren ağır işkenceler sonucu, bunu onlara kabul ettirmişti. Ne var ki darbe döneminde bile kamuoyu buna itibar etmemiş, bu tezgah adeta kendiliğinden çöküp gitmişti.

Çökmesi doğaldı, çünkü toplumun bir de ortak hafızası vardı; siz ne yaparsanız yapın, bir alevi/sol katliamı olan Maraş katliamını, Alevilere/solculara mâl edemezsiniz. Bu durum sadece Maraş Katliamı için değil, 16 Mart, Balgat, Bahçelievler, Çorum Katliamı gibi toplumun bünyesinde derin izler bırakan katliamlar içinde geçerliydi. 1 Mayıs Katliamı için de bu böyleydi.

Bazı konularda toplumun ortak hafızasıyla oynamaya gelmez. Nazi soykırımının olmadığı iddiaları en çok Yahudileri nasıl yaralıyorsa, Berktaygillerin kalkıp ‘1 Mayıs katliamının devletle ilgisi yok, solcular, arkadaşlarının, dostlarının ölümünün sorumlusu’ suçlaması da en çok bizim kuşağı ve dönemi yaşamış tüm devrimcileri, demokratları, yurtseverleri yaraladı. Zaten yıllardır, devlet yaptığı hiçbir şeyin hesabını vermemiş, bilinen failleri bilmezlikten gelmiş, “cezasızlık” halini sürekli kılmış, bir de bu suçlamayla karşılaşmanın hazmı zor, hatta imkânsız.

1 mayıs 1977 katliamına dair onlarca kitap, bir o kadar belgesel, yüzlerce makale, açılmış çok sayıda dava, soruşturma, telsiz dökümleri, polis ve asker ifadeleri, olayın tanığı yüz binler varken, Berktay’ın 1 Mayıs 1977 ve sol içi şiddetle ilgili değerlendirmesini okuyanlar zanneder ki kendileri 30 Nisan 1977’ye kadar başka bir gezegendeymiş de, hemen o sabah yeryüzüne Taksim Alanı’nda duhul etmiş. 2 Mayıs günü de gezegenimizi terk edip ta Çin’e, Maçin’e gitmiş sanki...

Elinde herhangi bir kanıt, bilgi ve belge de yok. Bunları demiş olması medyanın gündeme taşıması için yetiyor. Halil Berktay’ın 1 Mayıs’la ilgili iddiaları merkez medyada günlerdir tartışılıyor. Bu nokta bile başlı başına sorgulanması gerekirken, solculuktan liberalliğe rücu etmiş ne kadar sol karşıtı, anti komünist varsa hepsi bu gerçek dışı iddialara dört elle sarıldı. Hepsi Berktay’ın iddiasını sorgusuz sualsiz doğru kabul eden bir noktadan sola yükleniyor.

Halil Berktay bu iddiasını ne zaman yapıyor? Ankara’da Evren - Şahinkaya davasının açıldığı, 1 Mayıs 77 katliamının sorumlularını kamuoyuna açıkladığımız ve isimlerini mahkemeye sunmaya hazırlandığımız, yüzbinlerin katıldığı 1 Mayıs mitinginde, 1 Mayıs katliamının suçlularının açığa çıkmasını istediği bir aşamada bu iddiasını ileri sürüyor. Merkez medyanın desteğinde bunu yapıyor. Kapanmayan yaralarla oynadığı onu ilgilendirmiyor. Bunlar onun için ayrıntı, o çok yukarıda tarihe oynuyor. Sola ve toplumun ortak hafızasına rağmen tabu kırıyor(!). Tartışılmanın, gündemi işgal etmenin şehveti onu doyuruyor. İnsan kendisiyle ancak bu kadar dolu olabilir, kendine ancak bu kadar tapınabilir.

Berktay’ı pek okumam, daha doğrusu Aydınlıkçı geçmişinde ortak olduğu şeylerin utancını tüm sola mâl etme gibi sorunlu bir ruh halini yazılarından hissedince okumayı bırakmıştım. Kürt eleştirilerinde çok hukuksuzdu. Son zamanlarda sol ile olan tarihsel bağını da kesmiş, liberal cemaate dahil olmuştu. Olabilir. Olmaması gereken solla ilişkisini koparırken, solun tarihinin en önemli kırılma noktasını, solun gelecek kaderini derinden etkileyen bir olayı sola mâl etme gibi yalan ve iftiraya başvurmasıdır. Niyetini bilemeyiz, ama 1 Mayıs 1977 darbe girişimcilerini ve katliamcılarını koruma anlamına gelen tavrını asla kabul edemeyiz.

Çok hukuksuz bir şekilde benim Taraf’taki mülakatımdan cımbızla çektiği noktalara “mal bulmuş mağribi” gibi dört elle sarılıyor. İfadelerimi bağlamından koparıp istediği anlamı yüklüyor, sonra “ben de bunu söylüyordum” kisvesi ardında mahkûm ediyor.

1970’li yıllarda faşist güçleri hayatın her alanında halk güçlerine saldırıyordu. Polis onlara destek veriyordu. En sıradan grup dahi kendi can güvenliğini kendi sağlama, bunun için de silahlanma durumundaydı. Gerçek bu olduğu ve Halil Berktay da bunu gayet iyi bildiği halde neden bilmezlikten geliyor. Neden gerçeği, yalnızca gerçeği en yalın ve dürüst bir tavırla açıkladığım 35 yıl öncesinin gerçeğini silahseverlik vb. kavramlarla suçluyor. ‘Antifaşist mücadele diye silahtan başka bir şey bilmiyormuşuz’. Laf mı bu! Anti faşist direniş, salt silahla yürümüyordu. İnsanlar ev ev sokak sokak örgütleniyordu. Fatsa emsalinde olduğu gibi alternatif iktidar modelleri tartışılıyordu. Ülke bir nevi iç savaş görünümü almıştı. 1 Mayıs 1977’de on binlerle alana giren bir grubun bir avuç insanı ile kendi güvenliğini almaktı. İyi de oldu, yoksa can kaybı darbe girişimcilerinin beklediği gibi çok daha yüksek olacak, bundan doğan “toplumsal şok” ortamı darbeye elverişli koşullar yaratacaktı. Tüm bunlar gerçek olduğu halde, Halil Berktay neden üzerimizde şaibe yaratmaya ihtiyaç duyuyor, objektif tarihçilik, bilim adamlığı namusu bu mu?

Burada Murat Belge’nin eleştirisine değinmek istiyorum. Taraf ile yaptığım söyleşide iki nedenden dolayı silahı meşru görüyorum dedim: Yaşam hakkı ve ülkenin işgal edilmesi. 1970’lerde ciddi bir can güvenliği problemi vardı. Elbette can güvenliğini aşan laflar söylendi, hatta yer yer eylemlilikler yapıldı, ama genel çizgi can güvenliği temelinde meşru müdafaa çizgisiydi. “Solun silahtan başka çaresi yoktu” görüşünün bağlamı bu. Mülakatın bütünü okunduğunda da başka bir sonuç çıkmıyor. Doğrusu ilgisi olmayan bir sonuç çıkardığı için Murat Belge’yi yadırgadım. Neyse... Murat Belge diyor ki ‘solun başka çaresi vardı’ Madem ‘vardı’ neden senin dediğin gibi olmadı, haksızlık da etmeyelim. 70’lerde sol grupların büyük çoğunluğu silahlı mücadeleyi savunmuyordu. Savunanlar da anti faşist can güvenliği çizgisini aşmıyor veya aşamıyordu. O halde neyi tartışıyoruz? 35 yıl öncesinin sizler tarafından bugünün tercihleri ve bakış açısıyla hatırlanmasını. 70’li yılları yaşandığı koşullarda değerlendirmek gerekir. Tarih öyle yaşanmışssa öyle yaşanması gerektiği içindir. Nitekim o koşullarda Murat Belge Demokrat’ta böyle pek yadırgayacağımız şeyler yazmazdı. Anlaşılır bir şey, zaman değişirken değiştiriyor veya hafıza-i beşer...

Darbe girişimi dedik, devam edelim... 1 mayıs 1977 katliamı ile ilgili Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Namık kemal Ersun, Korg. Musa Öğün ve Korg. Recai Ergin’ in başını çektiği, İstanbul Emniyeti ve MİT’in kurduğu düzenekle, darbeye ortam yaratmak için Taksim’de 1 mayıs mitinginde yüzlerce ölümün hedeflendiği yönlü ciddi bilgiler var. Darbe girişimi o günün kuvvet ilişkileri içinde karşılık bulmayınca General Ersun ve beraberindeki 200 subay bir ay sonra re’sen emekli ediliyor.

Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı operasyonları üzerinden darbeciliğe karşı çok acul davranan Halil Berktay, 1 Mayıs 1977 katliamı ile darbe girişimi arasında neden ilişki kurmuyor. Bu yönlü ciddiye alınması gereken iddialara neden dönüp bakmıyor.

Dikkat edilsin. Halil Berktay devleti eleştirmiyor. 1 Mayıs katliamının sorumluluğunu devlette aramıyor. Devlet lehine, solun, sosyalistlerin aleyhine bulduğu en küçük kırıntıyı bile değerlendirme takıntısı var. Berktay’a göre bulduğunu sandığı kanıtların gerçekleri yansıtıp yansıtmaması çok önemli değil, önemli olan solu ve sosyalistleri şiddet düşkünlüğüyle suçlamak, dolayısıyla devleti aklama gayretkeşliği. Benle yapılan mülakattan yola çıkarak yalnızca İstanbul Dev Genç’in kaç el ateş ettiğini sanki zimmetle mermi dağıtan bir devlet görevlisi titizliğiyle hesaplamaya çalışması bir zamanların DGM ve Sıkıyönetim, günümüzün Özel Yetkili savcılarının titizliğini bile gölgede bırakacak bir cansiperanelikte.

Halil Berktay, özellikle son zamanlarda Kürt meselesinde de devleti eleştirmiyordu. Her şeyi Kürtlerin silahla arasına mesafe koymamasına bağlıyordu. Yani şiddetin asıl kaynağı ile uğraşmıyor, ona karşı gelişen ikinci güçlerle, muhalefetle uğraşıyor. 1 Mayıs 1977 katliamı ile ilgili de bunu yapıyor. İktidarla, devletle değil, muhalefetle, mağdurla, ezilenle uğraşıyor. Niyeti kendine ait, bu haliyle güçlünün, devletin, 1977 darbeci katliamcıların yanında konumlanmış oluyor.

Zaten son şahidi de Mahir Çayan’lardan günümüze kadar solun başlıca cellatlarından Mehmet Eymür. Bu zat- ı muhterem demiş ki, “Ben Halil Berktay’ın yüzde yüz doğru söylediğine inanıyorum. Halil Berktay sıradan bir adam değil ki . Bu işlerin içinden gelmiş bir adam.... Benim de bildiğim kadarıyla teşkilatın bu olayla hiçbir ilişkisi yok.” (Taraf) Kimse Eymür’e sormadığı halde, 35 yıl öncesinden nasıl aklında kalmışsa “1 Mayıs 1977’de Ankara’da olduğunu” (agg) söylemesi de tuhaf.

Biz 78’liler 1 mayıs 1977 katliamının şüphelilerinden birinin Mehmet Eymür olduğunu ilan etmiş, bu yönlü dosyayı 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne vermeye hazırlanıyorduk.

“Şıracının şahidi bozacı” ... Solun tarihsel katillerinden Mehmet Eymür, kendisiyle ilgili dava açılır da “solcu” Halil Berktay’ı tanıklığa çağırırsa hiç şaşırmayalım.