A-ha da işte tek-er tek-er dökülüyor önüme yine köşecilikten “İllallah!” deme nedenlerim!
Paralı Asker, efendisi için herrr zamanki aç açıkgözlüğü, araya şakacılık/mesafe (“ironi” kelimesini sarf edemeyeceğim) koyma numaraları, “Ben adamı suya götürür /susuz getiririm – Öyle bir dedektörüm ki herkesin façasını böyle indiririm” alamet-i farikasıyla atılmış.
Efendisi dün harbiden zırvalamıştı!
Medyatava adlı site bence densizlik edip “Anne maymunla yavru maymuna bakıp da hislenebilir misin sen Züleyha?” adlı kompozisyonu “Perihan Mağden’e cevap!” olarak manşetleyince de; Butler A. efendisinin gözlerindeki ıstıraba karşı koyamayarak bana dair bu müthiş SUÇLAMAYI kıvraklamak zorunda kaldı anlaşılan.
E, elimiz armut toplamıyor. Kindar bir Gürcü’yüz şunun şurasında. Bu yazıdan sonra da “Vengeance is mine said the Lord” dövmeletecem koluma. (Tanıdığınız dövmeci var mı?) Alayına bunların, cevap vermiyecem. Yeminle.
Bunlar nasıl bir ruhsal gurup halveti içinde balıktırlar, nasıl bir romantizmin /kavuşamamanın pençelerinde kıvranmaktadırlar ki Amsterdam’da, Berlin’de, Mekke’de sürekli göz gözeler! Belki Eküri Ahmet H. da Berlin’de konserdeydi. O. Eğin’in gözlerindeki acının, Efendisi Ertuğrul’un gözlerindeki acıyla çarpılmasını gördü. Benim “korkunç” yazım üstüne bizim büyük çaresizliğimiz oldular!
Dayanamadı, mitralyözü eline aldı “Dadada daaaan!” Vurmuş beni, üstelik dört yüz elli bin satan büyyük gastesinde! Oysa oyunun üstadları bilirler: Bu ne idüğü/dediği belirsiz yazısı üstüne, ya elli bin masum Hürriyet okuru bulup okursa benim yazımı; Beyinin acısı/çiğnenen onurunun gıcırtısı (durduk yerde) elli binle çarpılmayacak mı?
Şimdi (biraz karmakarışık yazısından gidiyorum) “Ferrarisini satan bilge” ayağına yatıyormuşum ikide birde. Ve fakat bu bayat benzetmesini (girin tarayın Hürriyet arşivini, işiniz yoksa) Radikal’i daha önceki terk edip dönüşüm üstüne de yapmıştı!
Stoktan yeme Ahmet Hakan! O maymunun gözlerindeki heyecandan hiç mi nasibini almadın/alamayacaksın?
Bu Paralı Asker, köşesinden birkaç saatliğine ayrılırken ayakkabısını sıkıştıranların piyasasında, çok da iyi bilir benim nerden/nasıl/neden ayrıldığımı. Ama İngilizce’de “once and for all” tabir ediliyor, “Çamura Yatıp Çamur Sıçratmayanlara Para Yok!” piyasasında onun gibi köşe tutmuşsan, sallayıp (üstelik aynı bayatlıkları) karşındakini izahate mecbur bırakıyorsan da; başarılısın.
Aferin Ahmet H.! Bak senin yüzünden tarihimin EN KARANLIK noktalarını tek tek tek açıklayacağım şimdi. Mecbur bıraktın beni ufaklık!
İlk olarak İki Genç Kızın Romanı’nı yazmak için saf ve temiz hislerle bıraktığım Radikal gazetesindeki köşeme, bir yıl sonra (geçimimi temin etmek için de!) geri döndüm.
Sonra ama Bu Takım’ın egemenliğinin giderek artması, siyasi kutuplaşmanın belirginleşmesi, ortalığın “sit com” yaftalanan dallamalıklarla inlemesi gibi nedenlerle Radikal’i ve köşeciliği bünyem kaldıramamaya başladı. Bir yanda da edebiyatçılığın temiz suları, beni kollarına/huzura çağırıyordu. Yine bıraktım. Radikal’i üç yıl sonra.
Birkaç ay sonra (daha katlanılır olacağını ümit ederek) Aktüel’de yazmaya başladım. Orda yazdığım Vicdani Red! yazım üstüne o denli korkunç bir mahkemelenme süreci yaşadım ki; yine Radikal’e döndüm. Haftada dört ya da bir yazmam fark etmiyordu; zira ben habire mahkemeleniyordum!
Ayrıca Meydandaki Ergenekon Çetesi’nin: Sevgi Erenerol’undan, Oktay Yıldırım’ına (hani Ümraniye’deki sarmaşık kaplı evinde Danıştay ve Cumhuriyet’e atılan bomba paketinden kalanların bulunduğu emekli subay) Kemal Kerinçsiz’inden Özgür Bakkallar Vicdani Redde Karşı (misali) Derneği’ne bastığı, beni ve yanımda olmaya gelenleri iki saat mi nedir, mahkeme koridorunda (Sultanahmet Adliyesi) kuşatma altında tuttuğu, “PKK’nın fahişesi”nden “Eroin tüccarı!”na “Denizanası!”ndan şimdi hatırlamadığım “nezih” ve “yerli yerinde” diğer sloganlara boğduğu o şahane mahkemelenme ortamından sonra –
“Yok be!” oldum. “Yiğitliğin onda dokuzunun kaçmak olduğu bu topraklarda kaçmayacaksın. Meydanı onlara bırakmayacaksın. Aynen devam!”
Ve de Doğan Medyası’nın “müstakil sol açığı” Radikal’de yeniden yazmaya başladım.
O dönem sancılı geçti: En azından İsmet Berkan açısından. Ben artık devasız derecede “taraf”tım. Ergenekon İdeolojisinin borazanlığından Merkez Medya’nın Amiral Gemisi olduğunu söyleyen Hürriyet gastesiyle, geminin kaptanı olduğunu söyleyen E. Özkök’ü sorumlu tutuyordum, özellikle.
Giydiriyordum, saydırıyordum, itham ediyordum. Ama “reytingim” iyiydi. Atılmıyordum. Oysa mahkeme yüklerim de ağırdı. Başbakan’a on bin lira da ödemişti benim yüzümden Aydın Doğan; başkalarına da.
Diyelim Hrant Dink’in katillerine methiye düzen şarkıyı yazıp söyleyen Ozan Arif ve İsmail Türüt’e hakaretten üç ayrı hapis cezası verdi bana Beykoz Adliyesi (ndeki yerel mahkeme.) Oysa Sultanahmet’te yargılanan Ozan Arif’le İsmail Türüt “nefret suçlarına” girecek (Avrupa’nın herhangi bir yerinde) o “şarkı”, “ifade özgürlüğü” telakki edildiğinden, beraat ettiler.
Aldığım üç hapis cezası da paraya çevrildi. Takır takır ödedi Aydın Doğan. Yani: maddi ve manevi yüküm çekilmez olmuştu!
A tam böyle açıklamaya çalışırken Doğan Medyası’ndaki konumumu, daha birkaç gün önce o “güzellemenin” söz yazarı Ozan Arif CNN Türk’te Tarafsız Bölge programındaydı.
Bütün yollar Roma! Bütün yollar Roma!
Uzun lafın uzunu: 2009 yılının ocak sonunda köşeme, Amiral Gemisi Kaptanı Özkök’e mütemadi saydırmalarımdan sinirleri tel tel olup/ arada sansürlenmemi harbiden şahsî olarak rica eden İsmet Berkan’a da, kendime de ACIYIP veda ettim.
Yani İKİ KÜSUR yıldır yazmamışım. Bedelli A. Hakan durunamadığımı, “arada sırada” Taraf’tan uzandığımı söylüyor. Ferrari’ye doyamadığımdan.
Neredeyse iki buçuk yılın ardından İKİ yazı yazdım: Birincisi Survivor Taner, ikincisi de “survive etmeye çalışan” Özkök’ün Ahmet Kaya’yla helalleşme girişimi üstüne.
Şimdi “arada sırada” (aklım Ferrari’de ya!) yazmış oluyorum A.H’ya kalırsa. Bunların bütün “mantıkları” çarpıklık-çarpıtmaca üstüne. Bütün dilleri bilinçli bir dolan’a dayalı. “Su içtim” yazsalar, durup düşüneceksiniz “Ne halt etmiş acaba?” diye. O kadar olur yani.
Yurdumuzun son model Demokrasi Tanrıçası (Forever Muhalif) N. Mert’e köşe ihsan edildiğini söyleyerek E. Özkök tarafından, iki taraflı sokmuşum kılıcımı anlaşılan.
Zira Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi döneminde “meşruiyet” krizinden mustarip olan N. Mert “Hayır olamaz! Cumhurbaşkanı O olamaz!” diye yazmaktan pul pul olurken, kendisine cevap vermişliğim var ilaç niyetine. (Hoş, terapi de şart bence.)
Eş dost da söyledi (yoksa dünyada aklıma gelmezdi!) Özkök’e bunca saydıran birinin (BENDENİZ yani) N. Mert’le takışması DA bence kendisine hem sol açık Radikal’de, hem de Özkök’ün Hürriyet’inde yazma imkânını “bahşetti.” (Aydınlatmaya doyamayan bir fener için, ne kadar geniş-letilmiş bir arazi!)
Özkök genellikten “özele” alınınca “Bi o sayfaya bi bu sayfaya savrulacak hatun muyum ben!” gerekçesiyle DE (başka başka benleri de, pardon nedenleri de vardır muhakkak) Power Ranger Mert, üç-beş gün içinde soluğu (o zamanlar Zafer Mutlu tayfasının hoş şimdi de öyle, idaresindeki) Milliyet’te aldı. Bunlara “bir soluk almak” “iki dinlenmek” haram ağbicim. Halkları aydınlatmak, soluksuz bir uğraş! (White Woman’s Burden)
Baksanıza: şimdi yıllardır televizyonda on yüz bin kanalda kafamızı ütülemekten yılmamış/ bezmemiş/ doymamış/ doyamamış “NTV erken yaz tatiline soktu benim ebedî muhalifliğimi, orijinal fikirlerimi!” diye, “ennn solcuların” gastesine demeçliyor. Sevin birbirinizi!
Sana ekran mı yok, tarafsız bölge mi, duble yol mu yok ablacım? Bu sorunun cevabı için de, Hürriyet’in Atıl Hakanının, bambaşka karanlık bulamaçlardan (esasında hiçbirinin) atılmayacağını, umalım.
Yani besbelli N. Mert’ine Özkök’ün “köşe bahşetmesine” de “kana kan intikam!” olan Bedelli Hakan’ın bu müthiş yazısı, sicilimdeki EN KARANLIK dosyanın açılmasıyla kreşendolanıyor!
2000’lerin başında E. Özkök’e telefon açıp en cici kız sesimle “Fareniz sinemalara buyurdu hünkârım!” filan demişim. (“Sosyopatların Şahitliği” sinemalara film adı öneriyorum.)
Özellikle o zamanlar Tavşan Kardeş’likten çıkıp (insanlığa bir türlü ısınamadığından) henüz Türkiye’de gösterilmemiş olan Stuart Little’a geçeceğini duyurmuştu Fuzuli Özkök sitsit köşesinde.
Ben de (kızım o yıllarda altı yaşında filan) bütün çocuk filmlerinin zorunlu takipçisiyim. Gittim gördüm nasıl adi bi yaratık bu Stuart Little! Nasıl ilticacı, tırmanıcı, buldumcuk! Nasıl satıyor fareliğini/ kökenini/ aslını, nasıl yamanıyor o beyaz aileye; anlatamam. “Ulan adam ne biçim özzdeşleşmekte haklı! Aynı Özkök bu fare!” oldum.
Konuyla ilgili (yani S.Little’dan nasıl iğrendiğimle ilgili) bir yazım da mevcuttur. Arayın bulun Radikal’in arşivlerinde.
Kabıma sığamayıp bir saraka/ hakaret/ arkasından gülme vesilesi olur diye gastesinden aradım.
Neşeli Günler’imde böyle münasebetsiz, kendin pişir kendin ye eğlence için sicil yakan davranışlarım olmuştur! Çok da itiraf etmişimdir.
Sekreteri zart diye bağladı, bunla dalgamı geçtim; ama “tersinden anlama” ordinaryüsü olduğu için mesleği ve karakteri gereği, ÂNINDA ertesi gün köşesinden “Perihan Mağden telefonla aradı!” diye (sanki gönendirici bir konuşmaymış) ilan etti. Hoş “Sosyopatların Son Yazı” kitabında okumuşsunuzdur; sosyopatların suratına tükürsen gönenirler! Tecrübesiz davranıp açık vermeyeceksin.
Ben Radikal’de beyine onca saydırırken niye açmadı bu Hürriyet’te köşe ihsan edilmeme kompleksimi? (Bu zırva teorilemenin jelatini bozulmasın diye mi?) Şimdi kendisinin köşe değil, şişe açacak durumu kaldı zira.
SİCİLİMİN EN KARANLIK SAYFASI olan “S. Little telefonumu” neden bunca zaman sümen altı etti? Su üstünde zeytinyağı. Yavuz hırsız, Baskın basanındır biri için bunca yıl nemalandırıp/ daldırıp/ heybeciğinden çıkaracağı bir tek BU zırvalık mı vardı yani, internet zavallılarının yıllardır aleyhime tedavülde tutmaya doyamadıkları?
A. Hakan’a tavsiyem yazımın çıktığı gün A Haber’den Erdoğan Aktaş’a “Bana dair elli tane yazı yazdı, bir tane daha yazsa ne olur” diyen efendisi kadar kalender, “Yıllardır okumuyorum onu; helalleşme yazısını da okumadım” diyen (yine) efendisi kadar hakikatsever olmasıdır!
A, pardon. En az onun kadar hakikatsevmez olan Doğan Medyalaması’nın kiralık atıcılığı da buna kalmış; tahayyül edin! Vay haline! Halinize cümlenizin!
Perihan Mağden/Taraf/ 24.06.2011