26 Kasım 2014 14:04
İHH İnsani Yardım Vakfı, Kürt meselesi ve çözüm süreci ile ilgili gelinen noktaya dair değerlendirme ve tespitlerini içeren, ‘Kürt Meselesi ve Çözüm Süreci’ başlıklı raporunu dün kamuoyuyla paylaştı. İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım, “PKK’nın unsurları orada gayrimenkul alım satımını engellemiştir. Okullarda PKK sempatizanlarının dışındaki bütün çalışmalara yasak konulmuş durumda. Çocuklarını imam-hatip okullarına gönderen aileler tehdit ediliyor. Bu paralel yapının bir an önce bitirilmesi lazım” dedi.
Dernek merkezinde basın toplantısı düzenleyen İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım, raporun 4 bin denek üzerinde saha çalışmasıyla hazırlandığını söyledi.
Satı Kılıçer’in Zaman’daki haberine göre, Yıldırım, PKK’nın artan etkinliğini şu sözlerle anlattı:
“Şu anda bölgede paralel bir devlet kurulmuştur. Vergi alınıyor, güvenlik kontrolleri yapılıyor, bölgede gayrimenkul alım satımları yasak hale gelmiş durumda. İnsanlar korkuyor. Birtakım devlet yetkilileri çıkıp bu doğru değil diyebilir. Yanına polisini, devlet gücünü verirsin, gidersin tapuya orada zoraki olarak alışveriş yaparsın. Ama ne yazık ki PKK’nın unsurları orada gayrimenkul alım satımını engellemiştir. Okullarda PKK sempatizanlarının dışındaki bütün çalışmalara yasak konulmuş durumda. Çocuklarını imam-hatip okullarına gönderen aileler tehdit ediliyor. Bu paralel yapının bir an önce bitirilmesi lazım.”
Bülent Yıldırım, çözüm sürecinin de şeffaf yürütülmesi gerektiğini aktardı. Devletin, yalnızca PKK ve unsurlarıyla görüşmesinden bölge halkının muzdarip olduğunu dile getirdi. PKK’nın söylem farklılıkları olduğunu da vurgulayarak, bölgede bazı kesimlerin silahların susmasını istemediğini, çözüm sürecinin sekteye uğraması için çaba harcadıklarını kaydetti. Yıldırım, “Kürt meselesi yalnızca Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun değil. Bu konu Ortadoğu’yu, Mescid-i Aksa’yı, Suriye’yi ilgilendiriyor. Çünkü İsrail, Mescid-i Aksa’yı yıkabilmek için İslam dünyasının kendi içerisinde uğraşmasını istiyor” diye konuştu.
Diğer partilerin de mutlaka çözüm sürecine dahil edilmesi gerektiğini söyleyen Yıldırım, “Kürt meselesi hükümeti de PKK’yı da aşıyor. Bu bir halk meselesidir. Halk barışın ve çözümün tadına varmıştır. 6-7 Ekim olayları var olan geçici barışın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha halka göstermiştir. Bu nedenle halk asla taviz vermek istememektedir. Halk açıkça bizim başka üçüncü bir göze ihtiyacımız yok diyor. Üçüncü göz halkın kendisidir. O nedenle devlet de, PKK da ne istediğini ortaya koymalıdır” değerlendirmesini yaptı.
Yıldırım, olaylı 6-7 Ekim Kobani eylemlerini ise bölge halkının bir bölümünün ‘devletin bilinçli olarak tırmandırdığı’ başka bir bölümünün de ‘devletin aciz kaldığı’ şeklinde yorumladığını aktardı. Yıldırım, rapordan bazı tespitleri şöyle sıraladı:
“Sadece PKK ile yapılan barış görüşmeleri bütün Kürt halkının tarihine, mevcut durumuna ve kendisine bir yanlışlıktır. Yeni ve eski unsurların harekete geçirilmesi ve masaya muhatap olarak oturtulması gerekmektedir. Çözümden ya da çözümsüzlükten yana olan bütün tarafları bölge halkı çok iyi izlemekte. Çözümü isteyen herkesi başının üzerinde kabul etmekte, çözümsüzlüğü isteyen herkesi, ikili davranan bütün dilleri de reddetmektedir. PKK’nın özellikle tek tipçi yaklaşımını da reddetmektedir.”
İHH Başkanı Bülent Yıldırım, çözüm sürecinde Hizmet Hareketi’ne yönelik ortaya atılan iftiralara da değindi. Yıldırım şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye’de bir hesaplaşma yaşanıyor. Bu hesaplaşma nedir, tırnak içinde ‘Cemaat’ adı altında bir yapı var diyorlar. Şimdi ben her şeyin böyle Cemaat olarak anılmasını doğru bulmuyorum. Bütün suç oraya atılıyor. Oraya giden güvenlik güçleri bölgedeki halkı kullandı, harekete geçirdi, provoke etti. Tamam da geçmişte olduğu gibi, o bölgeye siz bütün art niyetli memurları gönderiyorsunuz. Şimdi madem kendinizde bir iç hesaplaşma var. Niye bu insanları oraya gönderiyorsunuz? Gönderdiğiniz insan eğer bunu yaptıysa tek suçlu onlar değil. Gönderenler de suçludur. Nitekim bunun sonucunda 6-7 Ekim olayları olmuştur.”
Tespitler
1. Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşayan bölge halkı ile temaslarımızda, özellikle geçmişte yaşananlar, çözüm süreci ve çözüm sürecini riske atan son gelişmeler değerlendirildiğinde bölge halkı; “Barışın ve çözümün sahibi ve koruyucusu olacağız, kim barışı ve çözümü savunursa o kazanacak. Biz de bu süreci gözleyen, denetleyen, takip eden ve zorlayan olacağız!” mesajını vererek “üçüncü göz biziz” demiştir.
2. Çözüm süreci Hükümeti, PKK’yı ve diğer herkesi aşmıştır. Süreç halkındır. Halk kendi meselesi olarak gördüğü Kürt meselesi ve etrafında oluşan sorunlar bütününün çözümü konusunda kararlılığını ortaya koymuştur. Bu kararlılığa, barışa, sürece kim nasıl katkı sunarsa halkın ona desteği tamdır.
3. Halk, çözüm sürecinden vazgeçemeyeceğini belki umudu biraz kırılmış ama daha kararlı bir şekilde ortaya koymaktadır. İnsanlar kanın dökülmediği, barışın hâkim olduğu bir hayatı istedikleri için çözüm sürecinden vazgeçmemiştir. Halk, sokaklarında silah sesi değil mutlu bir şekilde koşuşturan çocukların sesini duymak istemektedir. Çocukları için kurdukları hayaller korkulardan uzak, onurlu ve haklarını elde etmiş, kimliğinden taviz vermeden herkesle barışık mutlu bir yaşamdır.
4. Sorun, yılların ihmali sebebiyle bölgede milliyetçi bir söylemi güçlendirip belirli grupları ön plana çıkarmış olsa da, farklı düşünen kesimleriyle birlikte bütün Kürt halkının soruna taraf olduğu unutulmamalıdır. Aynı zamanda farklı etnik ve inanç grupları da bu sorunun tarafıdır. Şiddeti şantaj olarak kullanan kimi grupların tüm Kürt halkının sözcüsüymüş gibi hareket etmesi büyük tabloyu örtemeyeceği gibi, diğer bütün Kürt toplumsal kesimlerinin bunu kabul ettiği anlamına da gelmemektedir. Siyaseten ciddi bir temsil tabanı bulunan PKK ve PKK çizgisinin bütün unsurları, tüm Kürt halkını temsil etmediği gibi, hükümetin de yekvücut sanki tüm Türk kesimini temsil ediyormuş gibi düşünülmesi yanıltıcıdır. PKK çizgisinin ideolojik talepleri ile Kürt halkının farklı kesimlerinin genel ihtiyaçları önemli oranda farklılık gösterebilmektedir.
5. Çözüm süreci son dönemde Türkiye dışında yaşanan bölgesel gelişmelerden bağımsız değerlendirilmeyecek şekilde uluslararası bir boyut kazanmıştır. Bölge ülkelerinin yanı sıra uluslararası güçlerin de sürece (çözümden veya çözümsüzlükten yana politika ve eylemlerle) dahil olduğu gözlemlenmektedir. Kobani’deki çatışmaların/savaşın küresel boyut kazanması bunun bir göstergesidir. Kobani olaylarının, Türkiye’nin çözüme yönelik sürecini baltalamaya yönelik politika ve söylemlere vesile edildiği gözlemlenmektedir. Bölgesel gelişme ve olayların çözüm sürecini etkilemesine müsaade edilmemeli ve adımlar buna göre atılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin Kürt meselesinde çözüme ulaşması bölgede barışı ve Kürt-Türk-Arap etnik çatışma üzerine oynanan tüm oyunları bozacaktır.
6. Ortadoğu’daki genel çatışma ve huzursuzluğun farklı aktörlerden kaynaklandığı düşünülse de sorun aslında tek orijinlidir. Dolayısıyla Kürt meselesi, Mescid-i Aksa olayları, Suriye meselesi, Irak’ın istikrarsızlığı ve Kobani olayları tamamıyla birbiriyle ilintilidir. Emperyalizm ve Siyonizm’in aktörlerinin bu meselenin çıkışı ve çözümsüzlüğüne yönelik rolü bilinen bir gerçektir. Küresel güçlerin bölgesel hegemonyasına, bölge halkının kanı üzerinden kurulan oyunlara dikkat çekmek gerekir. Ancak mazlum Kürt halkının; ABD, İsrail ve işbirlikçilerinin oyunlarına karşı kendi kardeşlerinin, bölge halkının ve adaletin yanında yer alacağı, tarihî bir sürecin içinde olacağı görülecektir.
7. Çözüm sürecinin devamı esastır. Ancak süreç yeteri kadar anlaşılamamış ve ehemmiyeti yeterince anlatılamamıştır. Bölge halkının ve Türkiye halkının tamamını etkileyecek bu süreçle barışın getireceği ortam, herkesin her türlü kazançlı olacağı, insan hayatının güven içerisinde olacağı, Kürt kimliği ile ilgili haksızlıkların ortadan kalkacağı, kardeşliğin pekişeceği, dış güçlerin oyunlarının bozulacağı, mutluluk, umut ve refahın artacağı, her konuda yaşam kalitesinin yükseleceği ve benzeri olası kazanımların neler olabileceği ve kimleri nasıl etkileyeceği konularında yeterli bilgilendirme ve bilinçlendirme yapılamamıştır. Çözüm süreci olumlu yönde devam ettirilmezse Türk-Kürt-Arap kardeşliği zedelenecektir.
8. PKK, tek tipçi anlayış ve yaklaşımı ile daha önce alan hâkimiyeti adına kendisine muhalif olan grupları nasıl susturmuşsa/bitirmiş ise 6-7 Ekim olaylarında da aynı şekilde davranarak kendi dışında hiçbir yapılanmaya tahammül edemediğini ortaya koymuştur. Ayrıca muhaliflerini itibarsızlaştırma ve hedef gösterme çabaları içerisine girmiştir.
9. Yukarıda da ifade edildiği gibi, çözüm süreci dolayısıyla bölgede asayişi ve güvenliği sağlayacak bir otorite boşluğu oluşmuştur. Oysa ki herhangi bir şiddet olayına meydan vermemek için gerekli tedbirlerin elden bırakılmaması barış sürecinin sürdürülebilmesi açısından önem arz etmektedir. Bölgede oluşan otorite boşluğunu PKK/KCK adeta bir devlet gibi yapılanarak doldurmuştur. Bölgede paralel yönetim, paralel yargı, paralel güvenlik mekanizmaları oluşturulmuştur. Ayrıca yol kesmeler, kimlik kontrolleri, vergi salması vb. uygulamalar içine girilmiştir.
10. Kürt halkı çözüm sürecine inanmıştır. Silahlı mücadeleden vazgeçilmesi konusunda PKK’ya da mesajını iletmiştir. Özellikle annelerden gelen bu mesaj dikkat çekicidir; hem küçük çocukları dağa giden/götürülen anneler hem de küçük yaşta çocukları hapishanelerde tutulan anneler seslerini yükseltmiş ancak Türkiye genelinde bu sese yeterince karşılık verilmemiştir.
11. 6-7 Ekim olayları sonrasında halk şunu sorgulamıştır: Amaç mücadele mi yoksa mücadeleye konu edilen hedeflere ulaşmak mıdır? Mücadelenin kendisinden siyasi, sosyal, ekonomik çeşitli şekillerde menfaat elde edenlere karşı halk, problemlerin çözümü ile huzurlu bir hayatı bu hesap ve menfaatlere kurban etmeyeceğini dillendirmektedir.
12. Bölgede ortaya çıkan önemli bir durum da örgütlülüğü güçlü İslami STK’lara ve Müslüman kimliğine yönelik saldırıların artmasıdır. Bu saldırıların bir sonraki aşamasının yaygın sistematik bir sindirme politikasına dönüştüğü ve “ya kendilerine katılım ya da bölgeyi terk etmeleri” konusunda zorlamaya tabi tutuldukları görülmektedir. Nihayetinde bölgeden İslami yapılanmalar uzaklaştırılarak PKK/KCK’nın bölgede alan hâkimiyeti sağlamaya çalıştığı bilinmektedir. Bu bağlamda bölgede mütedeyyin kimliğiyle tanınan kişilerin göçe zorlanması söz konusudur. Bu konuya ilişkin tedbir ve önlemlerinin geliştirilmesi elzemdir. Ayrıca bölgedeki varlıklı ailelerin güvenlik gerekçesiyle aynı şekilde bölgeyi terk ettiği de gözlemlenmektedir. İmam hatip liselerini tercih eden çocuk ve gençlere yönelik PKK unsurlarının planlı aşağılama ve dışlama tavrını örgütlemesi de bir diğer tespittir. Bunlara ilişkin tedbirler de alınmalıdır.
13. Hangi partiden olursa olsun başta bölge milletvekilleri olmak üzere siyasi parti yönetici ve temsilcilerinin, devlet kadrolarının çözümün parçası olmakta, halkın barış talebinin ve sürecin takipçisi olmakta yeterince aktif ve belirleyici aktör olmadığı gözlenmektedir.
14. Bugün Ortadoğu’da İslam’ın ve Müslüman aktörlerin, çeşitli oyun ve politikalarla saf dışı bırakılmaya çalışıldığı ya da kötü örneklikler oluşturularak toplumdan soğutulmaya çalışıldığı genel bir kampanya yürütülmektedir. Oysa bu toprakların binlerce yıllık İslami mirası, bugünkü sorunların çözümünde de temel rolü oynayacaktır. Tüm hukuki ve siyasi adımlarla birlikte İslam kardeşliği yeni dönemin temel harcı olacaktır. Bu çerçevede bölgede ideolojik ve manevi dejenerasyonun önüne geçilmesi, problemlerin çözümüne olumlu katkı sağlayacaktır. Bizler, İslami kavram ve değerlerinin egemen güçler tarafından politik bir araç olarak kullanılmasının değil gerçek anlamda altyapısı oluşturularak hayata geçirilmesinin çözümü kolaylaştıracağını düşünüyoruz. Zira inanıyoruz ki kavimler ve diller, üstünlük veya aşağılanma sebebi değil, birbirimizi tanımak için yaratılmış ayetlerdir.
Öneriler
1. Her ne konuda olursa olsun taraflar arasındaki hiçbir anlaşmazlık, müzakere sürecini etkilememeli, süreç mutlak surette devam ettirilmeli, masa terk edilmemelidir. Bu bağlamda silahların kullanılmasına fırsat verilmemelidir.
2. Sorun, ülkedeki tüm kesimler için travmaya dönüşmüştür. Psikolojik ayrışmayı derinleştiren bu durumun ortadan kaldırılması adına devlet, kısıtlanan, engellenen ve gasp edilen bütün hakları iade etmelidir. Hakların verilmesi, silahların bırakılması sürecine bağlanmamalıdır. Haklar ve özgürlüklere dair düzenlemeler derhal gerçekleştirilmelidir. Silahların bırakılması süreci PKK ile devlet arasındaki bir süreçtir. Haklar ve özgürlükler konusu ise devletin vatandaşına karşı yükümlülüğüdür.
3. Çözüm sürecinde devletin muhatap taraf olarak sadece PKK'yı ya da Öcalan’ı muhatap alması, sürecin zaman zaman çok ciddi sıkıntıya girmesine sebep olmaktadır. Hem çözüm için hem kalıcı bir barışın inşası için bölgedeki tüm gruplar/unsurlar sürece dahil edilmelidir.
4. Siyasi aktörler, Kürt meselesine ve çözüm sürecine dair söylemlerini hassasiyetle belirlemeli; toplumda öfke, umutsuzluk, acı hissettirecek ifadelerden kaçınmalıdır. Bu tarz ifadelerin bilinçli olarak manipülasyon ve dezenformasyon konusu olması ise Kürt meselesinin çözümünü istemeyen tüm yapılar için önemli fırsatlar oluşturmaktadır.
5. Süreç mutlak olarak devam etmelidir. Taraflar, kamuoyu önünde/hakemliğinde çözüm sürecini sürdürmelidir. Ayrıca çözüm süreci takvimi taraflarca belirlenmeli ve halka duyurulmalıdır. Adım adım ne yapılacağı, nasıl yapılacağı, ne istendiği belirtilmeli, üçüncü göz olarak halkın süreci takibi sağlanmalıdır. Böylelikle tarafların hem birbirlerini hem de halkı yanlış yönlendirmelerinin önüne geçilmiş olunacaktır. Hükümet, çözüm sürecine dair atacağı bütün adımları, planlarını net bir şekilde ortaya koymalıdır. Bölge halkının, temel sorunları ve talepleri ile ilgili her türlü gelişmeyi ve planı açıkça öğrenmesi en doğal hakkıdır. Öte yandan çözüm sürecinde bölge halkının talepleri ve sürecin detayları ile ilgili tüm aktörlerin düşünce ve önerilerini halka açık ve net olarak ifade etmesi gerekmektedir.
6. Öcalan’dan gelen mesajların ikinci ve üçüncü kanallardan aktarılmasının/iletilmesinin önüne geçilmelidir. Barışı ve çözümü savunduğu sürece Öcalan’ın tabanına doğrudan seslenebileceği, iletişime geçebileceği kanallar açılmalıdır. Özellikle üçüncü kuşak kabul edilen gençlerin çözüm ve barışa dair her adım ve çağrıyı İmralı’dan aracısız duyması sağlanmalıdır.
7. 6-7 Ekim olaylarında ortaya çıkan otorite boşluğunun sebepleri çok farklı şekillerde yorumlansa da sonuç olarak canlarını kaybedenlerin de, her türlü mağduriyet yaşayanların da sorumluluğu devlettedir. Hangi gerekçe ile olursa olsun suç işlenmesine müsaade edilmemeli, etkili bir soruşturma yapılmalı ve suçlular cezalandırılmalıdır.
8. Taraflar süreç yönetiminde çözüm iradesinin kendisini yani süreci esir etmemeli, tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanan bir dilden uzak durmalıdır.
9. Bölgedeki tüm grup ve aktörler, STK’lar, sesi yükselmeyen ya da duyulmayan tüm gruplar, ivedilikle güçlü bir monoblok oluşturmalıdır. Bu blok temel hakların ve özgürlüklerin sağlanmasını hukuki çerçevede talep ve takip etmelidir. Hangi taraftan gelirse gelsin, her türlü baskıya güçlü bir sesle karşı durulmalıdır. PKK dışındaki tüm kesimler de bir şekilde kendi seslerini bütün taraflara duyurmayı başarmalıdır. Devlet, tüm yapıları ve kurumları ile, bölgede barışın kalıcılığı adına yapılması ve atılması gereken adımlarla ilgili bölgeden yükselen taleplere mutlaka kulak vermelidir. Bölge halkının değerlendirme ve önerileri göz ardı edilmemelidir.
10. Bölgedeki çözüm sürecinin devamı ve sürdürülebilirliği adına, toplumun inanç noktasındaki etkin önderleri, meleler, çeşitli etkinliklerle halkı aydınlatmalı, inisiyatif almalıdırlar. Sivil bir inisiyatif oluşturarak özellikle gençler bilinçlendirilmelidir. Öfke, şiddet, nefret, ayrıştırıcı dil+söylem ve eylem yerine barış, kardeşlik, adalet, hak, sevgi üzerine bir dil ile toplumun yeni barışçı dinamikleri sağlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, “Çözüm Süreci” adıyla başlayan yeni dönem, “Kürt sorununa çözüm” etiketi ile sunulamayacak kadar derinlikli değişim ve dönüşümleri gerektirmektedir. Bu uzun ve zahmetli sürecin inşası ve kalıcılığı gençlerle sağlanacaktır.
11. Bu sorun tek başına hükümetin değil, yasama, yargı ve devletin tüm mekanizmalarının olduğu gibi bütün siyasi partilerin, STK’ların, üniversite, medrese, medya, cemaat, aydın ve tüm kanaat önderlerinin meselesidir. Diğer siyasi partilerin milliyetçi ve mezhebî bir bakış açısıyla değil tüm Türkiye halkının kazanımı hesabıyla hareket etmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin diğer bölgelerinde nasıl çok ciddi oranda Kürt nüfus yaşıyorsa Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde de Türk, Çerkes, Arap vd. farklı etnik gruplar yaşamaktadır. Öte yandan Türkiye’nin mezhebî yapısı da süreci etkileyecek önemli bir husustur. Bölgedeki Alevi nüfus ve PKK içerisindeki Alevi yapı ve etkinliği göz önünde bulundurulduğunda çözüm süreci, Alevilerle ilgili mezhep kaynaklı ayrıştırma ve ötekileştirme sorunlarının çözümüne de katkı sağlayacaktır.
12. Önceki hükümetlerle karşılaştırılamayacak ölçüde çözüm taraftarı olan ve çözüme yaklaşan mevcut Hükümet, her kimlikteki tüm vatandaşların talebi olan anayasal ve yasal olarak gerçekleştirilmesi ya da çıkarılması gereken bütün düzenlemeleri ivedilikle yapmalıdır.
13. Çözüm süreci ve bölgesel olaylarla alakalı olarak sadece ulusal basın ve ulusal kamuoyu değil, uluslararası kamuoyu da bilgilendirilmeli, bölgeye gerçekçi bir perspektifle bakışları sağlanmalıdır. Böylelikle uluslararası kamuoyunun yanlış, eksik ve tek yönlü/taraflı bilgilendirilmesinin önüne geçilmiş olunacak ve bu konudaki sakıncalar giderilerek eksik ve yanlış algı da engellenmiş olacaktır.
14. Çözüme hareket noktası kazandıracak temel unsur; tüm yukarıdaki boyutların göz önünde bulundurulacağı, sorunun hukuki, ekonomik ve siyasi yönlerini önceleyen bir yaklaşımın benimsemesidir. Bunun için de Türkiye’de tek tipçi anlayışın ürünü olan ve sadece Kürt halkının değil Türkiye’deki tüm kesimlerin aynı şekilde mağdur olduğu başta darbe ürünü Anayasa olmak üzere bir dizi hukukî ve idarî yapının değişmesi zorunluluk arz etmektedir. Resmî ideolojinin mağdurları kadar geniş diğer bir kitle de, PKK tehditleriyle sindirilmiş ya da bıktırılmış halk kesimleridir. Bu kesimlerin kendilerini özgür ve güvende hissetmeleri de sürecin başarısında öncelik taşımaktadır.
15. Vatandaşlığın tanımının yeniden yapıldığı, yerel yönetimlerin alabildiğine güçlendirildiği, geleceğe yönelik iç barışı garanti altına alacak yeni bir sivil anayasa hazırlanmalıdır. Baskı, işkence, hukuk ihlalleri ve faili meçhullerin aydınlatılması konusunda hukuki ve siyasi “helalleşme” süreci sağlanmalıdır.
16. Cumhuriyet tarihi boyunca başlangıçtan bugüne halka yönelik işlenmiş hukuksuz ve zalimane tüm uygulamaların telafisi amacıyla çalışmalar başlatılmalı, lütuf mantığı ile değil zedelenen onurun onarılması amacıyla sistemin etnik temele dayalı kurucu paradigması, hak ve adalet ekseninde yeniden düzenlenmelidir.
17. Mahkemelerde ve yerel yönetimlerde kullanılmaya başlanan Kürtçe, bölge halkının beklentilerine uygun olarak farklı alanlarda da görünür kılınmalı, Kürtçenin kamusal kullanımı meşrulaştırılmalıdır.
18. Ana dilde eğitim imkânı mevzuat olarak düzenlenmeli ve uygulamaya konulmalıdır. İHH olarak nasıl “Doğu Türkistanlıların hak ve özgürlüklerini savunuyor ve bununla ilgili olarak Çin yönetimine Doğu Türkistanlıların dilini resmî olarak kabul etmek zorundasınız ve okullarında eğitim yapabilmelerine müsaade etmek zorundasınız” diye taleplerimizi bildiriyor ve bu konuda sivil baskı oluşturmaya çalışıyorsak aynı şekilde bu tavrı Kürtçe için de savunuyoruz.
19. İslami temelde bütün etnik gruplar arasında kardeşlik ve iş birliği ruhu güçlendirilmeli, gönüllü ve eşit ortaklı birlik ve beraberliğin bölünme ve parçalanmadan daha yararlı ve hayırlı olduğu fikri anlatılmalı; bu bir eğitim politikası olarak öğretilmelidir. Bu yönde medreselerin durumu iyileştirilerek yasal statüleri güvence altına alınmalı tekke ve zaviyeler kanunu kaldırılmalıdır.
20. Bölgede faaliyet gösteren tüm İslami STK ve gruplar mazlumların yanında yer almalı, bu konuda inisiyatif kullanmalıdır. Zulüm kimden gelirse gelsin kime karşı yapılırsa yapılsın karşı durulmalıdır. Bu bağlamda Hüda Par’ın kurumsal mekânlarına veya müntesiplerine yönelik gerçekleştirilen saldırılar asla kabul edilemez.
21. Süreci çözecek politika, adalet ve kardeşlik hukuku üzerine inşa edilmelidir. Sürecin olumlu bir şekilde yürütülmesi için tüm imkân ve olanaklar kullanılmalıdır. Manevi bir ruha sahip olmak ve gençleri bu ruh ile yetiştirmek gerekir. Bu saatten sonra çatışmalarda ölen her insan için herkes kendisini sorumlu hissetmelidir. Bu nedenle bütün siyasilerin politik beklenti ve hesaplardan öte insan hayatını önceleyen bir sorumlukla hareket etmesi gerekmektedir.
22. İnsana, Allah’ın verdiği tüm hak ve özgürlükler koşulsuz olarak sağlanmalıdır. Sorunların çözümünde katılımcı taraflar kim olursa olsun İslami, dolayısıyla insani, adil ve özgür bir yaklaşım sergilenmelidir.
23. Başkanlık sistemi veya diğer tüm öneriler çözüme katkı sağladığı ve kalıcı barışı sağlayabileceği düşünülen bütün siyasi ve idari alternatif modeller tartışılabilmelidir.
24. Sorunların çözümünde, karşılıklı gerilim yerine pozitif dil kullanımı, sabır ve ödüllendirme mekanizmaları hayata geçirilmelidir. Bu noktada ikna edici bir dil benimsenmelidir.
25. Bizler inanıyoruz ki, kim bu meselenin çözümüne katkıda bulunur ve bölgede akan kanı durdurup bir insanın hayatını kurtarırsa bütün insanlığın takdirini ve Allah’ın sevgisini kazanacaktır. Öte yandan bu süreci baltalamaya yönelik çalışma içerisinde olacak herkes de tarih önünde, toplum nezdinde ve Allah katında hesap verecektir. İHH olarak kuruluşumuzdan bu yana Türk ve Kürt ittifakının Ortadoğu’daki bütün oyunları bozacağına inanarak bölgemizde kan ve gözyaşını durduracak her türlü olumlu çabanın içerisinde yer almaktan onur duyduk. Tıpkı Kürt ve Türk halkının bakışına yansıdığı gibi, İHH olarak biz de adaletin, barışın, çözümün sahibi ve takipçisiyiz.
© Tüm hakları saklıdır.