Gündem

İdris Baluken: Oy hakkı, söz hakkı gasp edilmiş bir parti olarak en güçlü şekilde 'hayır' demek bizim hakkımız

"Sandığa atılacak her oy, kentleri yakıp yıkan uygulamaların oylaması olacak"

07 Şubat 2017 15:57

Hakkındaki soruşturmalar nedeniyle 4 Kasım’da tutuklanan HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, yaklaşık 3 ay aradan sonra grup toplantısında partililere seslendi. Baluken, nisan ayında yapılacağı tahmin edilen anayasa değişikliğine ilişkin referandum oylamasına ilişkin olarak, "Oy hakkı, söz hakkı gasp edilmiş bir parti olarak bu pakete en güçlü şekilde HAYIR demek bizim hakkımızdır" dedi. "Sandığa atılacak her oy, sokağa çıkma yasaklarını, ablukaları oylama olacak. Kentleri yakıp yıkan uygulamaların oylaması olacak" diyen Baluken, "HDP’yi linç etmeye çalışan medyaya soruyorum; Hakkımızdaki suçlamalarla ilgili tek bir gerçek kırıntısını topluma anlattınız mı?" diye sordu. Baluken, "80 milyona sesleniyorum: Size dayatılan algı yönetimine inanmayın. Biz Meclis’te ne demişsek, sokakta da onu söyledik" diye konuştu.

Baluken'in konuşması şöyle:

Uzun ve zorlu bir ayrılıktan sonra, her birinizi ayrı ayrı selamlayarak toplantımıza başlıyorum. Son derece zorlu bir süreçten geçiyoruz. Benim açımdan da bu konuşmayı yapmak, uzun bir tecrit konseptinden sonra burada olmak farklı duyguları uyandırıyor. Zorlu ama onurlu bir ayrılık dönemi yaşadık. Buraya gelirken en büyük temennimiz, bu kürsüde konuşması gerekenlerin konuştuğu bir grup toplantısının parçası olmaktı. Bugün burada benim değil, Edirne Cezaevi’nde rehin tutulan Selahattin Demirtaş’ın, Kandıra Cezaevi’nde rehin tutulan Figen Yüksekdağ’ın yapması gerekiyordu. Onların rehin alınmasından sonra Meclis grup toplantısı konuşmalarını yapan Parti Sözcümüz Ayhan Bilgen’in yapması gerekiyordu.

3 aydır F tipinde tutulan, daha doğrusu tipsiz bir cezaevinden çıkan birinin, bir milletvekilinin bu coşkulu kalabalık karşısında büyük bir coşkuya, bu mutluluğa katılması gerekirdi. Ama henüz Kandıra Cezaevi’nden adımımı dışarıya attığım ilk anda, Ayhan Bilgen ve Meral Danış Beştaş’ın tutuklandıkları haberi geldi. Ne yazık ki bir buruklukla karşınızdayız. 

Mevcut durum olağanlaşmış, kanıksanmış gibi. Oysa ki, cumhuriyet tarihinin en anormal durumuyla karşı karşıyayız. Meclis çatısı altında bulunması gerekenler cezaevi çatısı altında. 6 milyon insanın iradesini yansıtan milletvekillerinin Meclis yerine cezaevinde ve tecrit koşullarında olduğu günlerden geçiyoruz. Demirtaş’ın, Yüksekdağ’ın cezaevinde herhangi bir işi yok. Ayhan Bilgen’in cezaevinde işi yok.  Onlar halkımız tarafından bu Meclis’te temel sorunlara çözüm getirmek üzere halk tarafından görevlendirilmiş arkadaşlarımız. Onlar bugün Meclis’te değil de cezaevinde tecrit koşularında bulunuyorsa, sizlere hitap eden ben henüz daha 5 - 6 gün önce biten 3 aylık bir tecridi yaşamışsam, bu konu tartışılmalı. Bir ülkede Meclis çatısı ile cezaevi çatısı arasındaki sınır silinmişse, o ülkede demokrasi  açısından geri dönülemez bir sorunun alarm zilleri çalıyor demektir.

4 Kasım akşamı ortaya çıkan tabloyu gördünüz. Bu Meclis’in bir üyesi olarak, o gece gözaltına alınan bütün arkadaşlarımızla birlikte bize pikaplar, rotası belirsiz helikopterler reva görüldü. Bizleri adeta kaçıracak şekilde, kar maskeleriyle, ellerinde silahlar olan güvenlik güçleri bize reva görüldü. Bu tablonun kendisi bile, yaşadığımız hukuksuzluğun ne anlama geldiğini gösteriyor. Gideceğimiz tecrit koğuşları bile önceden hazırlanmıştı. Bekletildiğimiz nezaret koğuşlarını yanında IŞİD üyeleri vardı. Cezaevinde tutulacağımız koğuşların önceden hazırlanmış olması bile durumu gösteriyor.

5 ilde aynı düğmeye basılmış gibi operasyon başladı. Tamamen farklı dosyalarda, aynı anda farklı şehirlerde savcıları aynı anda harekete geçirecek bir mekanizma Türkiye yargı sisteminde yoktur. Bütün gününü Meclis’te geçiren, sürekli kamuoyunu gözü önünde olan milletvekillerinin evlerine gece yarısı baskınlarıyla operasyonu yürütecek bir yargı mekanizması, Türkiye yargı siteminde yoktur. Bütün mahkemelerde sordum, böyle bir mekanizma var da biz mi bilmiyoruz? Cevabını alamadım. Bunun cevabını biz biliyoruz. Aynı anda bir partinin eş başkanlarının, milletvekillerinin bu şekilde tarihi bir garabetle karşı karşıya bırakılması, tamamen siyasi saiklerle gerçekleşti. Hukuk siyasi amaçlar nedeniyle, uzun süredir yapıldığı gibi, 4 Kasım gecesi de araçsallaştırıldı.

4 Kasım gecesi sadece yargı kurumları üzerinden gelişmedi bu süreç. Aynı anda, HDP’yi lince tabi tutan bir siyasi ve toplumsal kampanyanın da startı verildi. Bizler gözaltına alınır, tutuklanırken, yaygın medyada “HDP’ye terör operasyonları” manşetleri atılıyordu. Evet, ortada bir terör vardı doğru ama o terör HDP’den kaynaklı değildi, HDP’yi linç etmeyi hedef alan pespayelik terörünün ta kendisiydi.

Ben bütün o süreçte HDP’yi bu şekilde hedefleştiren, HDP’yi linç etmeye çalışan başta medya olmak üzere tüm çevrelere sormak istiyorum; siz attığınız o manşetlerin gerisini takip ettiniz mi? O linç sürecinin gerisini takip ettiniz mi? Hakkımızda hazırlanmış suçlamalarla, iddianamelerle ilgili tek bir gerçeği çıkıp 80 milyona aktardınız mı? Tek bir gerçek kırıntısını Türkiye toplumuna anlattınız mı? Herhangi bir arkadaşımızın tek bir illegal örgütle, tek bir şiddet yapılanmasıyla bağlantısı o iddianamelerde yer aldı mı? Hayır. Çünkü o iddianamelerin  tamamı, yaptığımız konuşmalardır.

Selahattin Demirtaş’ın bu kürsüden yaptığı bütün konuşmalar o iddianamelerde suç olarak gösteriliyor. Figen Yüksekdağ’ın yaptığı bütün siyasi çalışmalar o iddianamelere konu edilmiş. Herhangi bir siyasi yapılanmayla herhangi bir şiddet yapılanmasıyla ilişkilendirebilecek tek bir cümle yer almıyor. 80 milyona sesleniyorum: Lütfen size dayatılmaya çalışılan algı yönetimine inanmayın. Biz Meclis’te ne demişsek, sokakta da onu söylemişiz. Sembol bazı örnekler veriyorum ki bütün Türkiye toplumu gerçeği görsün. Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş ile ilgili iddianame, o tutuklandıktan 90 gün sonra hazırlandı. Yani Selahattin Demirtaş tutuklanırken ortada bir iddianame bile yoktu. Aynı durum Figen Yüksekdağ için de geçerli. 

Anayasa Mahkemesi’nden geçen 3 aylık sürece rağmen henüz bir karar çıkmış değil. Bu 3 aylık süreçte neden Anayasa Mahkemesi gündemine alınmadı bu konu? Hukukun ya da siyasetin güç getiremediği noktada Anayasa Mahkemesi tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Anayasa Mahkemesinin bu sorumluluktan kaçmaması gerekmektedir. Bir an önce tüm Türkiye toplumunu rahatlatacak bir kararı kamuoyuna sunması gerektiğini düşünüyoruz.  Aksi takdirde hukuk devletinin bütün normları tükenmiş olur. Anayasa Mahkemesinin benzer kararları var, Balbay kararı var. O emsal kararların da dikkate alınarak bir an önce tutuklanmış olan arkadaşlarımızla ilgili sürecin gündemine alınması gerekiyor.  

Bu koşullarda yapılacak referandumun meşruiyeti tartışılır. Dünyanın neresinde görülmüş siyasi partinin iki eşbaşkanı, grup başkanvekili, binlerce il ilçe eşbaşkanı, belediye eşbaşkanları tutuklu olacak, belediyelerine kayyum atanmış olacak. Ondan sonra da referandumla ilgili süreç yürütülüp adil ve demokratik ortamda seçim yaptık denilecek. 

Evet biz adil ve eşit koşulların sağlanmasını istiyoruz. Bunun için en hızlı şekilde, bu tablonun devreden çıkarılması gerekiyor. Siyasetçilerin siyasi çalışmalarının başına dönmesi gerekiyor. Tutuklu gazetecilerin, kapatılan kurumların, KHK’lerle devreye konan sürecin tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Evet kampanyasını yürütenlerin de hayır kampanyasını yürütenlerin de aynı koşullara sahip olması gerekiyor. 

Binali Yıldırım, Devlet Bahçeli, Kemal Kılıçdaroğlu, Recep Tayyip Erdoğan nasıl referandumda siyasi çalışmalarını yürüteceklerse, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da kendi partilerinin referandum çalışmalarının başında olması gerekiyor. AKP, MHP’nin vekilleri nasıl ev eve, sokak sokak çalışma yürütüyorsa HDP milletvekilleri için de aynı ortamın yaratılması gerekiyor. 

Hükümete yakın kalemler nasıl özgürce yazabiliyorsa İnan Kızılkaya’nın, Ahmet Şık’ın da aynı koşullarda fikirlerini yazmalarının sağlanması gerekiyor. TRT başta olmak üzere diğer tüm yayın organlarında eşit şekilde söz, propaganda hakkının tanınması gerekiyor. Sorun sandıktan evet ya da hayır çıkarmak değildir, Sorun, önce meşruiyet tartışmasını yaratan durumun ortadan kaldırılmasını sağlamaktır. 

Anayasa değişiklik teklifi meşru değil. Diyarbakır milletvekili olarak ismim TBMM Genel Kurulunda okunduğunda ben oy kullanamadım. Yasama hakkım gasp edildi. Bir partinin eşbaşkanları konuşma yapamadılar, oy kullanamadılar. Bu anayasa değişiklik paketinin meşru olduğunu söyleyebilir misiniz? Şimdi de referandumun meşruiyetiyle ilgili çözümsüzlükte ısrar devam ediyor. 

Bakın, HDP açısından bu kadar ağır koşulların olduğu bir ortamda HDP’nin tavrıyla ilgili suyu bulandırmaya çalışan yaklaşımları ibretle takip ediyoruz. Bizim oy ve söz hakkımız gasp edilen bir paketle ilgili tutumumuz bulanıklaştırılmaya çalışılıyor. Oy hakkı, söz hakkı gasp edilmiş, ilk andan itibaren sürecin dışına atılmış bir partinin mensupları olarak bu pakete en güçlü şekilde ‘hayır’ demek bizim hakkımızdır, bizim.

Halkımız referandumdaki oylamanın ne anlama geldiğini çok iyi biliyor, kimse merak etmesin. Sandığa atılacak her bir oy, sokağa çıkma yasaklarını, ablukaları oylama olacak. Kentleri yakıp yıkan uygulamaların oylaması olacak. Tutuklu bulunan milletvekillerinin, iradesine el konulan yerel yönetimlerin durumunun oylaması olacak. 

Böylesi bir ortamda HDP seçmeninin tavırsız kalmasını kim bekleyebilir! HDP seçmeni böylesi bir ortamda tavrını ortaya koymayacak da ne zaman koyacak.

Ekran ekran dolaşıp HDP’yi linç etmek isteyen aynı yüzlere halkımız cevabını verecektir. Onlar cepleri doldurularak HDP’yi karalamak için o ekran senin o ekran benim gezebilirler. Ekran ekran gezip “HDP baraj altında kaldı” diyebilir. Ancak biz, kendi gücümüzü çok iyi biliyoruz. Tarih boyunca direnenler nasıl kazandıysa, HDP de bugün aynı şeklide büyüyor, kazanmaya kilitleniyor.

Referandum sürecinde bizimle en aykırı düşünen insanlarla ortak hedef doğrultusunda en küçük bir rahatsızlığa sahip değiliz. Biz, ortak vatan felsefesiyle, bize en aykırı düşünen insanlarla da kardeşçe yaşamak istiyoruz. Tavrımızla ilgili farklı bir noktaya çekmek isteyenler, kardeşlik duvarına çarpmaya mahkumdurlar. Bu topraklarda yaşayan bir tek insana karşı bile en küçük bir kine sahip olmadık, olmayacağız. Bize en aykırı olan fikrin, kendini ifade etmesini hep savunduk. Ama bugün bakıyoruz, referandum çalışması yürütenler, bu farklılıkları bir ayrılık üzerinden ele alarak, toplumsal kesimleri kutuplaştıracak kampanyaların startını vermiş durumda. HDP’yi itibarsızlaştırarak referandumda sonuç almak istiyorlar? Sormak istiyoruz; siz referandumda HDP’nin programını mı oylamaya sunacaksınız? O 18 maddede HDP’nin programı mı var? Türkiye  toplumunu kandırmayın. Siz, sandığa götürdüğünüz o 18 maddeyle ilgili neden bir tek cümleyi çıkıp anlatamıyorsunuz, onun hesabını verin topluma.

Bakın HDP’ye terörist diyenler cepheyi genişlettiler, hayır oyu kullanacakları hedefe koydular. Hayır oyu verecekleri terörist ilan ettiler. Nedir bu telaşınız? Toplumu seçime mi, savaşa mı götürüyorsunuz? Böyle bir sorumsuzluk olabilir mi? Bunların bu söyledikleri, yarın yapacaklarının güvencesi. Toplumu evet oyu verenler ve hayır oyu verenler diye değil, terörist olanlar ve olmayanlar diye ayıranlar, yarın onayı alırlarsa ülkeyi ne hale getirecekler, tablo ortaya çıkıyor. Sonuç ne olursa olsun, toplumsal barışa ihtiyacımız var. Evet oyu vereceklerin de, hayır oyu vereceklerin de birbirlerinin yüzüne bakacakları bir geleceği örmeye hepimizin ihtiyacı var.

Ahmet Türk, tahliye edildikten sonra umudu artıracak birkaç mesajı kamuoyuyla paylaştı. Beklerdik ki herkes bu mesaja katkı sunsun. Ama daha ilk günden Ahmet Türk’ün açıklamasına cevap verenler “Barış için çok geç” diyorlar. “Barış için geç kaldınız” diyorlar. Ahmet Türk gibi bir siyasetçiyi bile barışa ihanet edecek noktada tanımlıyorlar. Ahmet Türk’ü bütün Türkiye toplumu tanıyor. Ahmet Türk’ün kalbinin barış için nasıl çarptığını çok iyi biliyor. Onun barış mücadelesini sorgulamaya kimsenin hakkı da haddi de yoktur. Barış için geç olduğunu düşünmüyoruz. İnsanlık tarihinde de barış için geç oldu diyen siyasetçiye rastlayamazsınız. Tam tersine, kutuplaşmanın arttığı dönemlerde barışın en yoğun şekilde dillendirildiğini görürsünüz. Nerede bir savaş, çatışma varsa tam da o an barışın gündemleşmesi gerekir. O anlarda insanlar barış için çok geç deselerdi hiçbir savaş bitmezdi, insanlık biterdi. Biz bu ülkede insanlığımızı, insanlarımızız, gençlerimizin analarımızın bitmesini istemiyoruz. Barış için geç değildir. Barışın tam zamanıdır. 

Barış açısından sırat köpründen geçiyoruz. Bu köprüden düştüğümüz anda cehennem ateşinde kavrulacağız. Bunu yaşadık. Çözüm masasının devrilmesinin ülkeyi hangi badirelerle karşılaştıracağını defalarca söyledik. Bugün ağır bir toplumsal krizle karşı karşıyayız, çözüm masası devrildiğinde başladı. Ağır bir siyasal, ekonomik, diplomatik krizle karşı karşıyayız. Ne zaman başladı, çözüm masası devrildiğinde başladı. Çözüm süreci devam ederken toplumsal, siyasi, ekonomik krizden, demokratikleşmeyle ilgili krizlerden bahsediyor muyduk? Tam tersine, 80 milyonda sorunların çözümüne ilişkin büyük bir umut, beklenti vardı. Çözüm masasını devirenlerin ülkeyi getirdiği durum ortada. Masa bugün kurulsa birçok sıkıntıyı yeniden aşma imkanına sahip oluruz.

Kurtuluş Savaşı örneğini verenler, Kurtuluş Savaşı döneminde bu ülkedeki herkesin 7’den 70’e Kürt’üyle, Türk’üyle nasıl kenetlendiğini hatırlaması gerekir. O ruhu yok edenler topluma algı yöntemleriyle farklı hesapları dayatma gayretindeler. Bu ülkenin topraklarıyla ilgili kaygı duyanların bu ülkenin insanlarıyla ilgili de aynı kaygıyı hissetmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Kurtuluş Savaşı’nda bu ülke belli noktalarda topraklarını kaybetti ama insanlarını kaybetmediği için o toprakları almasını da bildi. Bugün de hepimizin ihtiyacı olan ruh o ruhtur. Bu ülkenin tek bir gencini kaybetmeye artık tahammülümüz kalmadı.Barışı koca bir mezarlığın üzerine tesis etmek değil akılla mantıkla ülke gerçekliğin üzerine tesis etmektir önemli olan. Bütün bir ülkeyi koca bir mezarlığa çevirdikten sonra barışı tesis etmeniz bir işe yaramaz. HDP olarak, barış mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.