İsmail Özcan*
15 Temmuz başarısız darbe kalkışmasından sonraki günlerde darbeyi planlayanlara, darbeye katılıp milletin silahıyla yüzlerce vatandaşı katledenlere, yüzlercesini yaralayanlara, TBMM'yi ve başka kamu binalarını gözlerini kırpmadan bombalayanlara karşı kamuoyunda şiddetli bir öfke oluşmuştu. Bu öfkenin en çabuk ve kısa yoldan yatıştırılabilmesi için de darbenin başındaki, içindeki herkes için idam cezaları uygulanması, darağaçlarının harekete geçirilmesi akıl edilmişti. Kamuoyunda destek bulan bu akıl ediş, AB Uyum Yasaları çerçevesine kaldırılmış olan idam cezasının geri getirilmesini gerektiriyordu. Hükümet de aynı istikamette açıklamalara ve idam taleplerine destek olmaya kalkışınca idam cezası Türkiye’nin gündemindeki esaslardan biri haline geldi. Bu, tam bir "öfkeyle kalkan zararla oturur" sonucuna yol açacak bir gelişmeydi.
Girmeye çalıştığımız, ama son zamanlardaki gelişmelerle aramızda sorunlar yumağı oluşan AB’nin yetkilileri, idam cezasını geri getirdiğimizde AB’yi unutmamızı açık açık ifade ediyorlar. AB’ye girmeyi kendimiz de istemesek bile AB yetkililerinin bu konudaki restini önemsemeliyiz. Bu cezayı geri getirdiğimizde dünyanın kalan kesimlerinde de imajımızın bozulacağını bilmeliyiz.
Hangi ülke için olursa olsun, idam cezasını kaldırmış olmak toplumsal ve hukuksal bir evrimin, bir gelişmişliğin sonucudur. Kalkmış olan söz konusu cezaya yeniden dönmek, bir geriye gidişin, ünlü jargonla bir irticanın ifadesidir.
Yüzyıllar boyunca nerede uygulanmış olursa olsun idam cezalarının çoğu, hele siyasal olanları; tartışmalara, toplumsal kamplaşmalara, daha da önemlisi düşmanlık ve çatışmalara sebep olmuştur. Çok gerilere gitmeden bizim ülkemizde bile 27 Mayıs darbesinden sonra Adnan Menderes ve iki bakanının, 12 Mart muhtırasından sonra da anarşist diye üç solcu gencin asılması her zaman tartışmalara sebep olmuş; söz konusu idamların yıldönümlerinde belli toplum kesimlerini mateme sevk etmiştir. Toplumun geniş bir kesiminde ise her iki idam için de “Keşke yapılmasaydı!” kanaati hâsıl olmuştur.
Türkiye’de idam cezasını geri getirme arzusuna siyasal iktidar tarafından anlayışla, destekler mahiyette yaklaşılması bir popülizmdir. Hamasete prim vermektir. Günümüz dünyasında idam cezasını kaldırmış olan ülkeler söz konusu cezayı kaldıracak anlayışa ancak idamla ilgili birçok acılar, pişmanlıklar, telafisi imkânsız yanlışlıklar yaşadıktan sonra ulaşmışlardır.
Geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerde idam cezası yerine uygulanan müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının en büyük açmazı, bu cezaların yozlaştırılmış olmasıdır. Çeşitli bahanelerle çıkarılan af yasaları sebebiyle ders olucu, ibret olucu niteliğini kaybetmesidir. Özellikle ağır cezalara, ömür boyu hapis cezalarına çarptırılmış canilerin, katillerin birkaç yıllık mahkûmiyetten sonra af yasalarıyla tahliye edilmeleri, cinayet mağdurlarının haklı olarak isyanına neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde böyle bir popülizm olmadığı için hiç kimse idam cezası diye tutturmamaktadır.
Bugün AB ülkelerinde idam cezasının kaldırılmış olması, idam cezası uygulamalarının AB müktesebatına ve kriterlerine aykırı bulunması açık seçik bir çağdaşlık ve gelişmişlik ölçüsüdür. “Hukuk devleti” ve “hukukun üstünlüğü” inancının somut sonucudur. Çünkü daha 150 yıl önce Victor Hugo, idam cezasının aracı olan darağacından, “Ulusların ve devrimlerin kökünden sökemediği tek ağaç darağacıdır” diye şikâyet ediyordu. Ama günümüz Avrupası bu ağacı kökten sökmeyi başarmıştır. Bu, kimilerinin yaptığı gibi eleştirilecek değil, takdir edilecek bir gelişmedir. Avrupa bu gelişmeyi sağlarken hep bir evrim içinde olmuştur. Bunun yüzyıllara dayanan bir arka planı, bir zemini oluşmuştur.
Dünya hukuk tarihinde suç ve ceza üzerine yazılmış anıt bir kitap olan “Suçlar ve Cezalar”ın yazarı Beccaria (1738-1794), Montesqieu (1689-1755) ve Voltaire (1694-1755)’; “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü” (İş Bankası Yayınları, ist. 2013) adlı şaheseriyle idam cezasını bir trajedi olarak ele alan Victor Hugo (1802-1885), idam cezası aleyhine ruha dokunan düşünceler, analizler ve felsefeler üretmişlerdir.
İşte size Suçlar ve Cezalar’dan idama ilişkin birkaç cümle:
"İnsanlığın kafasında en büyük etkiyi yapan şey, cezanın şiddeti olmayıp ceza müddetinin uzunluğudur.” (Beccaria, Suçlar ve Cezalar, İnkılap ve Aka Kitabevi, İst. 1964, s. 188,). “Caninin öldürülmesinden ziyade tüm hayatı boyunca hürriyetinden mahrum edilmesi ve topluma verdiği zararı telafi etmesi için en ağır işlerde çalıştırılması ibretli bir karşılıktır." (Age. Ags.).
"Biraz düşünebilen bir insan, işleyeceği suçtan elde edeceği menfaat ne olursa olsun, bütün ömrü boyunca hürriyetinden mahrum olmak pahasına o suçu işlemeye eğilim göstermez. Şu halde özgürlükten sonsuza dek yoksun bırakma cezası, suç işlemekte en inatçı kimseleri bile ölüm cezası kadar caydırıcılığı haizdir." (Age. 189).