Gündem

Yeni Şafak Yayın Yönetmeni: Doğan grubu ve patronu hakkında terörü teşvik ve pazarlama suçlamasıyla soruşturma açılsın!

İbrahim Karagül: Bu medya grubu, Demirtaş'ı aylarca pazarlayarak bir efsaneye dönüştürmeye çalıştı

31 Temmuz 2015 11:48

Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, isim vermeden Doğan Medya Grubu'nu hedef alarak, "Kişisel kanaatim, bu grup ve patronu hakkında terörü teşvik, terörü pazarlama suçlamasıyla soruşturma açılması yönünde" dedi.

"Bir medya grubu düşünün. Bütün yatırımını etnik milliyetçilik üzerine yapıyor. HDP'yi aylarca pazarlıyor, lideri Selahattin Demirtaş'ı bir efsaneye dönüştürmeye çalışıyor" diyen Karagül, "İstediği de oluyor. Pazarladığı nefret üzerinden kitlesel dalgalanmaya yol açıyor ve seçim sonuçlarını etkiliyor" ifadelerini kullandı.

Doğan Holding Kurumsal İletişim Başkan Yardımcısı Ahter Kutadgu, Karagül'ün 15 Temmuz'da "O barajın altında sen kalacaksın.." başlığıyla kaleme aldığı yazısında "Doğan Grubunu PKK terörünün karargâhı" olarak tanımlayan ifadeleri üzerine suç duyurusunda bulunduklarını açıklamıştı.

Karagül'ün Yeni Şafak'ta "Geriye en çirkin, en kirli senaryo kaldı.." başlığıyla yayımlanan (31 Temmz 2015) yazısı şöyle:

Türkiye, sadece terörle mücadele etmiyor. Sadece PKK veya İŞİD'e karşı operasyon yapmıyor. Son yirmi beş yıldır, adım adım kendisine yaklaştırılan, bölgesel ayrıştırma projesinin son aşamasına karşı bir direnç geliştiriyor.

Harita taslaklarının Türkiye'ye yönelmesine karşı savunma hattıinşa ediyor. Türkiye'nin dönüşümünü, yükselmesini, güçlenmesini, bölgesel ve uluslararası etkinliğini sabote etmeye dönük rüzgârı tersine çevirmeye çalışıyor, doğal refleksini gösteriyor.

İçeride şekillendirilen “şer ekseni” üzerinden bir “iç işgal” ve dışarıda, yakın çevresinde etkinliği artırılan örgütler üzerinden uzunca bir süredir devam ettirilen “hırpalama”ya, zaafa düşürmeye, felç etmeye dönük kampanya, 7 Haziran öncesi işte bu yerli savunma hattını kırmak için bir siyasi dizayn projesine dönüştürüldü.

Örgütler cephesİ ve olağanüstü durum

Seçim sonuçları itibariyle bu mühendislik ciddi ölçüde başarılı oldu. Seçimden hemen sonra ikinci aşama, çatışma aşaması başlatıldı. İçeriye servis edilen kimlik siyaseti, bu yeni çatışmanın altyapısını oluşturacaktı. Bu yüzden seçim sonrasında çözüm sürecine yönelik sabotajlar güçlendirildi, PKK saldırıları başlatıldı.

DHKP-C ve MLKP gibi örgütler yeniden sahaya sürüldü ve PKK ile dirsek teması sağlandı. Terör üzerinden bir ortak cephe inşa edilmek istendi. Bu örgütler Kandil'de, Kobani'de üsler kurmaya başladı. Aynı anda üçü de şehirleri teröre boğacak hazırlıklara girişti.

Seçim sonuçları itibariyle koalisyon formüllerinin zorluğu oyun kuruculara geniş bir hareket alanı sağlıyordu. İstedikleri siyasi formül başarıya ulaşırsa AK Parti'yi bu yolla rehin alacaklardı. Ulaşmazsa, örgütler üzerinden ülkeyi felç edip “olağanüstü durum” için ortam oluşturacaklardı.

Pijamayla Başbakan karşılama hesapları

Terör ve şiddet üzerinden şer ekseni için örgütler üzerinden içeride bir cephe kuruldu. İç işgal dediğimiz bu şer eksenini yönetenler iseeskinin iktidar kurucu merkezleriydi. Onlar, Türkiye'yi yenidengörünürde bir demokrasi ama gerçekte oligarkların yönettiği bir ülkeye dönüştürmeye, vesayet altına almaya, pijamalarla Başbakan karşılamaya hazırlanıyorlardı.

Belki son on beş yılda ilk kez böyle bir fırsat oluştu ve bu fırsat harcanmayacaktı. Nasıl olsa bu tezgahı kamufle etmek için bölgesel kaos yeterince örtü sağlıyordu. İntihar saldırıları olunca nasılsa IŞİD vardı, PKK saldırıları olunca nasılsa PKK suçlanacaktı. NasılsaErdoğan ve AK Parti düşmanlığını uzun süredir servis ederekzihinleri bulandırmışlardı, her karşı çıkışı bu yolla sulandırabileceklerdi. Bütün bunlar olurken onlar yine dokunulmazkalacaktı, hiç kimse onları sorgulamayacak, onlarla bir bağlantı kuramayacaktı.

Geriye en çirkin, en kirli senaryo kalmıştı

Türkiye, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez vesayetten kurtulma, gerçekten özgür olma, gücünü kendinden ve çevresinden alma mücadelesi verirken, birçok Batılı ülkeyi geride bırakan bir hızlayıldızlaşırken onlar iç işgal üzerinden iç iktidar hesapları yapıyor, ülkeyi yeniden rehin almaya dönük projeler uyguluyordu.

Bugüne kadar yaptıkları bütün bu kirli organizasyonlar ülkenin milli refleksine çarpıp un ufak olmuştu. Artık darbe yoktu, ekonomik kriz yoktu, laiklik saplantısı yoktu, İran veya şu ülke modeli tartışmaları yoktu. Ukrayna vardı, Mısır vardı. Onları da denediler yine olmadı.

Terör örgütleriyle iş tutar oldular..

Geriye en kötüsü, en kirlisi, en çirkini kalmıştı. Madem bütün coğrafyada örgütler devletlerin yerine ikame ediliyordu, madem bu amaçla küresel ölçekte ihaleler dağıtılıyordu, aradıkları formül, yeni fırsat önlerine gelmişti.

Örgütlere yaklaştılar. Onları el altından desteklediler. Medyaları üzerinden şirin gösterdiler, pazarladılar. Onların şiddet ve terör saldırılarına mazeretler ürettiler. Adliyeler basılıp savcılar şehit edilirken onlar bu saldırıya siyasi mazeret üretiyorlardı, bununla da kalmayıp Savcı Kiraz'ın kafasına silah dayanmış o resmi yayın organlarında servis ediyorlardı.

Polisler infaz edilirken, iş makineleri yakılırken, askerler aileleriyle saldırıya uğrarken, otobüsler yakılırken onların yayın organları, medya mensupları mazeretler üretmeye çalışıyor, yabancı bir unsur gibi, bu ülkeyle hiçbir bağları yokmuş gibi duygusuzca hareket ediyorlardı.

Hem dış tehdit, hem iç işgal

Gezi'de DHKP-C'yi pazarlayan, onu masumlaştırmaya girişen bu çevre, 17 Aralık'ta da Paralel darbe girişimiyle işbirliği içine girdi. 7 Haziran öncesi başlayan HDP'ye yatırım bugün PKK'ya yatırıma dönüşmüş bir görüntü veriyor. Paralel yapı bu grubu bir “dış tehdit”e dönüştürdü. HDP ve PKK ile ilişkileri ise onları bir tür “iç işgal” mekanizmasına dönüştürüyor.

Bir medya grubu düşünün. Bütün yatırımını etnik milliyetçilik üzerine yapıyor. Bu siyasi hareketi aylarca pazarlıyor, liderini bir efsaneye dönüştürmeye çalışıyor. İstediği de oluyor. Pazarladığı nefret üzerinden kitlesel dalgalanmaya yol açıyor ve seçim sonuçlarını etkiliyor. Ama yatırım yaptığı, ihtiraslarını provoke ettiği o çevre bir anda gücü silaha dönüştürmeyi tercih ediyor.

Terör yeniden başlıyor. Bu grubun kahramanlaştırdığı lider Türkiye'yi silahla tehdit ederken o medya grubu hala onu pazarlamaya devam ediyor, bu arada terörü masumlaştırmaya dönük gerekçeler üretmeye başlıyor.

Bu medya grubunun kendini bu kadar marjinalleştirmesinin, en uç terör örgütleriyle yan yana görüntü vermesinin sebebi ne olabilir? Bir beklentileri mi var? Bu hesabın arkasından ne çıkacak? Onların durduğu yerden bile büyük bir vaat ya da ihale almadan böyle bir tehlikeye atılmak mümkün görünmüyor. Sadece Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı bunu açıklamaya yeter mi? Anlamakta zorlanıyorum. PKK ve DHKP-C yetmedi, adam çıkmış PYD'yi, Kuzey Suriye'nin tamamını denetlemeye çalışan YPG'nin hamiliğini yapıyor.

Teröre destekten soruşturma açılmalı

Kişisel kanaatim, bu grup ve patronu hakkında terörü teşvik, terörü pazarlama suçlamasıyla soruşturma açılması yönünde. Bu kanaat bir husumetten kaynaklanmıyor. Sadece yapılanları tespit ve tanımlama çabası içine giren herkes aynı resmi görecektir.

Türkiye üç cephede birden mücadeleye girerken bu medya grubununTürkiye'ye savaş açanlarla, sokakları teröre boğanlarla beraber görünmesini hiç kimse hazmedemez. Hiçbir ülke böyle bir pozisyon alışa izin veremez.

Türkiye, uzun yıllardan sonra ilk kez kapsamlı ve ilkeli bir tavır sergiliyor. İçeride yoğun kamuoyu desteği, şaşırtıcı bir dış destekle sanıyorum son harita taslaklarına müdahil oluyor. Bu müdahale, bölgesel denklemi değiştirebilir, güç yapısını derinden sarsabilir.