Gündem

'Hükümetin meşruiyetinin tartışıldığı ana geldik'

Hükümetin meşruiyetinin tartışıldığı ana geldik. Biri bunu Başbakan’a duyabileceği şekilde söylemeli. Ama kim?

13 Ocak 2014 00:21

Ergin Cinmen

En uzun zaman aralıklarını yaşıyoruz. Korkarım bu uzun zaman aralıkları yalnızca saatleri, günleri değil, haftaları, ayları ve hatta yılları kapsayacaktır.

17 Aralıktan bu yazının yazılmakta olduğu 9 Ocak’a kadar geçen süre içinde Cumhuriyet tarihinin en büyük devlet depreminin ilk sallantılarını yaşadık. Büyük sallantıyı ekonomik çöküşün takip edeceği artık ortada. Yurttaşlar olarak baş rolde olmamız gereken bir gerilim filmini izler gibiyiz.

17 Aralık günü kendini her şeyin garantisi ve tek iktidar olarak gören Başbakan ve onun partisinin bakanlarını ve bakan oğullarını hedef alan bir yolsuzluk operasyonu ile uyandık. Evlerden çilçil paralar, bu paraları saymak için para sayma makineleri, bu paraları koymak için kasalar, ayakkabı kutuları; gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında, Facebook’larda tweet’lerde uçuştu durdu.

Ancak Muz Cumhuriyetlerinin de en hasında görülebilecek şekilde, operasyonun ikinci gününde oğluna ve kendisine operasyon yapılan İçişleri Bakanı “yetkisini” kullanarak operasyonu yapan polisleri, “görevlerini suistimal” etmeleri gerekçesiyle görevden aldı.

O ana kadar gözaltına alınan kişilerden iki bakanın oğlu ile ABD’nin ablukası sayesinde dünyanın en ilginç işini yapan, yani İranlı petrol üreticisinin petrolünü , altın karşılığı Türkiye’ye satmakla görevli, milyon milyon dolarları, milyon milyon euroları olan bir İranlı (Onun ekürisi de hemzaman olarak İran’da tutuklandı) ve diğerleri tutuklandıktan sonra işin gerisinin geleceğini gören hükümet, derhal bir yönetmelik değişikliği yaparak yarım yamalak da olsa böylesi soruşturmalarda işleyebildiği anlaşılan “adli polis” kurallarını ve kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldıracak şekilde yönetmelik değişikliğine gitti. Bundan sonra , zaten bir yönüyle içişleri Bakanlığı’na bağlı olan polislerin gerek hükümet üyelerine, gerekse onların yakınlarına karşı soruşturma yapma imkanı artık ortadan kalktı. Her ne kadar Danıştay bu değişikliği iptal etse dahi emniyetin tüm personeli değişip yerine soruşturmaya uğrayan kesimlerin yani hükümetin polisleri atandığına göre, iptal edilen maddelerin, iptal halleri kağıt üzerinde kalacak ve bundan böyle artık savcıların hükümetten ve onun çevresinden gizli olarak soruşturma yapabilme olanakları ortadan kalkacak. Yani Sayın Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın dediği gibi “artık bakanlar çocuklarının soruşturmaya uğradığını veya uğrayacağını çok daha önceden bilebilecek.”

Her neyse, bu sürükleyici hikayeye devam edelim: 25 Aralıkta depremin bu defa ikinci dalgası geldi. Pek önemli işadamlarına ve özellikle Başbakanın oğluna ve yine Başbakanın en yakınlarından olan ve kısa bir süreye kadar kırmızı bültenle aranan Yasin El Kadı hakkında yeni atanan savcılar hakimlikten gözaltı ve arama kararı aldılar. Bilindiği üzere mahkeme kararları uygulanmak için verilir. Uygulamakla görevli devlet memurları uygulamazlarsa suç işlerler. Ama Devletin kolluk gücünün doğal aktörleri artık değişmiştir: Mahkeme kararı uygulanmadı. Bu kararın bir diğer maddesi de gözaltına alınacak kişilerin malvarlıklarına tedbir konması gereğiydi. Bunu uygulayacak merci ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı idi.

Savcılık tedbirin uygulanması için gereken müzekkereleri takip edebildiğim kadarıyla ancak bir hafta sonra yazdı. Şu anda kimin hangi malına ve ne miktarda tedbir konduğu ya bilinmiyor, ya da benim gözümden açmış olabilir. Yani “karpuz gibi çatlamak” özdeyişine “muz gibi soyulmak” veya onun gibi bir özdeyiş eklenebilir.

Hele de dün itibarıyla, İzmir’de sabah operasyona çıkan polislerin öğleden sonra görevden alınması hayretlere bir hayret daha eklemiştir.

Yine devam edelim: Hükümete göre tüm savcı ve yargıçlarla, tüm polisler, Fethullah Gülen’in kurmuş olduğu örgütün üyeleri idi. Bu yazı yazıldığı sırada takip edebildiğim kadarıyla iki bin beş yüz civarında üst ve alt düzey kolluk mensubu ya görevinden alındı, ya da yerleri değiştirildi. Emniyet teşkilatına “merdaneli çamaşır makinesi” operasyonu yapıldı. Hesaba göre Fethullah Gülen kadrosu çalkalaya çalkalaya etkisiz hale getirilecekti.

Sıra yargıç ve savcıların korkulu rüyası HSYK’ya geldi. 1961 Anayasasından bu güne kadar tartışılması bile düşünülmeyen kuvvetler ayrılığı ilkesine son verildi ve kuvvetler birliği ilkesine geçildi. Bu yazı yazıldığında bu tarihi değişikliğin bu gün itibarıyla meclis gündemine girip belki yarın itibarıyla yasalaşacağını bir bilgi olarak sunalım. Elimizdeki hükümet teklifinin detaylarını yazıp sizi gereksiz bilgilerle meşgul etmeyelim, ancak diyebiliriz ki HSYK artık Adalet Bakanlığı’nın basit bir bürosu haline getirilmiştir. Tahribat büyüktür ve daha da büyüyecektir.

Şimdi ikinci çalkalanma aşamasına giriyoruz. Tahmin ediyorum ki önümüzdeki haftadan itibaren bu kez yargıç ve savcılar merdaneli çamaşır makinesinin içine sokulup iyice bir çalkalanacaktır.

Türkiye bir karabasan içine sokulmuştur. Ancak bir bölümünü anlatabildiğim bu maceranın mimarlarının AKP’mi yoksa Fethullah Gülen Hareketi mi olduğu sorusunun önemini kaybettiğini düşünüyorum.

Bundan böyle herkes, bütün bu altüst oluşun , 17 Aralık’ta başlayan ve başta Başbakanın yakın çevresi ve oğlu ile üç bakanı ve onların oğullarını kapsayan soruşturmanın üstünün kapatılması için başlatıldığını unutmayacaktır.

Bu kişiler suçsuz dahi olsalar kamu vicdanında hiçbir zaman aklanamayacaklardır. Hükümet onların aklanma olanaklarını ellerinden almıştır. Soruşturma sırasında oyunun kurallarını değiştirmiştir. Dosyaları soruşturanların elinden almıştır. Kanıtların karartılmasını sağlamıştır. Sağlamasa bile artık bu böyle kabul edilecektir.

Hükümet beyhude bir şekilde dikkatleri rüşvet ve yolsuzluk iddialarından çekmek için adeta çırpınmaktadır. Halkbank Genel Müdürü’nün evinde yakalanan ayakkabı kutusunun içindekileri ortadan kaldırmak için Halkbank’a ABD tarafından kumpas kuruldu teranelerini yaymaktadır. Oysa konu Halkbank değil onun Genel Müdürüdür. Soruşturmanın sağlığı açısından hiçbir öneminin olmamasına rağmen, başsavcıya haber vermeyen savcının işlemi ile Emniyet Müdürüne haber vermeyen adli kolluğun soruşturma işlemlerini yok saymaktadır. Ama bunlara AKP’nin tabanının çoğu dahil, hiç kimsenin inandığını sanmıyorum.

Oysa yolsuzluk ve rüşvetle ilişkisi olmadığını söyleyen bir hükümetin yapması gerekenler açıktı: Soruşturmanın önünün tamamen açılması gerekiyordu. Soruşturma içindeki kanıtların gerçeği ortaya koymadığı anlaşıldığında, yani işte o zaman bu operasyon haklı görülebilirdi.

Hükümetin meşruiyetinin tartışıldığı ana geldik. Biri bunu Başbakan’a duyabileceği şekilde söylemeli. Ama kim?