Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Irak ve Suriye’deki terörü karşısında Türkiye’nin tutumu için, “IŞİD, Erbil'in kapısına dayandığında Türkiye'nin gecikmeli olarak değil herkesten ve her şeyden önce stratejik ortaklık yaptığı Barzani'nin yanında olması gerekiyordu. Bu yönde karar alınmıştı. Devlet içinde bir mekanizmanın, eski Türkiye algısıyla hareket etmesi Türkiye'yi zor duruma bıraktı” dedi. Selvi yazısında, “Hem Barzani ile petrol anlaşması yapacaksınız hem de Erbil'in ölüm kalım anında yanında olmayacaksınız? Ortadoğu'da bu şekilde büyük güç olunmaz” ifadelerini kullandı.
Abdülkadir Selvi’nin Yeni Şafak’ta “Çözüm sürecinin yeni şifresi” başlığıyla yayımlanan (11 Kasım 2014) yazısı şöyle:
Çözüm sürecinin yeni şifresi
Cemil Bayık'ın, çözüm sürecinde ABD'lilerin, 'Üçüncü göz' olmaları yönündeki çağrısı bir şifreydi.
Çözüm sürecinin neden krize girdiğini, 6-8 Ekim olaylarını, IŞİD'i ve Kobani'yi anlamamıza yarayan en önemli formüldü.
Yeni konjonktürü, ABD'nin PKK ile geliştirdiği yeni ilişki modelini yani 'Yeni durumu' anlamamız için açılan önemli bir pencereydi.
Ancak benim paylaşacağım şifre, Ankara'nın yaklaşımıyla ilgili.
HDP, Kandil ve Öcalan'la konuşulan, 'Yol haritası' na rağmen, çözüm sürecinin köküne kibrit suyu dökmeyi hedefleyen 6-8 Ekim olaylarının yaşanması, gördüğüm kadarıyla devlette bir travmaya yol açmış.
Aldatılmış hissi...
O nedenle 6-8 Ekim olayları sürecin yeniden gözden geçirilmesine yol açtı.
Çözüm sürecinin doğruluğu konusunda bir şüphe yok ama sürecin yönetimiyle ilgili bir 'Check and Balance' yani yeni bir denge ve fren mesafesinin ayarlanmasını kaçınılmaz hale getirdi.
'Kobani küçük oyun büyük' başlıklı yazıda , 'Irak'ta Saddam'a karşı ABD'yle işbirliği yapan Kürtlere, otonom bölge kuruldu. Suriye'de buna benzer bir oyun tezgahlanıyor. ABD ile ittifak yapan PYD'ye otonom yönetime kavuşmuş Rojova'yı hediye etmek. 'Olarak aktarmıştık bu planı.
Ama bunun ikinci bir ayağı daha vardı. Onu aşağıda paylaşacağım.
Çözüm sürecinin önündeki en büyük engel, Suriye konjonktürüydü. Kandil, Öcalan'ın mektubuna verdiği ilk cevapta dahi , 'Suriye Gerçeği'ne dikkat çekiyordu. Zaman içinde Suriye konjonktürü daha da ağırlaştı. Bölgenin yeniden dizayn edildiği bir karta dönüştü.
Israrla Kobani üzerinden bölgenin dizayn edildiğini anlatmaya çalışıyoruz.
Bölge dizayn edilirken faturanın büyüğü bize kesilmeye çalışılıyor.
ABD burada iki kart kullanıyor.
1-IŞİD
2-PKK-PYD
ABD'de tarafından tasarlanan, Suriye'de Esed yönetiminin rahminde yetiştirilen, doğumu yine Irak'ta gerçekleştirilen IŞİD ABD'nin keskin bir kılıcı gibi kullanılıyor.
Irak'a geldiğinde ilk olarak Türk konsolosluğu görevlilerini rehin almıştı IŞİD. Sünni Arapların temsilcisi olduğu iddiasındaki örgütün Türkiye ile ne sorunu olur? Peki bu örgüt Sünni Arapların başkentliğini yapan şimdi ise Şii yönetimi altındaki Bağdat'a yönelmişken dönüp, Sünni Kürtlerin yönetimindeki Erbil'e neden saldırır?
Irak'ta sinek uçsa haberi olan ABD, Toyota araçlarla Suriye'den Irak'a gelen binlerce IŞİD militanını niye fark etmez? Bu IŞİD'in Irak'ta Musul'u alıp, Erbil kapısına dayanıp, oradan Suriye'ye dönmesi görmezden gelinirken, Kobani'ye saldırması mı tehdit oldu?
Bunların hepsi bir planın parçası.
IŞİD ve PKK üzerinden tehdit edilen iki yer var.
1-Türkiye
2-Barzani'nin Bölgesel yönetimi.
Bu oyunun temelinde Kürt petrolü yatıyor. Kürt petrolüyle ilgili anlaşmanın mimarı Türkiye ve Erbil, ABD tarafından IŞİD ve PYD üzerinden terbiye edilmeye çalışılıyor.
Bu vesile ile IŞİD, Erbil'in kapısına dayandığında Türkiye'nin gecikmeli olarak değil herkesten ve her şeyden önce stratejik ortaklık yaptığı Barzani'nin yanında olması gerekiyordu. Bu yönde karar alınmıştı. Devlet içinde bir mekanizmanın, eski Türkiye algısıyla hareket etmesi Türkiye'yi zor duruma bıraktı.
Hem Barzani ile petrol anlaşması yapacaksınız hem de Erbil'in ölüm kalım anında yanında olmayacaksınız? Ortadoğu'da bu şekilde büyük güç olunmaz.
ABD ile PKK arasındaki işbirliğinin ikinci ayağında, 'Hedef Irak petrollerinin Türkiye üzerinden geçişini baypas edip, petrol borularını 36. Paralelin üzerinden Irak ve Suriye koridorunu kullanarak Akdeniz'e akıtmak'
Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın, Kürt petrolünün Türkiye'ye akıtılmasını engellemek için ABD'lilerin baskılarına karşı verdiği mücadelenin altını çizmekle yetiniyorum.
Cemil Bayık'ın ABD'yi çözüm sürecine dahil etme çabaları, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın daha sonra uzatılan ABD ziyareti bu ilişkinin dışa vuran yanlarını oluşturuyor.
Çözüm sürecinin ve Kürt petrolünün önündeki tehlikelere dikkat çektik. Peki bu durumda 'Çözüm masası devrilecek mi?'
PKK istiyor ki masayı deviren Türkiye olsun.
6-8 Ekim'in bir hedefi de buydu.
Türkiye, masayı devirmemekte kararlı.
Ama bu Kandil'e taviz verilecek anlamında değil. 6-8 Ekim'den sonra çözüm sürecine, 'Kamu düzeni' normu getirildi.
Artık 'Kürt sorunun çözümü' ile 'kamu otoritesi' ayrı sepetlerde tutuluyor.
Aynı zamanda 6-8 Ekim gösterdi ki, Kandil, Öcalan'ın gücünün sınırlarını daraltmaya çalışıyor.
Eski ABD Başkanı Johnson tehdit ettiğinde, İsmet Paşa, 'Dünya yeniden kurulur Türkiye yerini alır' cevabını vermişti. Çözüm masası devam edecek. PKK masadan kaçarsa, Ankara yüzünü Kürt halkına dönerek ve başka unsurları da masaya koyarak süreci devam ettirecek.
ABD ile girdiği ilişkiden dolayı, şımaran PKK ile ayrı bir düzleme geçilecek.
Burada en olumsuz senaryoyu yazdım.
Yeni sürecin şifresi ise, PKK'nın, Türkiye'de silahlı mücadeleyi bıraktığını ilan etmesi olacak.
Şimdiye kadar geri çekilme ve yol haritası konusunda verdiği sözlere sadık kalmayan PKK'nın, bundan sonra atacağı adımın, Türkiye'de silahlı mücadeleyi sonlandırdığını açıklaması olacak. Üçüncü göz ya da normalleşme süreçleri ise ondan sonra gelecek.
Çözüm adına zor bir süreçten geçiyoruz.