Abdulkadir Selvi
(Yeni Şafak, 28 Nisan 2012)
Depremin vurduğu günlerde Van'daydım. Başınızı nereye çevirseniz enkaz vardı. Yıkılmış binalar, patlamış yapılar, çökmüş apartmanlar ve sönmüş hayatlar.
Enkazın başında çırpınan annelerin acısına, kurtarma ekiplerinin, "Sesimizi duyan var mı?" diye bağırmalarına, yıkıntıların altından çıkacak bedenleri bekleyen insanların acısına tanıklık etmiştik.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve Van Valisi Münir Karaloğlu ile helikopterle şehrin üzerinde tur atarken, o anlar geliyordu gözümün önüne.
Bir buçuk saat uçtuk Van ve Erciş'in üzerinde.
Depremin vurduğu yerlerin, sıra sıra dizilmiş konteynır kentlerin ve kimisinin kaba inşaatı tamamlanmış, kimisinin temeli atılmış olan kalıcı konutların üzerinde uçtuk.
Sonra aşağıya inip, insanlarla konuştuk.
Ve Van'da bir şehrin hayata tutunma çabasına şahit olduk. 1970'li yıllarda yaşanan depremin konutlarının 90'lı yıllarda bitirilmediği bir ülkede, Vanlı kardeşlerimizin kışa kalıcı konutlarda gireceğini öğrendik.
Depremle yıkılan Van'ın yeniden dirilişine tanıklık ettik. Acıyı, sıkıntıyı çeken bilir. Ama sevindirici bir haber, Van'a dönüşler başlamış ve çarşı Pazar canlanmış, hayat normale dönmeye başlamış. Helikopterden indik, gözlemlerde bulunduk ve dönüş için uçağa bindik.
Bu kez gündemimizde ülkemizi depremden daha beter vuran PKK konusu ve Kürt sorunu vardı.
Bir rastlantı değil elbette ki. Depremin de, demokratik açılımın da koordinatör Bakanı Beşir Atalay.
Meslektaşlarımız usta manevralarla sözü, demokratik açılıma, diyalog sürecine getirmeye çalıştıkça, Beşir Bey, ustaca savuşturdu.
Ama gerekçesi çok önemliydi.
"En yoğun çalıştığımız dönem. O yüzden suskun kalmam lazım."
Demokratik açılım sürecinin koordinatörü olarak, suskun kalması, konuşmasından önemliydi. Çünkü suskunluk, derinde bir şeylerin yürüdüğünün işaretiydi.
Hele, "Hükümet açılım sürecini askıya aldı, diyalogcu politikalar rafa kaldırıldı, güvenlikçi politikalar esas alınıyor" şeklinde değerlendirmelerin olduğu bir sırada Beşir Atalay'ın, "Suskun kalmamız lazım" demesi önemliydi.
Zaten onu takip eden cümlesi, "Çok fazla bir şey söylememek lazım" oldu. Yürüyen sürece zarar vermeme hassasiyeti ile söyledi bütün bunları Beşir Bey.
Ama son sözü, bir şifreydi. Devletin derinlerinde yürüyen diyalog sürecinde bir mesafe alındığını gösteriyordu.
"Çok yoğun görüşmeler oluyor" dedi Beşir Bey.
Ardından da ekledi: "Demokratikleşmeyi hızlandırmamız lazım"
Operasyonlar yapılırken dahi, "Bu işin öl, öldürle bitmeyeceğinin farkındayız" diyordu hükümet üyeleri. Güvenlikçi politikaların kalıcı değil, konjonktürel olduğuna inanmak isteyen bizler için de, bu yaklaşım önemli bir referans noktasıydı. Diyalog sürecinin başlaması için hükümetin kafasında, bir "timing" yani zamanlama olduğu fark ediliyordu. Ama neyi gördükten ya da gösterdikten sonra, bu süreç başlayacaktı, o belli değildi.
Ama şu netti, hükümet, nokta operasyonlarla alan hakimiyetini sağlayıp, psikolojik üstünlüğün kendisinde olduğuna kanaat getirdiği bir anda diyalog kapısını aralayacaktı. Aynı zamanda BDP'nin, İmralı ve Kandil'in adres olamayacağını, muhatap olarak kendini gördüğü taktirde, masaya oturabileceğini anlamasını istiyorlardı.
Demokratik açılımın koordinatörü olarak Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın sözlerinden ve bir süredir yürüyen arka kapı diplomasisinden çıkardığımız sonuca göre, bu süreç başladı.
Görüşme trafiği sürecin Mart sonu Nisan başı olarak başladığını gösteriyor. Güvenlik bürokrasisinin bir takvimi var. Kimi zaman doğrudan kimi zaman ABD ve Barzani üzerinden yürüyecek bu mekanizma.
Benim burada aktarmaya çalıştığım siyasilerin yani hükümet kanadının görüşmeleri.
Başbakan Erdoğan, Oslo görüşmelerinin basına yansıdığı tarihte dahi, "siyasetle müzakere, terörle mücadele" diyerek duruşunu korudu. Başbakan'ın bu yaklaşımı diyalog süreci için kapıyı her zaman açık tuttu. Erdoğan bir yandan da BDP'yi siyasi muhatap olmaları konusunda teşvik etti. BDP yöneticileri uzun bir süre bu mesajı almadı. Muhatap olarak, Kandil'i ya da İmralı'yı gösterdiler. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, "Bu iktidar müzakereci olsun, BDP rolünü oynamaya, silahları susturmaya, bunun koşullarını yaratmaya hazırdır" sözünü Mart sonu itibariyle söyledi.
Yoğunluklu olarak Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay yürütüyor görüşmeleri. Ancak BDP'liler Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan ile de görüşüyorlar. Beşir Atalay ile Sadullah Ergin'in bu konuda doğru adres olduğu tartışmasız bir durum.
Kürt sorununun çözümünün güvenlikçi politikalardan geçmediğini çok iyi bilen iki isim. Yalçın Akdoğan ise hem sosyal bilimci kimliği hem de yazılarına ve değerlendirmelerine hakim olan itidalli tavrı, kendisini doğru bir muhatap haline getirdi. Ayrıca milletvekili olarak Başbakanın danışmanlığını sürdürmesi de, ağırlığının artıran bir başka neden oldu.
BDP'de eski süreçlere göre bazı farklılıklar var. Eşbaşkan Selahattin Demirtaş bu kez devrede. Demirtaş'ın temsil kabiliyeti önemseniyor. Ayrıca Aysel Tuğluk, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Sırrı Süreyya Önder de diyalog kurulan isimler. Emine Ayna'nın Kandil'deki etkisi, Leyla Zana'nın ise kitleler üzerindeki etkisi ve "akil" isimlerden biri olması nedeniyle, diyalog sürecinde yer alması önemseniyor. Ama henüz o isimler bu halkaya girmiş durumda değil. BDP'nin Avrupa kanadı da diyalog kurulan ikinci adres. Zübeyir Aydar, çözüm sürecinin başından beri görüşülen bir isimdi. Oslo masasında da MİT yöneticilerinin ikili temaslarında da ulaştığı isimlerden birisiydi. Ancak siyasilerin Avrupa'daki temaslarında Hatice Çoban ismi ön plana çıkıyor. Çoban, BDP'nin Brüksel temsilciliğini yürütüyor.
İRA sorunu kendisini muhatap haline getiren Sinn Fein üzerinden çözüldü. İmralı ve Kandil kapısı kapalı olduğu sürece BDP'nin kendisini muhatap konumuna yükseltmesi gerekiyor.
Diyalog süreci yeniden canlandı. Yeni hayal kırıklıkları yaşamamak için, sürece sahip çıkmamız ve güçlendirmemiz gerekiyor.
Konuşmak, şehit cenazelerinin başında ağıt yakmaktan daha yararlıdır diye düşünüyorum.