19 Şubat 2011 02:00
T24 - İstanbul 10. İdare Mahkemesi elinde yeterli kanıt olmasına rağmen cinayeti önlemediği ve Hrant Dink’i korumadığı gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı’nı suçlu buldu. Dink'in avukatı Fethiye Çetin, mahkemenin verdiği kararın çok önemli olduğunu vurgularken, 'cinayet hazırlığının işlenişi ve sonrasında delillerin ortadan kaldırılarak yargılamanın sınırlarının çizilmesi çok güçlü ve organize bir yapının varlığına ve dolayısıyla devlete işaret ettiğini' söyledi.
Taraf Gazetesi Yayın Koordinatörü Markar Esayan'ın sunuşu ile Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in avukatı Fethiye Çetin'in, Esayan'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Hrant DinHrant Dink cinayeti, Türkiye’nin AKP’ye yönelik darbe planlarının yapıldığı tarihlerde, ülkeyi kaosa sürüklemek amacıyla Danıştay baskını, Rahip Santoro cinayeti ile Malatya Zirve katliamının tam ortasında yer alan çok önemli bir kırılma noktası, adeta bir milat. Bu cinayet, Dink’in etkin ve ezber bozan Ermeni aydını kimliği ile de Türkiye’nin İttihatçılardan aynen devraldığı derin devleti en tepeden ve tüm ayrıntılarıyla görüyor. Tam da bu nedenle cinayetin hem öncesi, hem de sonrası, devletin içinde yuvalanmış suç odaklarınca karanlıkta tutulmaya gayret ediliyor. Burada hem “Ermeni”ye karşı aşkın nefreti paylaşan görevlilerin gönüllü ihmalleri, hem de doğrudan cinayeti işleyen örgütün içinde yer alan görevliler söz konusu. Siyasi irade ise kendi döneminde işlenmiş ve aslında faili hem meçhul, hem de meşhur olan bu cinayetin üzerine gerektiği gibi gitmiyor. Halbuki, Türkiye’nin tel tel dökülen, adaleti sağlamak yerine ideoloji bekçiliği yapan yargının içindeki cesur ve namuslu yargı mensuplarının tek ihtiyacı, siyasilerin önlerini açması. Ama bunun yerine, Dink cinayetinde mesuliyeti bulunan 28 görevliye soruşturma açılması üzerine İçişleri Bakanı Beşir Atalay vakit kaybetmeden “Soruşturma yok, inceleme var” diyerek devletin mesajını savcılara iletiyor. O İçişleri Bakanı ki, kurumu İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nce Dink’in öldürülmesine imkanı ve bilgisi olduğu halde engel olmadığı ve onu korumadığı için mahkum etmiş.
İşte, bu yüzyılın davasında gelinen son noktayı, AİHM mahkumiyetini, açılan yeni soruşturmayı ve davanın son durumunu Dink Ailesi avukatı Avukat Fethiye Çetin’le konuştuk.
Başbakan Erdoğan geçenlerde bizzat Dink cinayetinin ardındaki komuta merkezinin ortaya çıkartılamadığını ifade etti. Ancak bunun olabilmesi için mahkemenin Pelitli şeytan üçgeninden dışarı çıkması lazım. Nedir buna engel olan? Mahkeme neden ihmal ve kastı olan yetkilileri davaya dahil edemiyor?
Aslında elimizdeki bilgi ve kanıtların çok azı dahi bunun olabilmesi için yeterli. Bilindiği gibi cinayet soruşturmasını yürüten İstanbul Savcılığı iddianameyi hazırlayıp Mahkeme’ye sundu ancak soruşturma dosyasını açık tuttuğunu ve soruşturmanın devam ettiğini bildirdi. Bu şu demek; yargılanan örgüt bu sanıklardan ibaret değil, elde edilen yeni kanıtlarla iddianameye yeni suç ve suçlular eklenebilir. Ancak gerek davada, gerekse idari inceleme ve soruşturmalarda çok sayıda yeni bilgi ve bulgu elde edildiği halde bırakın yeni davaları, iddianamenin sınırlarını aşmak dahi mümkün olmadı. İdari soruşturmalar konusuna gelince bakın size İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin tavrını anlatayım. Bu incelemeler sırasında İstanbul Emniyet görevlilerinin sorumluluklarına ilişkin 3 ön inceleme raporu hazırlandı, 2 bilirkişi raporu ve bunlara ilaveten yüzlerce belge, tanıklık ve ifadeler ortaya çıktı. Müfettişler bunlara dayanarak önce sekiz görevli hakkında soruşturma açılmasını istediler. İstanbul Valisi Muammer Güler, Celalettin Cerrah ve Ahmet İlhan Güler’i dosyadan ayırdı ve geri kalanlara izin verdi. Ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi gerekçesiz bir kararla bunca delili göz ardı etti ve hiçbir emniyet görevlisi için soruşturma izni vermedi.
Bildiğim kadarıyla iç hukuk yolları böylelikle tıkanmış oldu. Siz ne yaptınız bunun üzerine?
AİHM’e gittik. Ana dava bir yandan devam ederken davanın önemli bir parçasında AİHM safahatı başladı ki, bu hem önemli hem de benzersiz bir durumdur. Tam bu esnada yaptığımız çalışmalar neticesinde çok önemli bir yeni delil ortaya çıktı. Bildiğiniz üzere Trabzon’dan İstanbul’a gelen istihbarat yazısında Yasin Hayal’in İstanbul’da ses getirecek bir eylem yapacağı, hedefinin Hrant Dink olacağı, bu amaçla İstanbul’a gelip gittiği ve Ümraniye’deki abisinin fırınında kaldığı bilgisi vardı. İstanbul Emniyeti, mahkemeye bu istihbaratın değerlendirdiklerini, iki polis memurunun bu adrese gittiği ancak bu adreste böyle bir fırın olmadığını rapor ettiklerini bildirmişti. Oysa, elimizdeki belgeye göre bu iki polis memuru aynı gün sabah saat 09’dan gece 24.00’e adar Fatih’te başka bir takipte oldukları anlaşıldı.
Yani Emniyet mahkemeyi yanıltmış ve sahte evrak düzenlemişti. Sonra ne oldu?
Tam o esnada AİHM Türkiye’yi beş başvuruyu birleştirdiği davada dört kez mahkûm etti. Dink’in korunmadığını, cinayetin önlenmediğini ve cinayetten sonraki dava sürecinde özellikle devlet yetkililerinin etkin soruşturulmadığını kayda geçerek yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve etkin başvuru konusunda ihlal tesbit etti. Bu arada, müfettişler ise biraz önce değindiğim bu yeni delile dayanarak ayrıntılı bir inceleme yaptı ve bu kez dokuz görevli hakkında soruşturma talep ettiler. Vali Güler yine Cerrah’ı ve İlhan Güler’i ayırdı ve geri kalanına izin verdi. Biz bu karara Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler yönünden itiraz ettik. Hatta Fatih Cumhuriyet Savcısı da Ahmet İlhan Güler için de soruşturma izni verilsin diye itiraz etti. Ancak, önceki kararı, AİHM tarafından İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine aykırı bulunan İstanbul Bölge Mahkemesinin hakimleri, sanki AİHM kararı yokmuş ve yeni bir delil de elde edilmemiş gibi hiçbir görevli hakkında soruşturmaya izin vermedi.
Peki AİHM kararlarının Türkiye içinde bir yaptırımı yok mu? Sembolik mi alınıyor o kararlar?
Olur mu öyle şey! Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yetkisini kabul ettiğinden sözleşme uyarınca mahkemenin kararlarını uygulamak zorundadır. Bunu ayrıca Anayasa’nın 90. Maddesi’ne göre yapmak zorundadır, hem de CMK 311 ve devamındaki açık hükümler de bunu mecbur kılmaktadır.
Neden işler böyle yürümüyor o zaman?
Bu tip durumlarda yargıya ve hükümete düşen ayrı ayrı görevler var. Yargı demin izah ettiğim şekilde üzerine düşeni yapmamakta direnemez, AİHM kararlarını uygulamakla yükümlüdür. Hükümet ise yargının önünü açacak, adaletin yerine gelmesini sağlayacak düzenlemeleri yapmalı uygulamadaki aksaklıkları gidermelidir. Mesela memurların yargılanması ile ilgili 4483 Sayılı Kanun ideolojik ve sorunludur. Bunu derhal değiştirmelidir. Bu tür davaların ortak özelliği olan ‘dokunulmazlık’ ve ‘cezasızlık’ konusunda etkin tedbirler almalıdır. Öte yandan ifade ve düşünce özgürlüğünü emniyete alacak düzenlemeleri işte TCK’daki 301. madde başta olmak üzere düşüncele tehdit olan 60 ayrı maddeyi ıslah etmelidir. İdari soruşturmalarda ciddi sorun vardır. Bakın açık söylüyorum, Dink cinayeti ile ilgili her şeyi kamu görevlileri biliyor. Jandarma biliyor, Emniyet ve MİT biliyor, Yasa gereği bu birimlerin mutlaka bilgi paylaşımında bulunması gerek. Koordinasyon, yani birbirleriyle koordineli çalışmak yasal bir zorunluluk. Ama MİT ne diyor? “Dink cinayeti ile ilgili bana ulaşmış bilgi yok”. Eğer böyleyse bu bile tek başına ciddi bir suç zaten. Ama ben böyle olmadığını çok iyi biliyorum. Bu kurumlar cinayeti bildikleri halde hiçbir önlem almadılar. Hatta kimi davranışlarıyla kimi zanlılara yardımcı oldular.
Araya girmek istiyorum. Dink cinayetinde kamu görevlilerinin rolü ihmal boyutunda mıdır, yoksa bizzat bu örgütlü suçun işlenmesinde rol mu aldılar?
Şöyle söyleyeyim: Kuşkusuz bazı görevliler için ihmal söz konusu olabilir. Ancak bu basit bir görevi ihmal eylemi olarak görülemez, çünkü siz insanların can güvenliğinden sorumlu iseniz ve bu sorumluluğunuz yasa ile öngörülmüşse o zaman TCK 83. maddeye göre ihmali davranışla öldürme suçunun failisiniz demektir. Siz bir kere bundan sorumlusunuz. Bunun dışında ise bazı görevlilerin kasıtlı olarak bu cinayetin içinde yer aldığına inanıyorum. Bu görevliler cinayet öncesinde kasıtlı bir davranışla önlem alınmasını engelleyenlerdir. Örneğin iki Jandarma astsubayı biz Ali Öz’e istihbaratı götürdük sonra özel olarak görüşürüz diyerek üzerini kapattı, yine götürdük, yine kapattı dediler. Tüm bunlara ek olarak cinayetten sonra delillerin ortadan kaldırılması, değiştirilmesi var. Bunu hem Trabzon Emniyeti, hem Trabzon Jandarması hem de İstanbul Emniyeti yapıyor.
Şunu netleştirelim. Ermeni konusunda Türkiye’de ciddi bir ırkçılık ve önyargı söz konusu ve bu Dışişleri’nin AİHM’e verdiği savunmayla skandala dönüştü. Bu ırkçı zihniyet insiyaki olarak mı Dink’e nefretle yaklaşıp görevini ihmal etti, yoksa cinayeti planlayan örgütün elemanları mı?
Bir kısmı için, mesela Ogün Samast’a Samsun’da kahraman muamelesi yapanlar için bunu söyleyebiliriz. Ama bunlar dışında bazı kamu görevlilerinin bu yapılanma içinde yer aldıklarını ve sanıkların işlerini kolaylaştırıp delilleri de kararttıklarını düşünüyorum. Bu kişilerin örgüt hiyerarşisinde yer almasalar dahi örgüte yardım ve yataklık ettikleri anlaşılıyor. Bu nedenle de buradaki savcılığa tekrar başvuruda bulunduk. Çünkü ideolojik birlik de söz konusu.
Yani kamu görevlilerinin katkısı olmasa bu cinayet olmazdı diyorsunuz. Bu korkunç bir şey!
Evet öyle. Bu cinayet işlenemezdi ve üstü örtülemezdi. Cinayetten sonraki gelişmeler de bu kanaatimizi pekiştiriyor. Delillerin karatılmasından bahsediyorum. Bu çok önemli bir şey. Cinayet mahallinde o kadar çok delil ortadan kaldırılmış ki!
Akbank’ın kamera görüntülerinin tahrip edilmesi mesela.
Kamera görüntüleri, Samast’ın cinayetten evvel saatlerce takıldığı Şafak sokaktaki İnternet kafedeki MSN kayıtları, alınan ifade, o sokakta dolaşan iki kişinin kimliklerinin hâlâ ortaya çıkarılmaması, mesela bu iki kişinin sokakta telefon görüşmeleri yaptıkları kameralara takılıyor. Saatleri belli. Biz bütün bunların araştırılmasını, HTS raporlarının gönderilmesini istedik. 10 dakikalık bir zaman birimi içinde noktası belli görüşmelerin sonucunu alamadık. Cinayet öncesinde, cinayetin işlenişinde ve cinayet sonrasında görev alan çok sayıda kişi, kurum ve kuruluş arasındaki uyum çok önemli. Hrant’ın Valiliğe çağrılması, aleyhinde yapılan yayınlar ve yazılar, açılan davalar, kimi yargılama makamlarının katkısı, mahkûmiyeti, cinayetten sonra da delillerin karatılması bir uyum arz ediyor. Tüm bunlar çok güçlü bir örgütün varlığı olmadan yapılacak işler değil. Şimdi ise davanın sıkıştırıldığı yerden bir türlü dışarı çıkılamıyor, çıkılabilmesi için de güçlü bir irade gerekiyor.
Hükümet davanın önünü açmalı
Savcılığın 28 kişiye soruşturma açmaya karar vermesi çok önemli. Bu ani değişiklik AİHM kararının etkisiyle mi oldu? Soruşturma ne durumda ve sizin beklentiniz nedir?
AİHM kararını aldıktan sonra buna dayanarak soruşturmaya devam eden savcılığa başvurduk. Bugüne kadar tüm girişimlerimiz 4483 sayılı yasaya takılıyordu. AİHM kamu görevlilerinin yargılanması konusunda 4483 Sayılı yasanın öngördüğü yargılama engelini kaldırdı ve bu yolun etkili bir yol olmadığına karar verdi. Bu nedenle biz, Hrant Dink cinayeti soruşturmasını yürüten savcılığa başvurduk ve bu kişilerle ilgili soruşturmanın doğrudan kendileri tarafından yürütülmesini talep ettik. Bir kere, bu kişilerin eylemle ve yargılanan yapılanma ile şu ya da bu şekilde ilişkileri var. Cinayette sorumluluğu olan ve süreçte rol alan kişiler ve sanıklar arasında bir ideolojik birlik var. Siyasal anlamda birlik var, Eylemler konusunda yardım var. Bunların yanında, suç delillerinin gizlenmesi, değiştirilmesi, suç ve suçluyu kayırma eylemleri de ana dava ile birlikte yürütülmesi gereken bağlantılı suçlardır. Bu nedenlerle özel yetkili savcılığa başvurduk. Başsavcılık kamu görevlileri hakkında inceleme yapması için savcı Mustafa Çavuşoğlu’nu görevlendirdi. Bildiğim kadarıyla savcı bey konu ile ilgili dosyalar üzerinde çalışma, inceleme yapıyor. Burada örgütlü bir suç, suça yardım ya da bağlantılı suç bulursa iddianame düzenleyerek ana davanın görüldüğü mahkemeye, kendi görevine girmeyen suçlar açısından ise görevsizlik kararı vererek dosyayı diğer savcılıklara gönderecek. Ama bizim kanaatimiz odur ki, örgüte yardım ve bağlantılı suçlar konusunda çok önemli deliller vardır ve bu kişilerin ana davaya eklenmesi gerekir. Ancak 4483’e bağlı bir soruşturma açılırsa bu AİHM kararına aykırı olur. Çünkü AİHM bu yolu ortadan kaldırdı. Bu yoruma açık değil. Bu olursa hemen yine AİHM’e gideceğiz.
Siyasi iradenin önemli olduğunu söylediniz. Ama bunu hükümetten talep ettiğinizde Sayın Erdoğan bizim yargıyı etkileme görev ve salahiyetimiz yok diyor. Nedir buradaki siyasi iradenin üzerine düşen?
Bu cinayetin hazırlığı, işlenişi ve sonrasında delillerin ortadan kaldırılarak yargılamanın sınırlarının çizilmesi ve bu sınırların dışına çıkılmama konusundaki kararlı duruş çok güçlü ve organize bir yapının varlığına ve dolayısıyla devlete işaret etmektedir. Yargı süreçlerinde de bu gücün etkisi büyük. O zaman bunlara karşı yürütülecek mücadelede yargının da, kolluğun da desteklenmesi lazım. Örneğin bu olmadığında yazdığımız hiçbir yazıya, soruya cevap alamıyoruz. Çok basit talepler bürokratlarca engelleniyor. Biz yargıya müdahale edin demiyoruz ki! Bürokratınıza söz geçirin, kolluğu ve yargının talep ettiği hususlardaki desteğinizi sunun diyoruz. Bu olursa, ancak güçlü yapı ve zihniyet dönüşebilir.
Bunu taraf olarak mı yapıyorlar, yoksa korkuyorlar mı?
Bir kısmı ideolojik olarak taraf. Bir kısmı ise biliyorsunuz savcılar hakkında hâl kağıdı düzenlenir.
Bir çeşit karne yani?
Evet. Bu hâl kağıtlarında çok ilginç sorular vardır. Bu sorularla bu tip davalarda, devlete değen davalarda tavırlarının ne olması gerektiği onlara iletilir adeta. Zaten şu ana kadar Şemdinli savcısının başına gelenler gibi, bu işleyişin nasıl olduğunu biliyoruz. Bu da savcıların üzerinde çok etkili. Nasıl ki Ergenekon davasında belli bir destek sağlandıysa, Dink davasında da hükümetin desteği şart. İçişleri Bakanı Atalay’ın soruşturma açılmasının üzerine ertesi gün yaptığı açıklama son derece yanlış. Mesela bir gazetenin yazdığına göre Muammer Güler hemen başsavcıyı aramış. Başsavcı soruşturmayı yürüten savcıyı yanına çağırıyor. Bunların hepsi baskı demek. Nitekim bir gün önce soruşturma olduğunu ve hatta numarasını veren Savcı Mustafa Çavuşoğlu hemen ertesi gün, “Buna soruşturma demeyelim, inceleme diyelim” diye açıklama yapmak zorunda kaldı. Biz destek beklerken siyasetten engel geldi.
İstanbul 10. İdare Mahkemesi İçişleri Bakanlığını Dink’i yeterli delil olmasına rağmen korumadığı ve cinayeti engellemediği için mahkûm etti. Bu ne anlama geliyor?
Bu çok önemli. Düşünün bir yanda ana dava bu kısma bir türlü giremezken, İstanbul İdare Mahkemesi soruşturması izin vermezken, bir başka Mahkeme, idarenin kusurunu, ağır hizmet kusuru olarak niteliyor ve gerekçesini de çok önemli tesbitlere dayandırıyor, tıpkı AİHM gibi. Bu da tüm durumu açığa çıkarıyor. Böyle kararlar, yargı pratiğinde az ama çok önemli. Bu kararı da savcılığa verdik ve açılan son soruşturmaya delil olarak girdi. Şimdi, İçişleri Bakanlığı’nın bu kararı temyiz edip etmeyeceği de önem taşıyor.
Cumhurbaşkanı Gül Dink cinayetinde devletin ihmali olduğunu ve bundan üzüntü duyduğunu söyledi. Ardından da verdiği sözü tuttu ve Devlet Denetleme Kurulu’nu hareket geçirdi. Bu kurulun çalışmaları ne aşamada ve davaya etkisinin ne olmasını bekliyorsunuz?
Bizden idari tasarruflarla ilgili dosyalar istendi. Onları hazırlayıp vereceğiz. Sonra şifahi yani yüz yüze görüşmeler yapılacak. Rapor çıkacak. Bu sırada yeni bulgular elde edilirse dava dosyasına eklenecek. Tabii bunun bir de moral etkisi olabilir diye düşünüyorum. Siyasi desteğin eksikliğinin giderilmesi, devlet içi direncin kırılması Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink anlamında çok önemli.
© Tüm hakları saklıdır.