T24 - Hizbullah üyesi 30 kadar kadın, Lübnan, Güney Beyrut'taki bir jinekoloji kliniğinde araştırma yapan Birleşmiş Milletler özel mahkemesi ekibine saldırdı. Ekibi Lübnan ordusu kurtardı. Ayşe Karabat, Lübnan'da yaşananları "Sunni- Şii ekseninde yaşanancak yeni bir kaosun habercesi" olarak yorumladı.
Ayşe Karabat'ın Radikal'de bugün (29 Ekim 2010) yayımlanan yazısı şöyle:
“Eviniz yıkılmış” dediğimde, hiçbir yılgınlık belirtisi göstermeden, “Yeniden yaparız” demişlerdi omuzlarını silkeleyerek. “Eşiniz sakat kalmış” dediğimde “Gururumdur” yanıtını vermişlerdi, 2006’daki Lübnan-İsrail savaşında tanıştığım Hizbullah’ın kadınları. Şimdi bir kez daha partilerine ne kadar adanmış olduklarını gösterdiler. Hizbullah’ın kadınları, partinin Beyrut’taki kalesi Dahniye’de bir jinekoloji kliniğinde eski başbakan Refik Hariri’nin öldürülmesini araştıran Uluslararası Mahkeme’nin bazı yetkililerine saç saça baş başa saldırıp tartaklayarak evrak çantalarını da aldılar. Çarşamba günü gerçekleşen bu saldırıdan sonra ülkedeki gerginlik daha da tırmandı.
Uluslararası Mahkeme’nin savcısı Daniel Bellamere’in ofisi, bu tip saldırıların kendilerini yıldıramayacağını söylerken, şimdiki Başbakan Saad Hariri’nin liderliğini yaptığı 14 Mart koalisyonu güç kullanılmasının ülkeyi yalnızca iç çatışmaya biraz daha yaklaştırdığını öne sürdü ve bölgesel aktörleri kendi davaları için Lübnan’ı rehin tutmaya çalışmaktan vazgeçmeye çağırdı.
Yeni kaos habercisi
Bir süre önce gittiğim Beyrut’ta, konuştuğum birçok kişi, iç savaş beklentisi nedeniyle artan talep yüzünden silah fiyatlarının yükselmesinden şikâyet ediyordu ve ülkede yeni bir iç savaşın hızla yaklaştığını dile getiriyordu. Ancak bu seferki çatışma, Hıristiyan-Müslüman ekseninde değil, Sunni-Şii ekseninde alevleniyor ve bölgede de yeni bir kaosun habercisi olarak görülüyor.
Refik Hariri, artık Ortadoğu’nun JFK’si. Gerçek katillerini asla öğrenemeyeceğiz. Herkes neye inanmak istiyorsa ona inanmaya devam edecek. Ama ona düzenlenen suikastı araştırmak amacıyla kurulmuş olan Özel Mahkeme ülkeyi bölmek üzere. Bugünlerde herkes, Amerika, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Türkiye, Fransa, Mısır, İsrail ve hatta Irak’taki gruplar, Lübnan’ı bir ucundan tutmuş her zamankinden daha çok çekiştiriyor. Pazarlıklar, tehditler, liderler arasındaki görüşme trafiği her zamankinden de yoğun.
Lübnanlı dostlarımın üzerine spekülasyon yaptığı başka bir konu da, kendi Başbakanları Saad Hariri’nin ne yapacağı. Oğul Hariri herhalde bugünlerde kendisine “Baba, benim yerimde olsaydın ne yapardın” diye soruyordur. Saad Hariri, “Arkandayız, bizim sözümüzü dinlemeyen ve yola gelmeyen Suriye’ye karşı seni destekliyoruz, yürrü” diye babasına gaz veren batılı güçlerin suikasttan sonra, “Tüh..Yazık oldu adama”nın ötesine geçmeyen timsah gözyaşlarını unutmuş olamaz. Cinayetten hemen sonra Lübnan’da başlangıçta kendiliğinden gelişen ve Lübnanlıların ‘bağımsızlık intifadası’ dediği harekete ‘Sedir Devrimi’ demeye tercih eden Batılı güçlerin Hariri’nin öldürülmesini fırsat bilip, sevinçlerini gizlemeyerek duruma müdahil olma çabalarının Lübnan sokak hareketini baltaladığını da hatırlıyordur herhalde.
Lübnan Özel Mahkemesi’nin, Suriye, Irak konusunda istenilen yola biraz girince, sanık sandalyesine bu sefer de İran’ı sıkıştırmak için Hizbullah’ı oturtmaya hazırlandığının farkındadır. Oğul Hariri elbette Suudi Arabistan’ın babasının ölümünden Şam yönetimini sorumlu tuttuğunu biliyor ama krallığın temel derdinin bölgede Şii etkisini dengelemek olduğunu da.
Babası hayatta olsaydı...
Saad Hariri şimdi bir yol ayrımında. Bütün bu gerçekleri göz önüne alarak bir karar vermek zorunda. Ya Hizbullah, Suriye ve İran’ın istediği gibi Özel Mahkeme’nin güvenilirliğini yitirdiğini açıklayıp, ülkesini olası bir iç çatışmadan kurtaracak ama o zaman da Batılı dostlarını küstürüp, kendisini Lübnan’da destekleyenleri de hayal kırıklığına uğratarak siyasal anlamda neredeyse intihar edecek ya da mahkemenin iddianamesini bekleyip sonra da olabilecek her türlü kargaşaya razı olacak. Üstelik neye karar verirse versin, ülkesinde birçok istihbarat servisinin her zamankinden de yoğun bir biçimde cirit attığını da hesaba katacak. Ama eğer babası hayatta olsaydı ona şöyle derdi:
“Güzel ülkemiz kapsamlı bir Ortadoğu barışı olmadığı sürece, çekiştirenin elinde kalmaya mahkûm, ülkenin geleceği için o saate kadar eğil ki, kırılma ama benim sonumu da unutma.” Saad Hariri’nin işi gerçekten de zor. Hele ki Hizbullah’ın kadınları yeniden sahneye çıkmışken.
Kadın kliniğine erkekler girince...
Lübnan’daki gerilimi gösteren son olay Hizbullah’ın kalesi Güney Beyrut’taki bir jenikoloji kliniğinde araştırma yapan BM özel mahkemesi ekibinin, 30 kadar kadının saldırısına uğraması oldu. Biri Avustralyalı diğeri Fransız iki erkek ile tercümanlarını Lübnan ordusu kurtardı. Ekibin bazı evrakı da çalındı. Dr. İman Şarara, BM ekibinin kendilerinden kliniği 2003’ten beri ziyaret eden 17 hastanın telefon numaralarını aradıklarını aktardı. El Manar televizyonu böyle bir kliniğe erkeklerin gelmesini ‘skandal’ diye niteledi.