Gündem

Hilal Kaplan'dan Gülen cemaatine: Gâvura kızıp oruç bozmak çelişki değil mi?

Kaplan: Öcalan, hâlâ bildiğimiz Öcalan. O'nun 'megaloman, narsist ve ırkçı' söylemleri olduğu, yıllardır yayınlanan avukat görüşme notlarını takip eden herkesin malumu

06 Mart 2013 17:30

Yeni Şafak gazatesi yazarı Hilal Kaplan, Milliyet'te Namık Durukan imzasıyla "İmralı zabıtları" haberinin yayımlanması ardından bazı Gülen cemaati mensuplarının gösterdiği tavrı değerlendirdi. Gülen'in İmralı sürecinin başlangıcında yaptığı "Sulhta hayır vardır" açıklamasını hatırlatan Kaplan, "Sürece 'Öcalan'ın hatırı' için de destek verilmediğine göre, 'gâvura kızıp oruç bozmak' çelişki değil midir" diye sordu.

Hilal Kaplan'ın Yeni Şafak gazetesine  "Gülen Cemaati ve İmralı sızıntısı" başlığıyla yayımlanan (6 Mart 2013) yazısının tamamı şöyle :

Abdullah Öcalan'la BDP'li vekillerden oluşan heyetin görüşmesi, meseleye, şimdiye dek olmadığı kadar siyasî bir boyut kazandırdı. Çünkü her zamanki gibi avukatları değil, sivil siyaset içerisinde yer alan seçilmiş vekiller, nihayetinde bir mahkûmu ziyaret ediyorlardı. Cesaret gerektiren bir yola girildi ve yoldan çıkılmaması için toplumsal destek şarttı.

Bu bağlamda, Türkiye'deki en örgütlü sivil toplum hareketlerinden olan Gülen Cemaati'nin mevzuya yaklaşımı da azami önem arz ediyordu. İlk İmralı ziyaretinin ardından Gülen Cemaati'ne yakın olduğu düşünülen bazı kâlemler, kuşku ve kötümserlik aşılayan yorumlarda bulunmaya başlamıştı ki Fethullah Gülen Hocaefendi'nin tarihî 'Sulhta hayır vardır' açıklaması geldi. Kuşku ve kötümserlik bulutları dağılmaya yüz tuttu, kategorik karşıtlık yerini şartlı desteğe bıraktı.

Ne var ki, sızdırılan İmralı notlarıyla beraber, rüzgâr yine ters yönden esmeye başladı. Komplocu kişiliğiyle bilinen Öcalan, sıfatın hakkını verecek şekilde Hocaefendi ve hareketi hakkında, Yalçın Küçük'ü solda sıfır bırakan açıklamalar yapmıştı. Fakat bu açıklamaları, BDP heyetiyle ve kendi tabanıyla aralarında kalacak şekilde yaptığını düşünmesi de tüm politik doğruculukları bir yana koyup konuşmasına el vermiş olsa gerek. Yoksa aynı Öcalan, iki yıl önce Gülen Cemaati hakkında şu sözleri sarf etmezdi:

'Biz hiçbir zaman kendilerinin (Gülen cemaatinin) varlığını inkar etmedik, onlardan da bizi inkar etmemelerini bekleriz. Hem kendileri hem biz, gerek Türkiye'de gerek Ortadoğu'da önemli aktörleriz. Kendileri Türkiye'nin hatta Ortadoğu'nun demokratikleşmesinde rol alabilirler, önemli bir güçleri var. Ben, kendilerini bir tarikat-cemaat olarak görmüyorum. Biraz sivil toplum örgütü hatta bir siyasi parti işlevine sahip olduğunu düşünüyorum. Rolü önemlidir. Hatta Ortadoğu'nun bir siyasi partisi gibiler. Oldukça dinamik güçleri var, biz de dinamik bir gücüz. Bu iki dinamik gücün karşılıklı anlayış göstermesi ve dayanışma halinde olması durumunda Türkiye'de birçok temel sorun çözülecektir. Bu dayanışma sadece Türkiye'yi değil Ortadoğu'yu da etkileyecektir. Türkiye'de statükonun aşılması ve demokratikleşme süreci için herkes birlikte çalışabilir. Ortak zemin demokrasi olmalıdır.'

Ardından Gülen Cemaati'nin önemli isimlerinden Hüseyin Gülerce ile, Öcalan'ın avukatlarının yaptığı görüşme geldi. Her ne kadar, bu görüşme, bazı Cemaat mensupları tarafından tepkiyle karşılanmış olsa da bir eşiğin aşılmasına vesile olmuştu.

Geldiğimiz noktadaysa, Gülen Cemaati'ne kötücül bir gözle bakan, Hocaefendi'den 'ajan'mış gibi bahseden bir Öcalan var. Bu tablo karşısında, cemaate yakın kâlemler, haklı olarak öfke dozu yüksek yazılar yazdılar. Ancak aynı zamanda, sürece karşı olumsuz bakışlarına geri döndüklerini de gözlemlemek mümkün. Bu açıdan, sızdırılan notların, toplumsal destek bağlamında özellikle Gülen Cemaati'ni menfî yönde etkilediğini söylesek yeridir.

Dünkü Eyüp Can'ın yazısından öğrendiğimize göre de, Milliyet Yazı İşleri, notları kendi bakış açılarına göre 'kırparak' ve bazı yazılanları da bağlamından kopartarak yayınlamış. Mesela Öcalan'ın Emre Uslu ve Mehmet Baransu hakkındaki komplo teorilerini sansürleme gereği duymamışlar ama kendi yazarlarından birisinin adını o notlardan çıkarmayı akıl etmişler. Üstelik Baransu ve Uslu hakkında 'kontgerilla' diyen bir silahlı örgüt liderinin sözlerinden bahsediyoruz. Yani bu sözlerin ortaya dökülmesinden sonra 'açık hedef' haline getirilmeleri mümkün olan iki isimden. Anlaşılan 'gazetecilik etiği' sadece kendi yakınını korumayı gerektiriyor!

Bu noktada, Gülen Cemaati mensubu dostların, sürece ilk başta neden destek verdiklerini hatırlamaları, sızıntının amacına ulaşmaması için elzem. Öyle ya, Öcalan, hâlâ bildiğimiz Öcalan. O'nun 'megaloman, narsist ve ırkçı' söylemleri olduğu, yıllardır yayınlanan avukat görüşme notlarını takip eden herkesin malumu. Sürece 'Öcalan'ın hatırı' için de destek verilmediğine göre, 'gâvura kızıp oruç bozmak' çelişki değil midir?

Hocaefendi'nin kalpleri yumuşatan o tarihî sözlerini hatırlatarak çekilelim:

'Heyet-i milliye arasında huzur için katlanılabilecek her şeye katlanmak lazım. Sulh hayırdır. Hayır sulhtadır. Bölünüp parçalanmak istenen insanımız arasında sulh temin etmek için elden gelen herşeyin yapılması, gerekirse kan kusulması ama 'kızılcık şerbeti içmiştim' denilmesi gerekir. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.'

 

 

İlgili Haberler