Metin Münir
(Türkrus.com - 1 Aralık 2012)
İyi, daha iyi, çok iyi
Ozanköy
Saçlarımı kestirdikten sonra arabayı 'Ya Beleş'e sürdüm.
Çocukluğumda, sokak satıcıları, mallarının bedava denecek kadar ucuz olduğunu "Ya belleşşş!" diye bağırarak ilan ederlerdi. Yol kenarındaki bu üstü açık, salaş ama hayli müşterisi olan manav adını bu eski sokak çığırışından alıyordu.
Birkaç kilo mandalina alıp arabayı her zaman yüzdüğüm koya sürdüm.
Çevrede, kayaların üstünde duran mavi pantolonlu bir balıkçıdan başka kimse yoktu. Bir karga sürüsü 'grak grak' öterek koyun bir ucundan diğer ucuna uçtu.
Dağların üzerinde yağmur olmaya niyetlenen bulutlar birikiyordu ama güneşe kafa tutacak kıvama gelmemişlerdi. Güneş -yeryüzünün memesi - gözünü kırpmadan ışığını ve sıcağını yollamaya devam etti.
Dalgaların temizlediği kumların üzerinde kimse güneşlenmiyordu. Koy, sonbaharda ağaçların yapraklarını dökmelerinden daha büyük bir hızla, yüzücülerini dökmüştü.
Deniz, bakmaya doyulmaz, yeşil, mavi, şişedeki su berraklığında ve neredeyse kıpırtısızdı. İlk defa görüyordum bu rengi. "Tanrı denizi yaratırken aklındaki renk bu olmalıydı," diye düşündüm.
Mandalina yiyip bir süre bu dingin manzarayı seyrettim. Rahat olmam lazım ama içimden bir ses beni dürtüyordu. "Yeter artık, mandalina yemeyi bırak! Evde de yersin. Yüzeceksen yüz. Eve dön! Bilgisayara. Telefonlara. Televizyona. Gazetelere. İşin var!"
"İşin yok," dedim kendi kendime. "Kovuldun. Eskiden yapmak zorunda olduğun hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. İstersen burada oturup akşama kadar mandalina yiyebilirsin. Saatlerce yüzebilirsin. Sabaha kadar kumda uyuyabilirsin. Tamamen özgürsün!"
Kendimi ikna edemedim.
Yazının devamını okumak için tıklayınız