Gündem

Hayrettin Karaman: Türkçülük ham dava, üç nesil geri gidince kim halis muhlis Türk çıkar

"Ey Türk' diyecek yerde, 'Ey Müslüman' diye hitap edin"

04 Haziran 2015 14:54

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP çevrelerinde görüşleri dikkatle dinlenen ilahiyat profesörü Hayrettin Karaman, Türkçülük ve ırkçılık tartışmalarını irdeleyerek, "Dil bir anlaşma aracıdır. Türkün dilini ve bilgisini geliştirin, ama ona “Ey Türk” diyecek yerde, “Ey Müslüman” diye hitap edin. Onu gayrete getirmek istediğinizde bunu, Türklük namına değil Müslümanlık namına yapın. Dört beş senedir bu ham davanın arkasına düştünüz; bu size, diğer Müslüman kardeşlerinizi kırmaktan başka ne getirdi? Kim üç nesil geriye gidince halis muhlis Türk çıkar?" diye sordu. 

Karaman'ın Yeni Şafak'ta "Irkçılığa karşı İslam kardeşliği" başlığıyla yayımlanan (4 Haziran 2015) yazısı şöyle: 

(Bu yazıda Türkçü-ırkçılık örneği üzerinde durulmuş, ama hüküm ve değerlendirme, Kürtçülük vb. bütün ırkçılıklar ve etnik davalar için geçerlidir. H.K.)
Ahmed Naim Bey halis Türkçülerin tezini şöyle çürütüyor: 
Bunlar ile uzun boylu tartışmanın manası yok. Aşılamak istedikleri şey açıkça dinsizlik mefkûresidir. Halktan dini soyup onun yerine bir başka şey konamayacağını, “Allah'ın dinini hakim kılma: i'lây-ı kelimetüllah” uğruna kılı deprenmeyen bir herifin ta Kamçatka yaylalarındaki ırkdaşları için silaha sarılamayacağını, bin yıldan beri kardeşimdir dediği, bin yıldan beri sevincine ve kederine ortak olduğu, uğrunda hayatını feda etmekten çekinmediği din kardeşini bırakan bir kimsenin Sibirya'nın bilmem hangi boz ovalarında hristiyan mı, şamanî olduğu bilinmeyen Yakut kardeşini sevemeyeceğini düşünemeyen, Türklerin ikbal devirlerinin İslam dinine sımsıkı sarıldıkları dönemde olduğunu, gerileyip bozulmalarının ise iman ve inancın gerilemesi ile başladığını gizleyen kişilerle 
tartışma yeri herhalde bu makale değildir. 
Biz yalnız Türkçü-İslamcılarla dertleşebiliriz. Zira bunlarla İslam dairesinde anlaşmak, onlara hakikati din namına kabul ettirmek daha kolaydır zannındayım. Bunlarla yaptığımız tartışmalarda daha insaflı olduklarını gördüm. Bunlar gerçi Türk unsurunun zayıflığından, yardıma muhtaç olduğundan bahsederler, ama İslam camiasını (topluluğunu, ümmeti) kırmak istemezler. Bu camiayı, hem diğer Müslüman grupların (kavimlerin, ırkların) ayrılmaması hem de Türklerin daha kolay eğitilmesi ve yükselmesi için gerekli görürler. 
Ama bir noktada yanılıyorlar: 
“Türklük camiası (Türk birliği) İslam camiasını takviye eder, ırk davası İslam'a aykırı değildir, iki mefkûre birbiri ile çatışmaz, aksine birbirini tamamlar. İslam'dan nasip alamamış birçok gençleri, hiç değilse kavmiyet ve vatan davası ile İslam'a ısındırmaya çalışabiliriz…” diyorlar. 
Din imanı yanıbaşında bir de kavim imanı koyuyorlar. İçlerinde iman ve İslam'a bağlılıklarından asla şüphe etmediğim bazılarının, kavmi ile övünmesi islamî duyarlığına hiç zarar vermiyor, aksine “bir insan, Müslüman da olsalar diğer kavimlere karşı bir gurur duygusu içinde övünürse bu, onun yükselmesini ve ilerlemesini sağlar” diye inanıyorlar. 
Bunlarla tartışıp da davalarını savunamaz duruma düşürdüğünüzde “Ne yapalım, biz bu davayı bıraksak Türklük mahvolacak, Araplar ve Arnavutlar daha önce başladılar, biz meşru savunma durumundayız, başlatan daha zalimdir…” diyorlar. Ama Araplara dönseniz onlar da buna benzer mazeretler ileri süreceklerdir. 
Biz Türkçü-İslamcı kardeşlerimize deriz ki: 
Türkün yardıma ve irşada muhtaç olduğu inkar edilemez. Türkü bundan sonra da zarar verecek yorgunluklara salıp dünya ve ahiret saadetini düşünemeyecek hale getirmek haksızlıktır. Türkün sosyal, ekonomik ve ahlaki durumunu ıslah etmek takdire şayan, Allah katında makbul bir iştir. Bunu elde etmek için diline hizmet etmek, edebiyatını ruhunun gıdası haline getirmek, kavmin ilim ve amel (aksiyon) gücünü arttırmak pek mübarek bir vazifedir. Kendileri Türk olmadıkları halde Türkçe konuşan diğer Müslüman kardeşlerinizin de bu konuda size yardım etmeleri dini vazifedir. Fakat bu faaliyetlerin hiçbiri sizi, sınırı aşarak İslam öncesi kavimcilik davasına dönmeye, atalarla övünmeye sevk etmemelidir. Dil bir anlaşma aracıdır. Türkün dilini ve bilgisini geliştirin, ama ona “Ey Türk” diyecek yerde, “Ey Müslüman” diye hitap edin. Onu gayrete getirmek istediğinizde bunu, Türklük namına değil Müslümanlık namına yapın. Dört beş senedir bu ham davanın arkasına düştünüz; bu size, diğer Müslüman kardeşlerinizi kırmaktan başka ne getirdi? Kim üç nesil geriye gidince halis muhlis Türk çıkar? 
Cengiz'in yasasını, İlhan'ın yurdunu tanımak, Altın Ordu'yu anmak bize lazım değil; mazideki şirk ile övünülmez. Bize Muhammedî şeriatı, İslam yurdunu, İslam mücahidlerini bilmek, tanımak gereklidir. İslam şerefinin yanında kavmiyet şerefi anılmaya değmez! 
Bir kimse kavmine sırf kavmi olduğu için, haksız da olsa yan çıkar, tarafını tutar, yardım ederse bu meşru değildir; ama kavmine hak dairesinde ve hiçbir tarafa haksız ve düşmanca davranmaksızın yardım ederse bu meşrudur, güzeldir. 
İslam'ın hedefi, kavmiyet bağını, İslam bağı içinde eritmektir.