Görüşleri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve çevresi tarafından da dikkatle takip edilen Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Hayrettin Karaman "Saray'ın fetvacısı" sıfatına tepkili. Karaman, "Ben fetvacı değilim, saray da benden fetva sormaz" dedi.
Mayıs ayı başında yazdığı "Mevcut şartlarda devlet, milletin malına el koyabilir" ifadesininin yeniymiş gibi paylaşıldığını söyleyen Karaman "Bu yayını görünce derhal 12 Ağustos günü kendi feysimden (Facebook) gerekli açıklamayı ve yalanlamayı yaptım" ifadesini kullandı.
Karaman'ın "Kuyruklu yalan" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
ciddigazete.com isimli ciddiyetten ve faziletten uzak bir sosyal medya parçası bana izafeten (benim söylediğimi ve yazdığımı iddia ederek) bir yalanı yayıyor ve bunu da iktidar muhalifi -hatta mevcut şartlarda yaptıklarına bakılırsa millet ve memleket düşmanı- şahıslar mal bulmuş mağribi gibi kapışıp yayıyorlar.
Ne imiş efendim?
Ben demişim ki, “mevcut şartlarda devlet, milletin malına el koyabilir”.
Benim böyle bir fetvam yoktur ve olamaz.
Bu iddiaya mesnet kıldıkları bir yazı var, bu yazıyı Mayıs ayının başında yazmıştım; yazının hem bugün içinde bulunduğumuz şartlarla ve konu ile alakası yok, hem de dört ay önce yazılmış, ama kötü niyetli hainler hem yazının tarihini vermiyorlar, hem de çarpıtarak günümüze taşıyorlar, fetva diyorlar, halkı korkutup paralarını bankalardan çekmeye tahrik ediyorlar.
Bu yayını görünce derhal 12 Ağustos günü kendi feysimden gerekli açıklamayı ve yalanlamayı yaptım.
Bu yalanı, deve misali, yazıda düzeltmeye neresinden başlayacağımı şaşırdım.
Yine de birkaç cümle kurmanın faydalı olacağını düşünüyorum:
Evet devlet zarurete düştüğünde ve/veya olağanüstü hallerde ek vergi koyar, bazı hakları kısıtlar, savunma için gerekli ise özel araçlara ve bazı stratejik mekânlara geçici olarak el koyar, eski ifadeyle ihtiyat durumunda olanları (askerliklerini yapmış da henüz askerlik çağı dışına çıkmamış olanları) işinden gücünden ederek askere alır… Bunları bilmeyen yoktur ve kimsenin itirazı da olamaz. Ama bugün, evet adına ekonomik savaş vb. diyorlar ama mala-mülke el koyulacak bir olağanüstü hal ve zaruret söz konusu değildir.
Ülkemizin ekonomik durumunda, ileri sayılan devletlerde de emsali bulunan bazı sıkıntılar olsa da korkuya kapılacak bir kriz yoktur. Temel göstergeler normaldir, gerekli ihtiyati tedbirler zamanında alınmış, düzenlemeler yapılmış, krizleri en az zararla atlatmanın yolları açılmıştır. ABD’nin, haksız, çirkin ve sömürgeci hedeflerine ulaşmak için Türkiye başta olmak üzere birçok devlete karşı başlattığı ticaret savaşı eninde sonunda onu vuracak, karşısındaki devletler kısmen zarar etseler de sakin, akıllı ve tedbirli davranmaları şartıyla kazançlı çıktıkları alanlar da olacaktır.
TC. laik bir ülkedir, bu ülkede kararlar fetvalarla alınmıyor, anayasa ve kanunlar devletin organlarını, organların yetkilerini, bu yetkiler içinde karar alma ve yürütmenin kurallarını belirlemiştir. Devletin içinde yer alan Diyanet’in de yetkisi “Halkı din yönünden aydınlatmak ve dini mekânları yönetmekten” ibarettir.
Hakkımda çıkarılan ve zaman zaman gündeme sokulan “saray fetvacısı” şeklindeki çirkin ifadenin aslı faslı ve gerçekliği yoktur. Ben bir fetvacı (müfti) değilim, saray da benden fetva sormaz.
Cumhurbaşkanımız ve ilgili bakanımız “mala el koyma” iddiası ve şayiasının asılsız ve ihanet olduğunu açıkladılar; bu da fetva ve uygulama niyeti olmadığının kesin delilidir.
Bu münasebetle cahil medya mensuplarına bir hususu daha hatırlatmakta fayda görüyorum:
Bugün ülkemizde yüzden fazla İlahiyat Fakültesi ve buralarda binden fazla İslâmî ilimler hocası vardır. Bu doktoralı hocalar birçok dini konuda araştırma ve inceleme yapar, bunları kitaplarda, dergilerde ve sitelerinde yayınlarlar. Bunların hiçbiri fetva değildir.
Peki, fetva nedir?
Dinimiz, bilmeyenin bilene sormasını farz kılmıştır. Din konusunda yeterli bilgisi olan bir kimseye, bu konuda yeterli bilgisi olmayan bir Müslüman gider, bilmek istediği din bilgisini almak üzere sorusunu sorar, o kişi de soru sahibinin durumunu ve maksadını göz önüne alarak gerekli açıklamayı yapar; işte buna fetva denir; fetva şahsîdir, soranla ve mevcut durumla alakası vardır. Şeriatla yönetilen ülkelerde ise resmi fetva makamı vardır, devlet gerektiğinde oradan fetva alır.
Bir ilim adamı bir konuda tespitlerini, tercihini, görüşünü, araştırma sonucunu yazdığında bu fetva değildir.
Tıp konusunda kitaplar vardır, bu kitaplarda hastalıklardan ve bunlarla ilgili tedaviden ve ilaçlardan da söz edilir, ama bir kimse bunları bir kâğıda yazıp eczaneye gitse bu kâğıt reçete olarak kabul edilmez. Reçeteyi doktor, fetvayı da müfti verir. Her ikisinin de özel şartları, şekli ve mahiyeti vardır.
Ben yaklaşık elli yıl önce Abdülkerim Zeydan’a ait yetmiş sayfalık bir makaleyi “İslâm Hukukunda Zaruret Hali” başlığıyla tercüme etmiş ve yayınlamıştım. “Günlük Hayatımızda Helaller ve Haramlar” isimli kitabımda da zaruret hali hakkında gerekli açıklamayı yaptım. Merak edenler bunları ve başka arkadaşların yazdıklarını okuyabilirler, ama bunlar fetva değildir, inceleme, araştırma, görüş açıklamadır. Fetva makamları bunlardan ve başka kaynaklardan yararlanarak özel konuda özel açıklamaları yaparlar. Ülkemizde fetva bireyseldir, devlet fetva almaz.