Hasan Cemal, "Gazeteci milleti, hayal kırıklıkları, Nuray Mert..."
Milliyet-(23 Şubat 2012)
T24 - Bugün varsın, yarın yoksun. Not düşe düşe, yürüyüşe devam! Tek çarem bu. Yazmak, yine yazmak ve kendi doğru bildiğim değerleri yapayalnız da kalsam savunmaya devam etmek... Benim kendi hayal kırıklıklarımdan çıkarabildiğim ders bundan ibaret.
Televizyonu açtım sabah vakti. Elimde kumanda aleti oradan oraya dolaşıyorum.
Karşımda Başkan Obama.
Elinde mikrofon, yüzüne yayılan o kocaman ve sıcak gülümsemesiyle şen şakrak şarkı söylüyor.
Yanında eşi, tempo tutuyor.
Beyaz Saray’da etraf neşe içinde, kimse yerinde duramıyor. Amerikan Başkanı söylüyor, herkes dans ediyor.
Ne güzel, içim ısınıyor.
Elbette bizimkileri anımsıyorum.
Kin sözcükleriyle, idam sehpası ve yağlı urgan nutuklarıyla, ben olsam ipe çekerdim söylemleriyle siyaset yapan ya da yaptıklarını sanan liderlerimizi...
Kürsüye çıkıp mikrofonu önünde görünce derhal burun delikleri gerilen, bağırıp çağırmaya başlayan, muhataplarını elinde cetvel öğretmen edasıyla azarlayan başbakanlar, parti liderlerimiz gözümün önünden geçip gidiyor.
Hiç değişmeyen birşey var.
O tuhaf, kavgacı siyasal kültür...
Yakamızı hiç bırakmıyor.
1950’lerden bu yana bakın, siyaset sahnesinde liderlerin özellikle ikili kavgaları hiç bitmedi.
Hep kavga ettiler.
Hep bağırıp çağırdılar.
1950’lerin Menderes-İnönü kavgaları...
1960’ların Demirel-İnönü’sü...
Sonra 1970’lerin Demirel-Ecevit’i...
1980’lerde Özal’la Demirel...
1990’ların Çiller’le Yılmaz’ı...
Günümüzün kavgaları da malum.
İlginç olan şu:
Tek başına iktidarda olan, parlamentoda mutlak çoğunluğa sahip liderler, başbakanlar da bu kavgacı tarzı elden bırakmıyor.
Tam tersine...
İktidarda güçlendikçe, var mı bana yan bakan edası ağır basıyor siyaset üsluplarına.
Yumuşayacak yerde sertleşiyorlar.
Tahammülsüzlük emareleri çoğalıyor.
Bunu çok izledim bizim politikada.
Maalesef bugün de izlemekteyim.
Bu yazıyı yazarken Nuray Mert’in internete düşen açıklamasını haber verdiler.
Okuduktan sonra bu yazımı kestim.
Ve şu notu önce düştüm:
Hayal kırıklıkları...
Kırk yılı geçen meslek hayatımda o kadar çok yaşadım ki bu duyguyu...
Cumhuriyet’teki genel yayın yönetmenliği yıllarımda tek tük de olsa bazı arkadaşlarımı ben de işten çıkarmak zorunda kalmıştım.
Sonra Sabah ve Milliyet’te bazı meslektaşlarımın işlerine son verilirken seyirci kalmış ve bu sessizliğimden dolayı fena halde rahatsız olmuştum.
Bunlar hayal kırıklıklarıdır.
Benim hayal kırıklıklarım...
Evet biliyorum.
Bazen patron, bazen yönetici, öyle olur ki değişik nedenlerle bir gazeteciyle, bir köşe yazarıyla artık çalışmak istemeyebilir.
Ama böyle örnekler günümüzde çoğalıyor, gitgide sıklaşıyor.
Ne yazık ki öyle.
Üstelik bu can sıkıcı örneklerin kökleri Ankara’ya kadar uzanıyor. Siyasal iktidar odaklarından kaynaklanan farklı, eleştirel seslere tahammülsüzlük, yazın bir kenara, her geçen gün artıyor..
Bu hayra alamet değil.Haber kanalları ve gazete köşelerindeki yerlerini kaybedenlerin sayısı
çoğalıyor.
Son olarak Ece Temelkuran’la Mehmet Altan’dı. Şimdi Nuray Mert de mi onlara katılmaya hazırlanıyor?..
Nuray Mert’in açıklamasını okuyorum.
Bazı bölümleri şöyle:
“Bu ne ilk kez benim başıma geliyor, ne de benim başıma ilk kez geliyor. Türkiye’de özgürlükler ortamının geldiği nokta hepimizin malumu.
Siyasi görüşlerimi beğenen veya beğenmeyenler olabilir. Ancak beğenmeyenlerin tuttuğu yol susturmak veya susturulunca sevinmek değil, tartışmak veya hiç dikkate almamak olmalıydı, olmadı.
İzninizle, en sevdiğim yazarlardan Arif Altan’ın sözleri ile bitireyim:
‘Kendine yetemeyen, kendine söz geçiremeyen, kendinden bir yapıt, kendinden bir güzellik meydana getirecek güçten yoksunların saplandıkları hükmetme arzusu...
İktidar, tanrının ya da doğanın, insanın kusurlu varlığına kestiği bir ceza.
Kimsenin sahip olamayacağı, ona göz dikenlerin onun kölesi olacağı, onun herkese sahip olabileceği korkunç bir hastalık...
İktidarla mutlu gelecek arayan, düşüncenin hangi doruklarında parende atarsa atsın bugünü de yitirmekle mükellef...’
Selam ve sevgilerimle,
Nuray Mert.”
Bugün varsın, yarın yoksun.
Not düşe düşe, yürüyüşe devam!
Tek çarem bu.
Yazmak, yine yazmak ve kendi doğru bildiğim değerleri yapayalnız da kalsam savunmaya devam etmek...
Benim kendi hayal kırıklıklarımdan çıkarabildiğim ders bundan ibaret.
Başka ne yapabilirim ki?..