T24 - Hasan Cemal- Milliyet gazetesi (16 Şubat 2012)
Gülen Cemaati’nin, günlük deyişle Fethullahçıların hem güçlü hem becerikli olduklarını, organize hallerini gayet iyi bilen biriyim. Nereden mi? Futboldan...
Ben Gülen Cemaati’nin, günlük deyişle Fethullahçılar’ın gücünü gayet iyi bilen biriyim.
Hem güçlü, hem becerikli olduklarını rahatça söyleyebilirim.
Nereden mi biliyorum bunu?
Futboldan.
Evet öyle. Yurtdışındaki organize halleri çok iyidir.
2008 yılında Avrupa Futbol Şampiyonası’nı izliyordum. Türkiye yarı finale kalmış, Basel’de Almanya’yla oynayacaktı.
Oteller, pansiyonlar doluydu. Yer bulamıyordum. Cemaatten bir meslektaşımı aradım, derdimi anlattım. Çok geçmedi cep telefonum çaldı, birkaç saat içinde yatacak yer bulunmuştu Basel’de...
2010’da Güney Afrika’daydım.
Dünya Kupası’nı izliyordum.
Önemli maçlardan biri Durban’da, diğeri Cape Town’daydı. Yine otel yoktu. Cemaat harekete geçti ama bu kez nafile... Sonunda beni her iki şehirde de Gülen Cemaati okullarının yurtlarında misafir ettiler. (*)
Başka nerden biliyorum cemaatin gücünü?..
Büyük iş dünyasından, ‘beyaz Türkler’den bazı ünlü isimlerin zaman zaman Amerika’ya, Fethullah Hoca’ya yaptıkları ziyaretlerin de cemaatin gücü konusunda fikir verdiği söylenebilir.
Fethullah Hoca’yı 1990’ların ilk yarısında ben de tanımıştım. Değişik ortamlardaki sohbetlerine tanık olmuştum.
Daha çok hoşgörü, diyalog ve uzlaşının çerçevesini çizdiği bu sohbetlerde Fethullah Hoca’nın bazı fikirlerinden ve o huzur içindeki kendi kendisiyle barışık hallerinden etkilenmiş, yazılarımda bu havadan olumlu bir dille söz etmiştim.
Cemaatten en çok gazetecileri tanıyorum. İyi gazete yapıyorlar. Gündemine gerçekten hâkim ciddi gazeteciler var aralarında.
Brüksel’e, Washington’a, Arap coğrafyasındaki Kahire gibi bazı başkentlere her gittiğimde cemaatten olduklarını bildiğim o meslektaşlarımla da teması ihmal etmem.
Cemaat iş dünyasında da var.
Üniversite dahil eğitimde de var.
Peki, yargı ve polis ne oluyor?
Cemaatin devlet içinde, özellikle yargı ve poliste güçlendiği, bazı kritik noktalarda son derece etkili olduğu konusunda fazla kuşku yok.
Özellikle ‘askeri vesayet’in geriletilmesinde, yani Ergenekon ve Balyoz’da doğrularıyla yanlışlarıyla çok etkili roller üstlendikleri de malum...
Polis ve yargıdaki Fethullahçılar, KCK operasyonlarıyla birlikte son ‘MİT olayı’na kadar uzanan bir başka kritik -ve bence yanlış olan- rolü Kürt sorunu ve PKK konusunda oynadılar.
Evet, bu yanlıştı.
Ama Başbakan Erdoğan’a karşı bir ‘yargısal darbe girişimi’ sayılabilir miydi bu soruşturma girişimleri?
Bu abartılı bir bakış açısı.
Fazla komplo kokuyor.
Peki, cemaatin özellikle yargı-polis ikilisinin devlet içindeki gücü Ak Parti iktidarını, Başbakan Erdoğan’ı rahatsız etmiyor mu?
Öteden beri ediyor.
Balyoz davasındaki bazı gelişmeler ya da İlker Başbuğ olayı Tayyip Erdoğan’ı rahatsız etmedi mi?
Ettiği konusunda kuşku yok.
Erdoğan son milletvekili seçimlerinde cemaatin Ak Parti şemsiyesi altında Meclis’e fazla girmesine çizgi çekti mi?
Çekti hem de ciddi şekilde...
Ankara’da, ‘iktidar içi mevzilenmeler’de hükümet cemaati frenliyor mu? Fazla söz hakkı elde edecekleri kritik noktalara gelmelerini engelliyor mu?
Evet öyle.
Bu da cemaat çevrelerini hiç kuşkusuz rahatsız ediyor.
Şu bir gerçek:
Cemaat, Erdoğan’ın kolunu bükemez. Böyle bir gücü yok. Ayrıca cemaat iktidarla, Erdoğan’la kavga etmek de istemez.
Öte yandan, Erdoğan’ı icraatları konusunda bazı açılardan yetersiz gören ve eleştiren bir cemaat var. Ama bu konularda da soğukkanlı, eski deyişle teenni içinde hareket etme eğilimi ağır basıyor cemaat odaklarında...
Cemaat ‘kavga’dan yana değil.
Özellikle ‘devlet’le...
Bu tavrı yeni de değil. Eskiye, 12 Eylül’e, hatta 28 Şubat’a kadar gidiyor.
‘MİT krizi’yle ilgili son gelişmeler de, galiba cemaatin ‘kavgacı’ olmayan o geleneksel tavrına işaret etmiş durumda...
Anlaşılan o ki:
Erdoğan şu sıralar çizgiyi çekiyor, cemaat de fazla ses etmiyor.
Cemaat bu ülkede devleti ele geçirebilir mi?
Böyle bir niyeti var mı, bilmiyorum, pek ihtimal de vermiyorum. Ayrıca, cemaatin devleti ele geçirebilecek böyle bir gücü olduğunu, olabileceğini de sanmıyorum.
Bir başka soru:
Gülen Cemaati kendi içinde tek parçalı mı? Değişik konularda farklı kanatlar, değişik bakış açıları yok mu?
Elbette var.
Herkes her konuda aynı düşünmüyor. Bunun örnekleri zaman zaman suyun yüzüne vuruyor.
Bir soru daha:
Diyelim cemaatten bir savcı, cemaatten bir polis görevini yaparken kanunların sesine mi kulak verir?
Yoksa cemaatin mi?
Kanunun sesine kulak veriyorsa, kendi inancını yasalarla karıştırmıyorsa, herhangi bir mesele yoktur.
Ama tersi sorundur.
Kanunu çiğnediği için adalet yakasına yapışmak zorundadır.
Devletin içinde farklı dünyaları olan, farklı görüşlerde olan insanların, hukuka ve yasalara saygılı olarak çalışmaları halinde herhangi bir sakınca olmaz.
Bu arada Gülen Cemaati dünyasından tanıdıklarım az değil. Dostluklarım da var. Zaman zaman ayrı düştüğümüz, tartıştığımız oluyor.
Özellikle Kürt sorununun şiddet ve silahla bağının nasıl koparılacağı konusunda anlaşamıyoruz. Bu çerçevede yer alan ‘MİT krizi’nde de anlaşamadık.
Olabilir.
Şunun altını çizmek isterim.
Benim cemaatten tanıdıklarım demokrasiyi genel olarak benimsemiş insanlar...
Evet, önemli olan demokrasi ve hukuk devletini ortak platform olarak kabul edip barış ve huzuru öyle yakalamaktır.
Son söz:
Kimse benim Gülen Cemaati uzmanı olduğumu falan sanmasın. İzlenimlerimi notlar halinde şöyle bir özetlemeye çalıştım, o kadar.