T24 - Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi profesörü Büşra Ersanlı'nın KCK soruştumasından gözaltına alınmasını kınadı. aklıma üç soru takıldı diyen Cemal, " Soru bir: Meydanda sadece ‘Ak Partili Kürt’ mü kalsın istiyorsunuz?.. Soru iki: Yoksa, Ak Partili olmayan bütün Kürtler de dağa çıksa iyi olur diye düşünenler mi var saflarınızda? Soru üç: Türkiye’nin 1990’larda içine çekildiği ‘tuzak’, bugün daha farklı bir makyajla yeniden mi tezgâhlanıyor?" diye sordu.
Hasan Cemal'in Milliyet'te "Sadece ‘Ak Partili Kürt’ mü istiyorsunuz?" başlığıyla yayımlanan (30 Ekim 2011) yazısı şöyle:
Sadece ‘Ak Partili Kürt’ mü istiyorsunuz?
Prof. Dr. Büşra Ersanlı’yı 12 Mart darbe döneminden ve o yıllarda çektiği acılardan tanıyorum, hayatta demokrasi ve insan hakları çizgisindeki yürüyüşünü biliyorum.
İstanbul’daki bir KCK operasyonunda önceki gün gözaltına alındığını öğrenince aklıma üç soru takıldı.
Soru bir:
Meydanda sadece ‘Ak Partili Kürt’ mü kalsın istiyorsunuz?..
Soru iki:
Yoksa, Ak Partili olmayan bütün Kürtler de dağa çıksa iyi olur diye düşünenler mi var saflarınızda?
Soru üç:
Türkiye’nin 1990’larda içine çekildiği ‘tuzak’, bugün daha farklı bir makyajla yeniden mi tezgâhlanıyor?
Bu sorularım yeni değil.
KCK operasyonlarının 2009 yılı baharında başlamasından beri sürekli soruyorum.
Çünkü bu operasyonlarla, Diyarbakır’da devam eden KCK davasının Kürt sorununda barışçı çözümü daha çok çıkmaza ittiği kanısındayım.
Hem bu köşede, hem son kitabımda aynı noktayı vurgulamaya devam ediyorum.
Eğer PKK’nın dağdan inmesi, silah bırakması gerçekten isteniyorsa, o zaman siyasetin yollarını genişletmekten başka çare yok.
Silah değil siyaset diyorsanız, o zaman ‘şehirdekiler’e dokunmayın. Dokunmayın ki, dağın yolu kesilebilsin.
Ama tersi yapılıyor.
Siyasetin alanı daraltılıyor.
Özgürlükler budanıyor.
Terörle Mücadele Yasası, olanca acımasızlığıyla işliyor. Eline silah almayanlar, savaşı değil barışı savunanlar -en son değerli meslektaşım Neşe Düzel örneğinde olduğu gibi- terörist gibi yargılanıyor ya da hapsi boyluyorlar.
1990’lar da böyleydi.
İtiraz seslerini duyabiliyorum.
Ama unutmayın:
Terörle Mücadele Yasası, altında yatan ve bugün de değişmemiş olan antidemokratik zihniyetiyle 1991 başında çıkmıştı.
1990’larda Kürt partileri kapatılıyordu.
Bugün de kapatılıyor.
Kürtlerin oylarıyla seçilmiş milletvekilleri 1990’larda hapse atılıyordu.
Bugün de atılıyor.
Kürtlerin oylarıyla seçilmiş belediye başkanları, belediye meclisi üyeleri 1990’larda hapsi boyluyorlardı.
Bugün de boyluyorlar.
1990’larda Kürt gazeteciler eksik olmazdı cezaevlerinden.
Bugün de öyle.
1990’larda medyadan devlete hizmet arzı beklenir, iktidar sahipleri bunun için medyaya baskı yapardı.
Bugün de farklı değil.
Şimdi diyebilirsiniz ki:
“1990’ların faili meçhul cinayetleri bugün yok ama...”
Evet yok.
Ama şu var:
1990’ların o korkunç döneminde, ensesinden tek kurşunla hayata veda edenlerin yerini, bugün artık KCK operasyonları ile kitleler halinde hapse atılanlar alıyor. O zamanların bedeli hayattı, bugün de özgürlük denebilir.
Buna duyarlı olmalıyız.
Demokrasi diye, hukuk diye, özgürlük diye, insan hakları diye itirazları olanların KCK operasyonlarının önünü arkasını iyi düşünmeleri lazım.
Şu da söylenebilir:
Soğuk savaş döneminin milliyetçi-muhafazakâr dünyasında kendini belli etmiş olan anti-komünistlik, bu kez 2000’lerde anti-Kürtlük olarak sahneye çıkarsa yazık olur, demokrasi açısından...
İçtenlikle demokrasi diyen herkesin buna izin vermekten kaçınması gerekiyor.
“Teröre rağmen demokrasi!” deyip de demokrasinin içini -farkında olarak ya da olmayarak- dolduramazsak yazık olur.
Gidiş iyi değil.
Ve böyle giderse, korkarım, Türkiye’nin bugünkü cezaevi kapasitesi yetmeyecek. Yeni yeni hapishaneler inşa etmeniz gerekecek.
Çünkü PKK’lı Kürtleri, KCK’lı Kürtleri, BDP’li Kürtleri, hatta -Büşra Ersanlı örneğindeki gibi- Türkleri içeri atmaya devam ederseniz, bölge 1990’lardaki gibi koskoca bir hapishaneye dönüşür.
Seçtiğiniz yol yanlış.
Bu yol, Kürt sorununu derinleştirir.
Bu yol PKK’ya darbe vurur ama bitirmez.
Ve PKK’nın bugün yürümekte olduğu yol da çıkmaz yoldur.
Çok kan akacak.
Yazıktır, günahtır.
‘Barış süreci’ne giden yolu kısaltmak lazım. Devlet adamlığı, liderlik bunu gerektiriyor.
Daha bir iki yıl önce Kandil’den gelen PKK temsilcisinin karşısına, kendi ‘özel temsilcisi’ni, (bugünün MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı) oturtabilecek kadar siyasal cesaret ve kararlılık sergilemiş bir Başbakan, Sayın Erdoğan, Oslo benzeri bir barış sürecini yeniden başlatabilir, başlatmalıdır.
İkincisi:
İmralı’yla Kandil, PKK saldırılarını, PKK’nın şiddet eylemlerini durdurmak için bir an önce düğmeye basıp ateşkes ilanını sağlamalıdır.
Üçüncüsü:
Türklerin ve Kürtlerin ortak platformlarda savaş değil barış sloganıyla buluşmaları temenni edilir.
İyi pazarlar!