Hasan Cemal
(Milliyet - 28 Temmuz 2012)
Kuzey Suriye'ye müdahalenin şifreleri
Türkiye’nin yılları 1980’lerde, özellikle 1990’larda Kuzey Irak’a girip çıkmakla geçti. Özel kuvvetler bu coğrafyada cirit attı durdu. İstediği zaman PKK’ya karşı operasyon yaptı, baskın düzenledi.
Bunun adı ‘sıcak takip’ti.
Saddam Hüseyin’in sesini çıkaracak hali yoktu, Washington’un rızası vardı.
1992’yi anımsıyorum.
Barzani’nin peşmergeleri aşağıdan, Türk Silahlı Kuvvetleri yukarıdan PKK’yı Kuzey Irak’ta kıskaca almış, gazete manşetlerine sandviç operasyonu diye geçmişti askeri harekât.
1995’i anımsıyorum.
Belki de en büyük askeri operasyondu. Hasan Kundakçı Paşa’nın Silopi’deki karargâhında kendi el yazısıyla bir kağıt parçasına yazıp bana verdiği, “Yardımcı olun!” pusulasıyla Habur’dan girip dolaşmıştım operasyon alanlarını.
Darkarajan’da özel kuvvetlerin bastığı bazı PKK kamplarını görmüştüm.
Dağlarda durum buydu.
Şehirlerde faili meçhul cinayetler ile devlet, hukuk dışına kayarken Susurluk çukuru derinleşiyordu.
Çok geçmedi Öcalan da yakalandı, İmralı’ya hapsedildi.
O dönemin zafer çığlıklarını bir an hatırlayın. Peki ya sonuç?.. Kısır döngü kırıldı mı?..
PKK bitti mi? Hayır.
Kürt sorunu çözüldü mü? Hayır.
2000’lerin başında bir ara bu kez Mesut Barzani hedef gösterilmişti. Hatta, Barzani’nin Selahattin’deki kartal yuvasına benzeyen yönetim sarayına birkaç bomba atılması bile gündeme getirilmişti necip Türk basını tarafından...
Yetmedi, felaket kış koşullarında Kuzey Irak’a bir kez daha girdi Türk ordusu...
Ne oldu?
Hiç!
Uzatmak istemiyorum.
Başbakan Erdoğan’ın, “Kuzey Suriye’deki gelişmelere eyvallah demeyiz. PKK’nın sızmasına müsaade etmeyiz, müdahale ederiz” sözlerini okuyunca, Türkiye’nin PKK ve Kuzey Irak macerası bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti.
Kuzey Irak’a müdahaleler ne sonuç verdi ki, şimdi de Kuzey Suriye’ye askeri operasyona bel bağlanacak?
Cengiz Çandar dün Radikal’deki güzel yazısında, Suriye’nin kuzeyine girmenin sakıncalarını şöyle özetlemişti:
“Türkiye’nin PKK-PYD bahanesiyle Nusaybin’den, yani Mardin ili sınırlarından Hatay ili sınırlarına uzanan bir hatta Suriye topraklarına girmesinin çeşitli anlamları vardır:
1- Bu, milyonlarca kendi Kürt’üyle sorununu halledememiş ve kendi ülkesinde yasal bir parti olan BDP’ye kan kusturan bir iktidarın, Suriye Kürtleri’ne karşı silahlı işgal hareketine girmesi gibi sunulur ve öyle algılanır ki, Irak Kürtler’iyle tutturulmuş ilişkileri de korumak imkânsızlaşır ve iş, Türkiye ile tüm Kürtler arasında bir düşmanlığa taşınır ve dönüşür.
2- Her ne gerekçe ile olursa olsun, Türkiye’nin Suriye topraklarına tek başına ve hiçbir uluslararası meşruiyet örtüsü altına girmeden asker sokması, Türkiye’nin tümünü Rusya-İran provokasyonuna açık hale getirir. Bölgesel denklem toptan ve adı konmadan, ilan edilmeden, kendiliğinden değişmiş olur.
Başbakan Erdoğan bir dönem ‘Kazan-Kazan’ formülünden çok hoşlanırdı. Suriye’deki son gelişmeler karşısında benimsediği formül ise, tipik bir ‘Zero-Sum Game’, yani ‘sıfır toplamlı oyun...’
Bundan bir kazanç çıkmaz. Bu, mayınlarla dolu çıkmaz yol, ülkeyi gereksiz sıkıntılara sürükleyeceği gibi, kendi siyasi kariyeri açısından da çok sakıncalı gözüküyor.
Suriye konusunda başlangıçta doğru bir rota benimseyen iktidar, son dönemde akıl almaz hataları üst üste işliyor.”
Cengiz Çandar böyle diyor, doğru diyor.
Sözü uzatmanın anlamı yok.
Meselenin özünü -yani Kürt sorununu-gözardı ederek, macera aramaya kalkışmak çıkmaz yoldur.
Ak Parti iktidarı, özellikle 1990’lara isabetli teşhis koymadan ve o yıllardan doğru dersler çıkarmadan önünü göremez çünkü...