Çizgi: Tan Oral
20 Temmuz 2021 00:00
"Sıla derdine düşünce anlarsın
Yunanlıyla kardeş olduğunu
Bir Rum şarkısı duyunca gör
Gurbet elde İstanbul çocuğunu
Türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
Olmuşuz kanlı bıçaklı
Yine de bir sevgidir içimizde
Böyle barış günlerinde saklı
Bir soyun kanı olmasın varsın
Damarlarımızda akan kan
İçimizde şu deli rüzgâr
Bir havadan"
Bu dizeleri 1974'te Kıbrıs adasına Türk askeri çıkartılması emrini verecek olan Başbakan Bülent Ecevit, Londra'daki gurbet günlerinde, 1947'de yazdı. Türk ve Yunanların tarihi ne kadar iç içe geçmiş olsa da iki milleti bölen hiçbir zaman sadece Ege Denizi değil, aynı zamanda iki milletin milliyetçi duygularını sıkça kullanan siyasetçilerdi.
Yunanistan'ın darbeci cuntası da tarafların sayısız defa kullandığı bu silahı 1974'te bir kez daha faşist "Enosis" hayali ile devreye soktu. Dimitrios Yoannidis'in cuntası 1973'te Yunanistan'da darbe yaptıktan sonra, onu destekleyen milliyetçi Rumlar 74'te Atina ile ters düşen III. Makarios'u devirdi. Devamında başını EOKA'nın çektiği milliyetçi gruplar Türk köylerine saldırdı. İngiltere ve ABD'nin ortak harekât konusunda isteksiz kalmasının ardından 20 Temmuz 1974'te Türk Mukavemet Teşkilatı lideri Rauf Denktaş sabah saatlerinde radyodan meşhur, "Bugün, bu anda kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs'ın her yanında havadan ve denizden çıkarma yapmaktadır. Gazanız mutlu olsun" anonsunu yaptı. Ecevit-Erbakan liderliğindeki CHP-MSP (Milli Selamet Partisi) koalisyonunun yönetimde olduğu Ankara'nın emriyle bu anons eşliğinde saat sabah 06.00'da TSK havadan ve denizden adaya çıkarma yaptı.
20 Temmuz'daki ilk harekâtta Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) kararını kabul etti ve 3. günde ateşkes ilan edildi. Müdahale sonucunda hem Kıbrıs hem de Yunanistan'daki Enosis yanlısı hükümetler görevi bıraktı.
Ateşkesten sonra Cenevre görüşmeleri başladı, 14 Ağustos'ta Türk köylerinde soykırım girişiminin devam ettiğine dair haberler gelince ve Türk tarafı görüşmelerin sonuçsuz kalacağı kanısına varınca Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Turan Güneş, Ecevit'i aradı ve kızının adıyla şifrelenen ikinci harekât için "Ayşe tatile çıksın" dedi. Güneş'in mesajı üzerine TSK ikinci harekâtı başlattı ve adanın yüzde 38'inin kontrolünü sağladı; Rum kuvvetlerini bugün Yeşil Hat denilen, o zamanki adıyla Atilla Hattı boyunca geriye itti. Adaya soykırımı önleme hedefiyle başlayan harekât başarılı olmuştu. Aynı gün, bugün hâlâ garantör ülkelerin çözüm geliştiremediği bölünmüş Kıbrıs sorunu doğdu.
Adanın kuzeyinde 1976'da Kıbrıs Türk Federe Devleti Kuruldu, 15 Kasım 1983'te de self determinasyon (kendi kaderini belirleme) hakkı kullanıldı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi. Artık Akdeniz'in en büyük 3. adasında iki devlet vardı. Aynı zamanda KKTC'nin uluslararası tanınırlık sorunu başladı
Günümüzde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilk gün olduğu gibi sadece Türkiye tanıyor. Dünyanın geri kalanı tarafından adada tek devletin var olduğu, bu devletin de Türkiye'nin diplomatik olarak tanımadığı ve Türkiye'de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olarak nitelendirilen Kıbrıs Cumhuriyeti olduğu kabul ediliyor. Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıyan ülkeler adanın tamamının bu devletin bayrağı altında olduğunu, KKTC kontrolündeki alanların ise ‘işgal altında' bulunduğunu varsayıyorlar. Dünyada tek devlet tarafından tanınması KKTC'yi sadece diplomatik olarak değil, ticari hareket alanından vatandaşlarının sosyal hayatına kadar birçok yönden etkiliyor.
Buna bir örnek, KKTC'ye uygulanan futbol ambargosu olabilir. KKTC'ye uygulanan ambargo nedeniyle, Türkiye devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs'ın ekipleriyle resmi karşılaşma yaparken adada oynayacağı karşılaşmalara bile Ercan Havalimanı üzerinden uçmuyor. KKTC futbol takımları uluslararası alanda temsil edilemiyor.
KKTC'yi tanıyan tek devletin Türkiye olması, iki devletin milleti arasındaki kan bağının ötesinde Lefkoşa'yı Ankara ile siyasi konularda ve güvenlik açısından simbiyotik bir bağ kurmaya zorluyor.
KKTC'nin sadece Türkiye tarafından tanınan bir ada ülkesi olması, Lefkoşa'yı birçok yönden Ankara'ya bağımlı hale getiriyor.
Öncelikle Türkiye kamuoyunun ağırlıklı bir bölümünün KKTC'nin Türkiye'deki iktidarla aynı çizgide olmasını beklediğini, KKTC Türkiye'nin uygun görmediği bir karar aldığında "Türkiye olmasa Kıbrıslı Türklerin adada barınamayacağını" söyleminin dile getirildiğini gözlemleyebiliriz. KKTC'ye sıkça "Yavru Vatan" diye hitap edilmesi de, "KKTC'nin Türkiye'nin korumasına, kollamasına ve iradesine bağlı" olduğu görüşünün Türkçe'ye yansıması olduğu söylenebilir.
KKTC'nin, Türkiye devletine benzer şekilde örgütlenen devlet kurumlarının yönetimlerinde de sıkça Türkiye Türklerine rastlamak mümkün. Örneğin KKTC Merkez Bankası'nın başında şu ana kadar hep Türkiye'den gönderilen bürokratlar bulundu. 4. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da Eylül 2020'de henüz görevdeyken T24'e yaptığı açıklamalarda KKTC'de polisin ve itfaiyenin sadece kâğıt üstünde hükûmet ile belediyelere bağlı olduğunu söylemişti:
"Türkiye ile burası arasında çok daha sağlıklı ilişkiler kurulabilirdi. Bu anlamda anayasamızın da ele alınması gerekir. Anayasamızda bir geçici onuncu madde söz konusudur.
Kıbrıs'ta polis teşkilâtı kâğıt üzerinde hükûmete bağlı. Polis teşkilâtının gerçekten bağlı olduğu yer Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, onun da başında Türkiye'den gelen bir kurmayımız var. O da doğrudan doğruya Türkiye Genelkurmayı'na bağlı. Yani iç asayişten sorumlu olan polis teşkilâtı bile gerçekte Kıbrıs Türklerine bağlı değil.
(...)
Aynı çerçeveden baktığımızda yine kişiliğinden bağımsız söylüyorum; Sivil Savunma Teşkilâtı'nın başında da yine Türkiye'den gelmiş bir subayımız var. Daha fazla örnek de verebilirim."
KKTC'nin kendi para birimi de bulunmuyor. Adanın kuzeyinde Türk Lirası kullanılıyor. Dolayısıyla Türk Lirası'ndaki dalgalanmalar ve ekonomik sorunlar KKTC'yi de direkt olarak etkiliyor.
Adada 40 bin kadar olduğu tahmin edilen bir Türk Silahlı Kuvvetleri varlığı bulunuyor.
Yabancı ülkeler KKTC'yi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1983 tarihli 541 sayılı kararının tavsiyesi ile tanımıyor. Bu diplomatik ambargo, dolayısıyla daha önce de söz ettiğimiz gibi bir ticari ambargoyu da dolaylı olarak beraberinde getiriyor. KKTC, bu yönden de Türkiye'ye bağımlı durumda bulunuyor.
KKTC'de tartışmalı 2020 seçiminin ardından yeni Cumhurbaşkanı Ersin Tatar oldu. Tatar'ın cumhurbaşkanlığı, selefi Mustafa Akıncı'nın cumhurbaşkanlığına göre bölgedeki dengeleri değiştirmiş durumda.
Tatar, AKP yönetimiyle yakınlığıyla biliniyor; ilerleyen başlıklardan birinde inceleyeceğimiz üzere bu hem Türkiye'de hem de KKTC'de birçok tartışma yarattı. Tıpkı Ankara gibi Tatar da adada iki devletli çözümü savunuyor. Yani adada uluslararası toplumun tanıdığı bir Türk bir de Rum devleti olması gerektiğine inanıyor.
Tatar, göreve gelmesinden bu yana açıklamalarında kabul edecekleri tek çözümün ‘iki devletli çözüm' olduğunu ve federasyonun kabul edilemez olduğunu savundu.
GKRY'nin Cumhurbaşkanı ise 2013'ten bu yana eski Ulusal Seferberlik lideri Nikos Anastasiadis. GKRY'de yönetimler KKTC'nin kurulmasından bu yana federasyonu savunuyor ve çift devletli çözümü reddediyor. Uluslararası kamuoyuna göre Anastasiadis tüm adanın Cumhurbaşkanı, dolayısıyla bu KKTC ve Türkiye'ye bir dezavantaj oluşturuyor.
Kıbrıs 2004 yılında "sorunun çözümüne" çok yakındı, ancak, Rum tarafının tavrı nedeniyle girişim sonuçsuz kaldı.
2004'te adını o dönem Birleşmiş Milletler'in Genel Sekreteri olan Kofi Annan'dan alan "Annan Planı" adada olası çözüm için umutları yeşertti. Plan adanın "Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti" adı altında federatif yapıda bağımsız bir tek devlet olmasını öngörüyordu. Plana göre nüfusta azınlık oldukları için bir dezavantaj oluşturmaması adına kabinedeki bakanların en az üçte birini her şartta Kıbrıs Türkleri oluşturacaktı. Devlet başkanlığı ve devlet başkanı rolleri 20 ayda bir Türkler ve Rumlar arasında değişecekti. Devlet başkanı, 4 Rum-2 Türkten oluşan bir konsey tarafından seçilecekti. Bu vesileyle yürütmede her zaman federatif yapının iki kolu da temsil edilecekti. Planda Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti için bir bayrak da önerilmişti.
Yasama organı iki kollu olacaktı. Üst meclis olan Senato iki millet arasında 24-24 bölünecek, alt meclis ise nüfusa göre oranlanacaktı.
Plan oylamaya sunulmadan önce beş kez revize edildi. Referanduma giden süreçte iki tarafın cumhurbaşkanı da (Rauf Denktaş ve Tasos Papadoupulos) plana hayır oyu verilmesini destekledi. Dönemin KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat ise Ankara'da AKP iktidarının da görüşüne paralel olarak evet oyu verilmesi çağrısında bulundu.
Annan Planı KKTC'de yüzde 65 evet oyu alırken, GKRY'de evet oyları sadece yüzde 24'te kaldı; plan reddedildi. Hayır oyu veren çoğu Rum, "güvenlik gerekçeleri" ile kararı kabul etmediklerini söyledi.
Çözüme bir kez daha ulaşılamamıştı. Ancak Annan Planı'nın Türk tarafında kabul edilirken Rum tarafında reddedilmesi, "Kıbrıs'ta tek devletli çözümü Türklerin istemediği" yolundaki dünyada yerleşik algıya karşı Ankara ve Lefkoşa'nın dış politika başarısı olarak kayıtlara geçti.
2005'te Rauf Denktaş görevi bıraktı ve Mehmet Ali Talat Cumhurbaşkanı seçildi.
Yakın zamanda Mustafa Akıncı liderliğinde yürütülen Crans Montana süreci de sonuçsuz kaldı. Şimdi de Cenevre süreci işliyor, ancak henüz ciddi bir ilerleme kaydedilemedi.
Annan Planı'nın reddedilmesinin ardından Batı, Kıbrıs sorununun çözülmesini zorlaştıran en büyük adımlardan birini attı…
Avrupa Birliği, Annan Planı süreci boyunca tam üyeliği bir "havuç" olarak kullandı. AB üyesi olma olasılığı, birçok Kıbrıs Türkünü plana evet oyu vermeye itti. Annan Planı'nı reddetmesine rağmen Brüksel kısa süre sonra GKRY'yi ‘Kıbrıs Cumhuriyeti' olarak tam üye yaptı. Böylece ‘sınır sorunu' olan bir ülkeyi, daha önceki söz ve prensiplerinin aksine ilk kez üyeliğe kabul eden AB, diğer yandan, o dönemde Genişlemeden Sorumlu AB Komisyonu üyesi Günter Verhaugen aracılığıyla, Rum tarafının birleşmeyi reddetmesi için ‘Kandırıldık' açıklaması yaptı.
Sonuç olarak AB, GKRY yönetimini adanın tamamının meşru sahibi olarak varsaydı, kuzeyi de ‘Türk işgali altında' kabul etti. KKTC'li Türkler, AB'ye göre ‘Kıbrıs Cumhuriyeti'nin mensupları olarak görülse de AB üyesi olmanın hiçbir avantajından faydalanamıyor.
GKRY'nin tam üye olarak AB içinde oy hakkına sahipken, KKTC'nin birlikte hiçbir temsiliyeti bulunmuyor. GKRY'nin AB üyesi olması, Türkiye'nin de tam üyelik süreci için sorun oluşturuyor. Türkiye, GKRY'yi devlet olarak tanımıyor. Yani Türkiye'nin üye olmaya çalıştığı AB içinde, Ankara'nın tanımadığı bir devlet tam üye olarak bulunuyor. Birlik içinde oy hakkı olan GKRY, Türkiye'nin tam üyeliğine sıcak bakmıyor. AB üyesi olmasının, GKRY'nin her türlü müzakerede KKTC'ye karşı elini güçlendirdiğini söylemek mümkün.
Kıbrıs'tan söz ederken adanın stratejik öneminden de söz etmek gerekir. Kıbrıs, Akdeniz'in en büyük üçüncü adası. Ada, Orta Doğu'ya yakınlığıyla da çok önemli bir konuma sahip. Dr. İlhan Cömert'in 2017'de Anka Enstitüsü'nde yayımlanan yazısına göre Güney Anadolu sahillerinden 70, Suriye'den 100, Mısır'dan 400, Yunanistan'dan ise 965 kilometre uzaklıktaki ada, "her dönem stratejik önem ve özelliğini korudu." Cömert, "Adayı elinde bulunduran güç, her zaman Türkiye'den Mısır'a, Lübnan'dan, İran'a kadar olan bölgeyi kontrol etmiştir" değerlendirmesini yapıyor.
Askeri strateji açısından ‘Akdeniz'de dev bir uçak gemisi' nitelemesi de yapılan Kıbrıs, ticaret rotaları için de çok önemli bir noktada bulunuyor.
KKTC'nin siyasi, ekonomik ve diplomatik olarak Türkiye'ye olan bağlılığından söz ettik. KKTC halkının Türkiye'ye bakışını da T24'e adanın tecrübeli gazetecilerinden Kıbrıs Postası Haber Müdürü Ulaş Barış değerlendirdi.
Hem adada hem de Türkiye'de kutuplaşma politikasını sürdürenlere işaret eden Barış, "Türkiyeli-Kıbrıslı ayrımı üzerinden maalesef yıllardır gerek basında, gerek siyasi partiler arasında, gerekse STK'larda bu şekilde politika güdenler var" diyor.
Siyasetin karışmaması durumunda iki halk arasında sorun yaşanmayacağını düşündüğünü belirten Barış, "Bunun üzerinden siyaset yapmaya çalışanlar ya da bizim burada jurnalci dediğimiz birtakım insanların Türkiye kamuoyuna pompaladığı yalan yanlış haberler yüzünden elbette sıkıntılar ortaya çıktı" görüşünü dile getiriyor.
Barış, Türkiye'de bazı kesimler tarafından dile getirilen "Biz besliyoruz, ama Rumlara yama olmak istiyorlar", "nankörler" gibi yorumların da Kıbrıs halkı için kırıcı olduğuna işaret ediyor.
Tecrübeli gazeteci, KKTC'deki son seçimlere Ankara tarafından müdahale edildiği yolundaki açıklamaların da, bazı vatandaşların gözünde Türkiye-KKTC arasındaki ilişkileri uçuruma ittiğini belirtiyor:
"Açıkçası seçimlere yapılan müdahalelerden sonra tabii ki Türkiye ile olan ilişkilerin maalesef sürdürülemeyecek noktalara gittiğini görüp üzülüyoruz. Çünkü normalde baktığımız zaman gerek Kıbrıs sorunu, gerek Doğu Akdeniz sorununda doğal stratejik iki ülke olması gerekirdi KKTC ile Türkiye'nin. Kıbrıs Türk halkı seçilen Cumhurbaşkanı ve atanan başbakan konusunda tabii ki Türk yetkililerinin müdahalelerini takdir etmiyor. Ancak tam tersini savunanlar da var. Dolayısıyla maalesef ciddi anlamda bir kutuplaşma olduğunu üzülerek görüyoruz buralarda."
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 11 Ekim 2020'de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu için sandığa gitti. Çok sayıda siyasetçi, gazeteci ve yorumcu, Türkiye'nin, daha önce tarihinde görülmemiş ölçüde Ersin Tatar'ın kazanması için seçime müdahale ettiğini iddia etti. ‘Müdahale' tartışmalarının gölgesinde sandıklar açıldı, Tatar görevdeki cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'yı geçerek göreve geldi.
Geçen ay raporlaştırılan bu müdahale açıklamaları, seçimleri kaplayan sis bulutunu daha da büyüttü.
Raporda açıklamaları yayımlanan ve aralarında Mustafa Akıncı, Serdar Denktaş ile Basın Emekçileri Sendikası Başkanı Ali Kişmir'in de bulunduğu çok sayıda insan, kendilerini "Milli İstihbarat Teşkilatı üyesi olarak tanıtan kişiler tarafından tehdit edildiklerini" iddia ettiler. Araştırmacı Mine Yücel, akademisyen Abdullah Korkmazhan, iş insanı/aktivist Orhan Erönen, avukat Mine Atlı ve uluslararası danışman Derya Beyatlı tarafından hazırlanan raporun raportörlüğünü Avukat Tacan Reynar yaptı.
4. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı T24'e yaptığı açıklamada "MİT mensubu olduğunu söyleyen kişilerin" kendisine özel kalem müdürü aracılığıyla ulaşarak "adaylıktan çekilmesinin kendisi, ailesi, yakınları ve herkes için iyi olacağını ifade ettiğini" söyledi. Akıncı, "yine aynı kişilerin kendisine seçimleri kaybetmesi için her türlü tertibatın alındığını, kazansa bile görevde kalamayacağını söylediklerini" dile getirdi.
Sonuç olarak Kıbrıs sorunu; ne Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın garantörlüğünde 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları'yla kurulan ancak Rum tarafının Türklere yönelik saldırılarının ardından yaşatılamayan Kıbrıs Cumhuriyeti çatısıyla, ne de 1974 harekâtından sonra geçen yaklaşık yarım yüz yıldaki onlarca girişimle çözülebildi. Uzun yıllar KKTC'nin 1. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın danışmanlığını yapan eski Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Mümtaz Soysal'ın, "1974 sonrası çatışma yaşanmaksızın geçen onlarca yılın adada iki devletli yapıyı kurumlaştırdığı, aradan geçen zamanın başka bir çözüm yolu bırakmadığı" kehanetini doğrularcasına Kıbrıs sorunu ‘çözümsüz bir çözüm'e doğru ilerleyişini sürdürüyor…
© Tüm hakları saklıdır.