17 Ağustos 2015 00:52
T24 yazarlarından Vedat Özdan, Türkiye'nin İslam ülkelerine model olma vasfını yitirdiğini belirterek, "Hangi akıllı ülke ekonomik çıkarlarına aykırı dış politika izler? Biz izliyoruz işte. Büyüyemiyoruz değil mi? Irak’a, Mısır’a, Suriye’ye, Libya’ya ihracat yapamıyorsun" dedi.
T24'te küresel ekonomi üzerine analizler ve ekonomi/politik yazılar kaleme alan, eski Maliye Başmüfettişi, Başbakanlık ve Maliye Bakanlığı Danışmanı, Avrupa Konseyi denetçisi Vedat Özdan Todays Zaman'dan Yonca Poyraz Doğan'ın sorularını yanıtladı. Özdan'la yapılan söyleşi şöyle:
- Moody's 7 Ağustos’ta yapması beklenen Türkiye için kredi notu değerlendirmesini açıklamadı. Daha önce bu derecelendirme kuruluşu Türkiye'yi yatırım yapılabilir en düşük notla değerlendirmiş, Türkiye'nin görünümünü ise “durağan”dan “negatif”e çevirmişti. 7 Ağustos’ta yapılması beklenen değerlendirmenin yapılmaması ne anlama geliyor?
Moody’s 2014 yılında da iki kez değerlendirme yapacağı takvimi açıkladı, ama değerlendirmesini kamuoyu ile paylaşmadı. Kamuoyuna bir şey açıklanmaması, Türkiye ekonomisiyle ilgili değerlendirme yapılmadığı anlamına gelmez. Değerlendirme mutlaka yapılmıştır. Sadece açıklama yapılmıyor. Değerlendirmenin sonucu da bana göre açık: Moody’s, sonucu not ya da görünümde değişiklik yapmayı gerektirecek bir durum değerlendirmesi yapmamış. Değerlendirmenin yayımlanmamasının nedeniyse ilginç olabilir. Moody’s Türkiye’ye yatırım yapmış olanları ve yapacak olanları uyarmak istemiyor. Ama bunu Türkiye ekonomisinde her şey yolunda diye de yorumlamamak lazım. Türkiye, reel sektörünün döviz borcunun yüksekliği nedeniyle kırılgan bir ülke. Bu şekilde devam ederse Fed faiz artırmaya başlayınca zorlanacak ülkelerin başında geliyor.
- Bu zorlanma ne anlama geliyor peki?
Zorlanma bütçeden daha fazla faiz ödemesi yaparak borçlanmak demek. Bütçenin faiz giderleri artarsa tarıma, hayvancılığa, eğitime, teknolojiye, emekliye, yoksula, Güneydoğu'ya daha az kaynak tahsis etmek, daha az yatırım harcaması demek. Türkiye’yi iç savaşa sürükleyecek, Orta Doğu bataklığına çekecek ve yatırım yapılabilir ülke notunu kaybetmemize yol açacak siyasi hatalar yapmazsa yakın bir zamanda kriz tehlikesi yok diyorum, çünkü kamu maliyesinde, bankacılık sisteminde, aracı kurumlarda, cari açık oranında, borcun finansman kalitesinde “aman çok dikkat” denilecek bir durum yok. Giderek daha sıcak parayla kısa vadeli borçlarımızı çeviriyor olsak da durum böyle. Ama maalesef siyasi dinamikler ülkede kriz çıkarabilecek potansiyel taşıyor. Politik riskimiz çok yüksek; Türkiye’nin bir zayıf noktası da siyasi kırılganlığı. Kurumsal kalitemizi artırarak, hukuk devleti olarak, barışı savunarak ve parlamenter sisteme itibar ederek politik riskimizi azaltabiliriz.
- Peki Moody’s açıklama yapsaydı ne derdi acaba?
Açıklama yapma ihtiyacı duysa parlamenter sistem, fren denge mekanizmaları, yargı sisteminin hali, eğitim sisteminin hali diyecekti; başkanlık sistemi olmaz, barış süreci devam etmeli diyecekti. Bunları söyleyince de kendini siyasi tartışmaların içinde bulacak, Cumhurbaşkanı ya da yakın çevresini karşısına almış olacak, neden koalisyon görüşmelerini etkiliyorsun sorusuna muhatap olacak. Çünkü biliyoruz ki AKP içinde ekonominin yeni bir seçimi kaldırmayacağını o nedenle koalisyonu isteyenler var ve Davutoğlu’nu ikna etmeye çalışıyorlar. Cumhurbaşkanı ve yakın çevresi ise seçim istiyor. Moody’s notu ve görünümü aktif olarak teyit etmek ve olası risklerle ilgili politika yapıcılarının dikkatini çekmek istediği hususları, ki bunlar yatırımcılar için de dikkat edilmesi gereken konular, açıklamak istemiyor. Onun yerine not ve görünümü pasif bir şekilde teyit ediyor. Meseleye ben bu şekilde bakıyorum.
- Türkiye’nin potansiyelinin altında büyümesi, dolar kurunun yükselmesi gibi gelişmeler bazı analistler tarafından ekonomi dökülüyor olarak yorumlanıyor; katılıyor musunuz?
Ekonomimiz dökülmüyor, ama siyasetimiz, parlamenter sistemimiz, eğitim ve yargı istemimiz dökülüyor. Ekonomimiz büyüyemiyor. Son üç yıldır potansiyelimizin altında büyüyoruz. Görünün o ki bu yılda yüzde 3 büyümeyi zor göreceğiz. Bunun içsel ve dışsal nedenleri var. Dışsal nedenler malum. İçsel nedenler; erken seçim zorlaması, başkanlık sistemi zorlaması, Recep Tayyip Erdoğan’ın tavırları, Fed’in faiz artırımı, AKP’nin ne yönde evrileceğinin belli olmaması, dış politikadaki malum sorunlar ve yanlış stratejiler… Bakın likidite ile güven ekonomide eş anlamlıdır. Dünyada para dolu, ama harcama olmuyor. Bizde de öyle. İnsanlar para harcamaz, yatırım yapmaz oldu. Neden? Güven sarsıldı. Güven sarsılınca para da olsa likidite kurur. İçeride potansiyel var. İnsanlar güven duysalar yatırım yapacaklar, para harcayacaklar, ama ne olur ne olmaz diyerek döviz alıyorlar. Hane halklarının, müteşebbisler ve yabancı yatırımcıların kararları neden değişti, diye sormamız lazım. Sadece biz değil, dışarısı da kötü, kabul edilebilir bir mazeret olamaz. Bizden daha kötüler de bize emsal olamaz. Neden olsun? Bizim yüzde 5 ve üzerinde büyümemiz lazım. Bunu yapabiliriz. Büyümezse bu kadar çok ve iyi eğitim almamış genç nüfusu, kavga gürültü kopmadan nasıl bir arada tutacağız?
- Ekonomi ile ilgili olarak pek bir şey yapılmıyor izlenimini veren bir idare etme havası var. Türkiye’nin bir ekonomi gündemi var mı?
7 Haziran’dan bu yana ekonomi gündemimiz yok. Olması da gerekmiyor esasen. Merkez Bankası’na karışılmaması iyi bir şey. Demokratik terbiye ve siyasi nezaket gereği koalisyon hükümeti ya da seçim kararının bugüne kadar alınmış olması icap ederdi. Ama malum nedenlerle bir sallanma havası var. Geçici ve yetkisiz bir hükümetten güçlü bir ekonomi gündemi beklenemez, ama Türkiye’nin bu kadar süre bu şekilde yönetilmesi de zafiyettir. Oysa konjonktür olarak ne yapılması gerektiğini bilen, bunu halkına anlatmış ve desteğini almış çok güçlü bir hükümete en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Daha fazla zaman kaybetmemeliyiz.
- Eğer hükümete ekonomik yönde tavsiye verme pozisyonunda olsaydınız, neler derdiniz?
Yapılması gerekenler esasen basit bir "yapılacaklar listesinden" ibaret: Yabancı yatırımcının Türkiye ekonomisine güvenini yeniden tesis etmek. Bunu nasıl yapacaksınız? İşin ehli insanlar hükümette ve bürokraside algısı yaratmanız lazım. Kurumlar işin ehli insanlarca, öngörülebilir kurallara göre yönetiliyor algısı yaratmanız lazım. Bu sadece bir algı olarak da kalmamalı. Gerçek olmalı. Kurumsallaşmalı ve istikrar kazanmalı. Yabancı ben bu ülkede yatırım yaparsam dezavantajlı olurum düşüncesinde olmayacak. Hükümete ya da Cumhurbaşkanı'na yakın olmalıyım derdine düşmeyecek. Şirketimin her yerde uyguladığım etik ilkelerine göre burada iş yapamam düşüncesine kapılmayacak. Ülkede terör, savaş olmayacak. Tahammül ortamı olacak. İnsanların özel yaşamlarına tahammül edilecek. Herkesten senin inandığın şekilde yaşamalarını istemeyeceksin. Demokrasi kalitesinin sürekli yükseldiğini görecek. Yolu, yörüngesi belli bir ülke olacaksınız. Başka ülkelerin iç işlerine karışmayacaksınız. Her zaman barıştan yana olacaksınız. Ülkenizin ekonomik çıkarlarını gözeteceksiniz. Hangi akıllı ülke ekonomik çıkarlarına aykırı dış politika izler? Biz izliyoruz işte. Büyüyemiyoruz değil mi? Irak’a, Mısır’a, Suriye’ye, Libya’ya ihracat yapamıyorsun. İslam dünyasına örnek ülkeydin, bu vasfını yitirdin. Demokrasi kaliten çok düştü. Karışık işlerin içindesin. Başka ülkelerin istihbarat servislerine açık vermişsin. Kırılgansın. Sonra, sadece partinizin değil, ülkenizin önünü açacak yatırımlar yapan müteşebbisleri destekleyeceksiniz. Siyasi görüşlerinize göre işadamlarını kategorize etmeyeceksiniz. Hak, hukuk ve adalet gözeteceksiniz. Eğitim sisteminiz dindar nesil yetiştirme üzerine değil; ülkeyi bilimde, sanatta, kültürde, edebiyatta, sporda dünya standartlarının üzerine çıkaracak aydınlık nesiller yetiştirmeyi hedefleyecek. Bu bir yarıştır. Yarışta başarı için donanımlı çoğunluk inşa etmek lazım. Haksızlık, hukuksuzluk, din adına da yapılsa içerik değiştirmez, yadırganmalı, ayıplanmalıdır.
- Siyasi görüşlere göre iş adamlarının kategorize edilmesini açıkça nasıl görüp izleyebiliriz? Siz nasıl görüyorsunuz, verilen ihalelerden mi?
Evet medyadan, köşe yazılarından, politik söylemlerden, verilen ve iptal edilen ihalelerden. Fiyat oluşumu, ödeme kolaylığı türü ihale koşullarından. Hem mahalli idarelerin, hem merkezi hükümetin, hem de spesifik olarak özelleştirme ihalelerinden bu yönde bir kanaate ulaşmak mümkün. Ayrıca kamu bankalarından alınan kredilerden de bu yönde bir kanaate ulaşmak mümkün.
- Yabancı yatırımcılar hâlâ büyük oranda Türkiye’de mi yoksa hisselerini satıyorlar mı?
Yabancılar Fed faiz artırımı ve erken seçim tehlikesi nedeniyle satıştalar. Ancak BIST’te halen yabancı takas oranı yüzde 60’lara yakın. Tahvil piyasasından çıkış daha fazla.
- AKP ile CHP anlaşamadı, bundan sonra beklentiniz ne yönde? En kötü senaryo ne? Erken seçim neyi değiştirir, neyi değiştirmez?
AKP-CHP koalisyonu hakkında etraflı ilk olumlu yazıyı T24’te 29 Haziran günü ben yazdım. Başlığı da “AKP-CHP koalisyonu Türkiye’ye ne kazandırır?” idi. O yazıda temel olarak söylediğim şey şuydu:
Kurumsal yapımız zayıf ve politik riskimiz yüksek. Bu ülkenin tasarruf açığını finanse edenler, “yapılması gerekenler listesini” doğru tanımlamış, halka anlatmış ve destek almış güçlü bir iktidar istiyor. Şu gerçeği aklımızdan çıkarmamamız lazım: Erken seçim, Türkiye’nin “yapılması gerekenler listesini” değiştirmeyecek, işleri kolaylaştırmayacak. Güçlü bir ekonomiye ve güçlü bir demokrasiye ihtiyacımız var. AKP’nin de, CHP’nin de 'yapılacaklar listesi' neredeyse aynı.
Kılıçdaroğlu koalisyon görüşmeleri öncesinde 14 maddelik bir “koalisyon ilkeleri listesi” açıkladı. Bu listeye AKP’den bir itiraz gelmedi. Davutoğlu seçim sonuçlarını televizyon kanallarında yorumlarken ve AKP'nin öncelikli noktalarını açıklarken Türkiye'de yapılacaklar listesine vurgu yapıyordu. Ancak maalesef AKP - CHP görüşmeleri bu listeyi gündemine alan uzun vadeli reformcu bir koalisyon hükümeti kurulmasıyla sonuçlanmadı. Sonradan öğrendik ki yapılan görüşmelerde bir koalisyon hükümeti de müzakere edilmemiş. İlginç olan şu: Davutoğlu bu görüşmeyi "dürüst ve Türkiye demokrasisi açısından olumlu görüşme" olarak değerlendirdi. Kılıçdaroğlu konuştuktan sonra da şunu öğrendik ki meğerse görüşmeler sırasında AKP tarafının CHP ile koalisyon hükümeti kurmaya en baştan niyeti yokmuş. Amaç vakit geçirmekmiş. O nedenle yapılan değerlendirmeye katılmak mümkün değil. Çünkü bu bir koalisyon görüşmesi değilmiş, AKP tarafı gerçek niyetini gizlediği için dürüstçe görüşme yapılmamış. Böyle bir görüşme Türkiye'de demokrasinin gelişimi açısından nasıl iyi bir gelişme olarak değerlendirilebilir ki? Zor bir sürece girdik. Sonbahar zor geçecek. Zaten dış riskler çok fazla. Buna politik risklerimizi ziyadesiyle artıracak tehlikeler ekledik. Sandıktan da koalisyon dışında muhtemelen başka bir seçenek çıkmayacak.
- Türkiye’deki yönü de belirleyebilecek, dünyada izlenmesi gereken gelişmeler neler?
Dünya ekonomisinde yakın tehlike Fed’in faiz artırımına başlaması. Eylül ayında başlamaması için bana göre bir neden kalmadı. İngiltere onu izleyecektir. İngiltere Merkez Bankası, Fed gibi değil, yılın her ayının ilk yarısında toplanıyor. Ekim, Kasım gibi onlar da faiz artırır beklentisindeyim. Çin’de işler iyi gitmiyor. Dört balon var. Konut, kredi, yatırım ve borsa balonları. Birisi patlarsa hepsi patlar. Çin kriz yaşarsa ABD dahil tüm dünya altında kalır. Çin’deki yavaşlama nedeniyle petrol, kıymetli maden ve emtia ihracatçısı ülkeler zorlanıyor. Brezilya, Meksika, Güney Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Suudi Arabistan, Venezüella, Rusya; her yerde ihracat gelirleri düşüyor ve büyüme hızı yavaşlıyor. Ayrıca Çin para birimi Yuan'ı SDR'ye (Özel Çekme Hakları) katmak için uzunca bir süredir IMF nezdinde ısrarla kulis yapıyordu. Ancak IMF Çin'in bu talebine bu yıl olumlu cevap veremeyebileceğini açıklayınca Yuan'ı devalüe etti. Bu da dünyada yeni fiyatlamalara yol açtı ve açacak. Biz de bu süreçten olumsuz etkileneceğiz.
Majör borsalarda endeksler sınırlara geldi. Hisse senetleri olması gerekenden çok daha yüksek fiyatlarla alınıp satılıyor. NYSE; Nasdaq, DAX, FTSE, CAC, Shanghai, Nikkei; buralarda büyük tehlike var. Çünkü işin reel sektör karşılığı yok. Dünya resesyonla mücadele ediyor, ama şirketlerin fiyatları yükseliyor. Bu olacak iş değil. Şirketler, devletler, hane halkları bundan 5 yıl öncesine göre çok daha borçlu, tüketmiyor – harcamıyor – yatırım yapamıyor, ama hisse senetleri prim yapmaya devam ediyor, gayrimenkul fiyatları artmaya devam ediyor!
- Bu böyle nereye kadar sürer?
Bir sürü analist dünya ekonomisini 2008’den daha büyük bir tehlikenin beklediği görüşünde. Neden? Çünkü altı yıldır merkez bankalarının 2008 krizini çözmesini bekliyoruz. Medya, bankalar, politikacılar hep aynı şeye inanmamızı bekliyor. Altı yıldır yapılanlar 2008 krizinin sebeplerinden daha büyük kırılganlıklar yaratmaktan öteye varmadı. Misal ABD’nin borcu 10 trilyon dolar arttı. Hiçbir merkez bankasının sorunun nasıl çözüleceğine dair bir planı yok. G20 havanda su dövüyor. Asıl sorun finansal sistemdeki tahvil ve hisse senedi balonları. 2008 yılında 80 trilyon dolar olan tahvil piyasası 100 trilyon dolara ulaştı. Türev piyasalarda bu tahvillerden elde edilecek gelirler teminat gösterilerek menkul kıymet ihracatı yapılıyor. Teminatın tutarı 555 trilyon dolara çıktı. Peki tahvil getirileri nerelerde? Bir sürü ülke negatif faiz ödüyor. Fed faiz artırınca 100 triyon dolarlık tahvil balonu ne olacak? 555 trilyon dolarlık türev piyasaları ne hale gelecek? Dünya ekonomisi 9 trilyon dolar açık pozisyonda. Birçok ülke dolar cinsinden borçlu ve çıkardıkları tahvillerle bütçelerini finanse ediyorlar. Fed faiz artırınca tahvil faizleri de artmak zorunda kalacak. Bütçelere ek maliyet gelecek. Ek maliyet neyle finanse edilecek? İşin bir de şirketler boyutu var. Dünyanın her yerinde reel sektör borçlandı. Ucuz parayla uzun vadeli yatırımlara başladı. Döviz riskleri artıyor, ama hedge (riskten korunma araçlarını kullanmak) yapmıyorlar. Şirketler çok yüksek kaldıraçla iş yapıyor yani özkaynaklarına göre yüksek borç oranıyla operasyonlarını finanse ediyorlar.
- Türkiye’de de Çin’deki gibi patlamaya hazır balonlar var mı? Örneğin konut sektörü için böyle bir kaygı var ama dayanakları da var mı?
Türkiye’de konut balonu yok. Ama bazı şehirlerin özel semtlerindeki konut fiyatları büyük finans merkezlerindeki emsallerine yaklaştı. Bu yönde bir talep var. İnsanlar zenginleştikçe daha önce zenginlerin oturduğu semtlere taşınmak istiyor, çocuklarını o semtlerdeki okullara göndermek istiyor. Yabancılar da bir süredir özellikle İstanbul’dan konut ve işyeri alıyor. Tabii Suriyeli göçmenler de belli oranda talep yaratıyor. En azından kiraları yükselterek.
- Moody’s benzeri S&P, Fitch gibi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye hakkında değerlendirmeleri son yıllarda nasıl değişimler gösteriyor?
Parlamenter sisteme, denge-fren mekanizmalarının iyi çalışmasına, bağımsız kurumların kararlarına ve çalışma tarzlarına yapılan müdahalelere, çözüm sürecine, dış politikadaki hatalara vurgu var. Kamu maliyesinin sağlam olmasına vurgu var. Düşük petrol fiyatlarının cari açığa olumlu etkisi vurgulanıyor. Spesifik olarak Merkez Bankası’na yapılan faiz indirme çağrılarının ve oluşan haber akışının yatırımcıyı ürkütmesine vurgu var. Özerk kurumların etkin ve bağımsız olması gerektiğine vurgu var. Yargı bağımsızlığı, yasama ve yürütme erklerinin ayrılığı, basın özgürlüğü gibi temel konularda yaşanan gerilemelerin Türkiye'yi üçüncü dünya ülkelerine doğru yaklaştırdığına dair değerlendirmeler var. Kamu sektörünün daha şeffaf ve hesap verilebilir olması gereğine vurgu var. Cumhurbaşkanı'nın parlamenter sistemin esaslarına, demokrasinin teamüllerine, anayasaya göre davranması lazım. Medeni ülkelerde teamüller, etik ilkeler, kanunlar kadar caydırıcıdır. Bu anlamda toplum ve birey olarak bizim de kendimize çeki düzen vermemiz lazım. Bu tür konular eskiden de sorundu ve eleştiri konusuydu. Ancak AB üyelik müzakereleri doğrultusunda doğru adımlar atıp, iyileştirmeler yaparak, barış süreci sayesinde ülke notumuzu yatırım yapılabilir düzeye çektik. Yatırım yapılabilir ülke notunu kaybedersek, erken seçim olur ve manzara değişmezse bu ülkeye yazık olur. O nedenle not kaybı bu ülkeye bu konjonktürde yapılabilecek en büyük kötülük olacaktır.
- 1990’lı yılların sonu, 2000’li yılların başında Maliye Bakanı özel danışmanlığı tecrübeniz var, bugün Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in özel danışmanı olsaydınız ne tavsiye ederdiniz? İkincisi, bugünkü ekonomik tabloya bakarak, tavsiye vermekte önceki danışmanlık yıllarınıza göre daha mı az yoksa daha mı çok zorlanırdınız?
Mehmet Şimşek’le 1995 yılında Mülkiye ekonomi mastır programında aynı sınıftaydık. Kendisiyle özel bir sohbetim hiç olmadı. Ben 1995 yılında Başbakanlık'ta danışmandım. Maliye Bakanlığı'nda bakan özel danışmanlığını 1999 – 2002 yılları arasında yaptım. Özel danışmanı olsaydım uluslararası derecelendirme kuruluşlarının çözüm sürecine ve çatışmasızlık ortamına atfettikleri önemin daha iyi idrak edilmesi için devreye girmesini tavsiye ederdim. Ama bunu belki de kapalı ortamlarda yapıyordur. Bilemem. Mehmet Şimşek Londra’da başarılı bir yatırım bankacılığı tecrübesi yaşadı. Türkiye’yle ilgili yatırım tavsiyeleri isabetli olduğu için isim yaptı. Türkiye’nin kamu maliyesi uyarı sinyalleri vermiyor. Yabancı raporlarda mali disipline özel bir vurgu yapıldığını görmüyorum. O nedenle Maliye Bakanlığı’nda başarısız oldu diyemem.
Bugün danışmanlık yapmak daha kolay. Çünkü yapılacaklar listesi daha belirgin. Eskiden çok bariz bir mali disiplin sorunu vardı. Küresel finansal konjonktür aleyhimizeydi. Borcu çevirebilmek için IMF – Dünya Bankası’nın önceliklerine itibar etmeniz gerekiyordu. Daha çok yapısal sorunlarımız vardı. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı sayesinde bu sorunların üstesinden geldik. Geriye düşmememiz lazım. Türkiye’nin yapılacaklar listesini her zaman akılda tutmamız lazım. Rehberimiz bu olmalı.
Today's Zaman'da yayımlanan söyleşinin İngilizcesini okumak için tıklayın
© Tüm hakları saklıdır.